Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suudi Arabistan’ın cevabındaki kararlılık ve objektiflik | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan’ın kurucusu Kral Abdulaziz Al-i Suud’un ABD Başkanı Franklin Roosevelt ile Mısır “acı göl”de, Amerikan savaş gemisi USS Quincy’de buluştuğundan beri, Suudi-ABD ilişkileri her seviyede geniş ufuklar açmıştır.

Pek çok bölgesel ve uluslararası stratejide iki ülkenin görüş birliği olmuştur, ancak bu her konuda tam bir uyumun gerçekleştiği anlamına gelmez.

Suudi Arabistan şimdiye kadar almış olduğu her kararda bağımsız hareket etmiştir, bundan sonra da böyle hareket etmeye devam edecektir.

Suudi Arabistan sadece belirli ittifaklar çerçevesinde hareket etmediği gibi imparatorluğu ya da gücü ne kadar büyük olursa olsun herhangi bir devletin uydusu haline de gelmez.

ABD, II. Dünya Savaşı’ndan galip çıkmıştı ve İngiliz İmparatorluğu’nun mirasını devralmak üzereydi.

Dünya, bayrakları teslim etme zamanının geldiğini ve Washington’un, dünyanın tamamını etkileyecek, çağın Roma’sı olduğunu anlamaya başlamıştı.

O dönemden beri, ABD’nin Suudi Arabistan’a bakış açısı, bu ülkenin güvenilir bir stratejik ortak olduğudur.

Bu, Suudi Arabistan’ın “Dünya çapında bir milyardan fazla Müslüman’ın güvenliğini ve iyi niyetini” temsil ettiği anlamına gelmektedir. Aynı zamanda Ortadoğu’daki “en kıymetli mücevheri” bünyesinde bulundurmaktadır, o da dev petrol kaynakları ve bunu koruyan Krallık.

Suudi-ABD ilişkileri, özellikle de her zaman zulmeden, ancak her ne hikmetse hiç zulme uğramayan İsrail’in ABD tarafından desteklenmesi nedeniyle, pek çok kez gerginliklere tanık oldu.

1967 savaşı bu gerilimin ana nedenlerinden biriydi.

Suudi Arabistan’ın Arap dünyasındaki duruşu, bu günlerde kutladığımız Ekim savaşı (“Yom Kippur Savaşı” olarak da bilinen 1973 Arap-İsrail Savaşı) sırasında zirveye ulaştı.

Kral Faysal’ın -Allah rahmet eylesin- kararı ile petrol ihracatı durdurulmuş ve üretimi azaltılmıştı ve bu da bir gerginlik nedeniydi.

Bununla birlikte, iki ülkenin liderleri, bu ihtilafların mesafelerini kontrol etmeyi başardılar, böylece ortak işbirliği araçları olumsuz etkilenmemiş ve uluslararası işbirliğini sekteye uğramamıştır.

Eski defterleri açarak hatırlatmaya çalıştığımız bu satırların ardındaki nedenin, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ile ilgili son günlerde yaptığı tartışmalı konuşma olduğu, bir sır değil.

Meseleye son derece sakin ve soğukkanlı yaklaşmalıyız. Zira kızgınlıkla verilen kararların isabetli olması pek mümkün değildir.

Öncelikle “ne yapacağı ve söyleyeceği belli olmaz” şeklinde nitelenen bir Başkanla karşı karşıyayız, yani finansal işlem dünyasından gelen bir gayrimenkuller kralının, Beyaz Saray’da neler yapacağını ve neler söyleyeceğini kimse tahmin edemez.

Beyaz Saray, Thomas Jefferson, Abraham Lincoln, Dwight Eisenhower ve John Kennedy gibi ağırlığı olan pek çok lideri ağırlamıştır.

Geçmişin bu ihtişamı ile şimdiki dönemin acınası hali arasındaki büyük fark, ayrı bir hikâyedir.

Yakın zamanda yayımlanan kitaplar ve ABD’nin kıdemli ve ünlü araştırmacı gazetecisi Bob Woodward’un “Korku” kitabına baktığımızda Washington’dan gelen haberler bizlere şunu söylüyor.

Başkan Trump yönetimindeki yetkili kişiler, Başkan’ın gelişigüzel ifadeleri ve demeçlerini nasıl tolere edecekleri konusunda ciddi problemler yaşıyorlar.

Durum ne olursa olsun, Suudi Arabistan ile ilgili gerçekçi olmayan beyanlar karşısında duygusallıktan uzak, kararlı ve rasyonel bir cevap verilmesi gerekiyordu.

Zira ancak bu şekilde Amerikan devlet adamının zihin dünyasına ulaşılabilirdi.

ABD’nin tutumlarında belirleyici ve önemli faktörün Amerikan kurumları olduğunu unutmamak gerekir.

Elbette fert ve onun vatandaşlığı bu mekanizmanın merkezinde durmaktadır.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın verdiği röportajın hemen başında, dik duruş ve kararlığı bir araya getiren bu tavrı hemen görebiliyoruz.

Suudi-ABD ilişkilerindeki güçlü bağları korumaya özen gösterirken, cevap hakkından da vazgeçmiyor.

Suudi Arabistan’ın hızlı ve objektif bir cevap vermesi gerekiyordu, zira ABD’de oluşabilecek çarpık bir imaj, ciddi bir mesele olarak görülmekte.

Kendi arzu ettiğiniz imajı oluşturmak için gerekli adımları atmazsanız, arzu etmediğiniz bir imaja rıza göstermek zorunda kalırsınız, çünkü başkaları bu imajı kendi heva ve heveslerine göre oluşturacaktır.

Hele bir de ülkeniz insan kaynaklarına önem veriyor ve devasa yatırımlar yapıyorsa –Suudi Arabistan’da olduğu gibi- imaj adına atacağınız bu adımlar daha da önem kazanmaktadır.

Çünkü bu yatırımlar kıskançlık bataklığına saplanmış pek çok kimsenin hoşuna gitmeyecektir.

Prens Muhammed, Trump’a cevap verirken yakın tarihten yani iki yıl önceki Obama döneminden argümanlar kullanmıştır.

Altı Gün Savaşında Araplara yapmadığı kötülüğü bırakmayan Lyndon Johnson’dan bu yana hiçbir ABD Başkanı Obama kadar kötülük yapmamıştır.

Obama, Arap dünyasını parçalamak ve ortadan kaldırmak için çok çalıştı, zehirli rüzgârları Suudi Arabistan caddelerinde, hem de ters yönde esip durdu. Krallık sağlam bir dağ gibi yerinde dururken, Obama silinip gitti.

Veliaht Prens bu röportajında, Obama ve onun yanında yer alan Arap dünyasındaki ihanet gruplarının Mısır’ı istikrarsızlaştırmak için ölesiye nasıl çabaladıkları ortaya koydu.

Elbette bu çabalara tepki öncelikle Mısırlılardan geldi, 30 Haziran 2013’te sokaklara döküldüler ve başta “Devrim Rehberi” Hamaney ve onun işini kolaylaştıranların iktidardan düşmesini talep ettiler. Burada işaret edilen kişinin Obama olduğu kesindir, zira İran’ın işini kolaylaştıran odur. Kenan diyarı dimdik ayakta kaldı, kendini korumasını bildi ve Yüce Allah’ın inayetiyle bu topraklar gerçek varislerinin elinde kaldı.
Lojistik ve askeri olarak bütün dünya, toprakların gerçek sahipleriyle savaşmaktadır. O ülkenin insanları ise bu toprakların gerçek muhafızlarıdır. Onlar, güvenlik ve emniyetin anahtarlarıdırlar. Her türlü fedakârlığı yaparlar. Mukaddesatları uğrunda canlarını ve mallarını feda etmekten çekinmezler.

Prens Muhammed ayrıca, ABD’den alınan milyarlarca dolarlık silahların, ABD ekonomisinde iş fırsatları yarattığını, sıradan Amerikan vatandaşlarının dahi bundan faydalandığını hatırlattı.

Washington’un Riyad’ı minnet altında bırakacak bir hizmet sunmadığını bilakis yapılanın uluslararası alanda alışageldik bir alım-satım işlemi olduğunu ifade etti.

Bloomberg editörlerine verilen röportajı okuyanlar, Prens Muhammed bin Selman’ın insan psikolojisine ve genel anlamda psikoloji ilmine ne kadar vakıf olduğunu hemen anlamışlardır.

Dolayısıyla bazen tek bir aile içinde dahi görebileceğimiz ve bir orana vurduğumuzda % 1’lik bir kısmı dahi oluşturmayacak ihtilaflı konulara değinmemiştir. Zira bu küçük oranın, % 99’luk tarafı oluşturan işbirliği kısmını yıkmasına müsaade edilmemesi gerekir.

Bu şekilde hikmetli davranmak, kendini aşmışlığı gerektirir. Cezalandırmaya gücün yettiği halde affetmek gibi bir tavırdır bu, zira canı yanmış birinin bunu yapması hiç de kolay değildir.

Bay Trump ve danışmanlarına birilerinin, dünyanın ABD’den ibaret olmadığını hatırlatması gerekir.

“Tek Süper Güç ABD” efsanesi, bir daha tekrarlanmamak üzere bitti. Hatta iki kutuptan birini tercih etme dönemi de bitmiştir.

Bakın işte Rusya ve Çin Körfez, Ortadoğu, Afrika ve Asya’da ABD’den daha etkin olabilmek için birbirleriyle çekişiyorlar.

Dünya artık çok kutuplu bir sisteme doğru kayıyor ve bunun gerçekleşme vakti de çok yakındır.