Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suudi Arabistan’ın dünyayı sözde tehdidi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Paris’te Fransızca olarak yayınlanan Jeune Afrique (Jön/Genç Afrika) dergisinde 3 Mart 2018’de 2982 sayısı ile neşredilen bir makale dikkatimi çekti. Makale, Beşir bin Muhammed’in “Görüş” adlı köşesinde “Suudi Tehdidi” başlığıyla yayınlandı.

Yazar, makalesinin başlığını “Suudi Tehdidi” olarak seçmesine rağmen, Suudi Arabistan’ın dünyanın güvenliği ve istikrarı için bir tehdit oluşturduğunu kanıtlamak üzere tek bir delil sunmadı. Delil ve kanıtlarla yazmak yerine, önermeler ve cümlelerle geçiştirmeye çalışıyor. Bunlar da Batı medyasındaki bazı Batılı yazarların, cehaletlerinden ya da gerçekleri bilmemelerinden dolayı Suudi Arabistan aleyhine kasıtlı olarak yaptıkları basmakalıp, yalan-yanlış yayınların bir tekrarı ve kopyasıdır. Aşağıda, makalede yer alan bazı yanlışlıklara değinileceği gibi iddialar ve olaylardaki verilerin geçersizliği ve gerçeklikten ne kadar uzak olduğu da anlatılacaktır.

Yazar, Suudi Arabistan Krallığı’nı radikal gerici İslami anlayışı benimseyen Vahhabi düşüncesini yaratan ve Müslüman ülkelerdeki radikal Vahhabi grupları finanse eden, destekleyen ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler, İran ve Lübnan’daki Şiiler gibi Vahhabi olmayan gruplarla savaşan bir devlet olarak niteledi. Ayrıca bizzat İslam içinde de fitneyi körükleyen ve tefrika yaratan bir ülke gibi lanse etti.

Yazar yine Krallığın, Yemen’e karşı nafile bir savaş yürüttüğünü, Suriye’deki savaşları körüklediğini ve Irak’ta Sünni azınlığı desteklediğini belirtti. Son yazısında, Beşir bin Ahmed, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın sadece askeri ve mali kapasiteye sahip olduğunu, bu yüzden de sorunlu bölgedeki savaş ateşini körükleyebileceğini iddia etti. Bu makaleyi dikkatlice okuduğunda, yazarın görüşlerinde isabet olmadığı, analizden tamamen yoksun olduğu ve indirgemeci bir yaklaşım sergilendiği görülecektir. Suudi Arabistan Krallığı’na karşı düşmanca bir tavırdan yola çıkarak, ya Krallığın yeri, tarihi statüsü ve rolünü bilmediğinden ya da işine öyle geldiğinden bu nitelemeleri yapıyor. Ayrıca krallığı sürekli suçluyor, ancak biraz da olsa insaflı davranabilir, doğruları zikredebilirdi. Suudi Arabistan ile ilgili sokaktan bir adam tarafından dahi bilinen bazı gerçeklere değinebilirdi. “Jeune Afrique” büyüklüğündeki bir dergide makale yazan bir yazarın bu gerçekleri bilmemesi düşünülemez.

Suudi Arabistan, ideolojileri dünyaya ihraç etmiyor ve dünyadaki herhangi bir ülkeye de tehdit oluşturmuyor. Kral Abdülaziz Bin Abdurrahman Al Suud tarafından inşa edilen dış politika, uzun süredir devam eden yerleşmiş bir ilkeye dayanmaktadır, o da: Devletlerin içişlerine müdahale etmemek…

Suudi Arabistan, başta Afrika ve Asya’daki sömürgecilikten kurtulan ülkeler olmak üzere İslam ülkelerini sürekli desteklemiş ve yardım etmiştir. Ancak bu destek, belli politikaları ve Krallığın pozisyonlarını destekleme şartına bağlı olmamıştır. Bilakis bu destek ve yardımlar, Komünizm, kapitalizm, milliyetçilik ve mezhepçilik gibi devrim ve ilkelerini diğer ülkelere ihraç eden birçok ülkenin aksine, salt İslami veya insani dayanışmadan dolayı yapılmıştır. Suudi yardımları dünya çapında 90’dan fazla ülkeyi kapsamakta ve gayrı safi milli hâsılanın yüzde 1,9’luk kısmı buna harcanmaktadır. Oransal olarak dünyada ilk sırayı almaktadır. En büyük kalkınma bağışçıları listesinde dördüncü, insani yardımda yedinci, Arap dünyasında ve Orta Doğu’da ilk sırada gelmektedir.

Yazar, Suudi Arabistan’ın tarihte başka bir ülkeyi işgal etmediğini, dünyanın herhangi bir bölgesine yönelik bir tehdit olmadığını, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olan dünya savaşlarının bir parçası olmadığını, herhangi bir kıtada kölelik ve esaret uygulamadığını, Afrika ve Asya halklarının mallarını çalmadığını objektiflik gereği zikretmesi gerekirdi.

Suudi Arabistan Krallığı, halkının ve toprağının savunulması dışında silah kullanımına başvurmaz. Bu, -kendini savunma hakkı- tüm uluslararası sözleşmeler ve yasalar tarafından garanti altına alınmış bir haktır. Yemen ve Kuveyt’in işgalinde (1990) olduğu gibi kardeş devletler bir tehlikeye maruz kaldığında yardımcı olmak babında silah kullanılmıştır. Bu da ülkenin meşru hükümetinin talebi üzerine yapılmıştır.

Suudi Arabistan Krallığı sözde siyasal İslam’ın yayılmasının arkasında değildi, ancak bu olgu Müslüman ülkelerde sömürgeci güçlerin girişine bir tepki olarak geldi. Ayrıca Radikal hareketler ve gruplar Arap ya da İslami devletlerin tamamında etkili olmuşlardır. Suudi Arabistan bu durumdan en çok etkilenen ülkelerden birisidir. Dolayısıyla bu hareketlerle en fazla savaşan ülkelerdendir. Suudi Arabistan, Radikal Düşünceye Karşı Uluslararası Koalisyonun ve Terörle Mücadele İslam Askeri Koalisyonunun kurucusu, lideri ve ayrılmaz bir parçasıdır. Kendi topraklarında ılımlılık ve orta yolu yaymak için -İslam’ın da çağrısı budur- merkezler vardır.

Öte yandan Suudi Arabistan Krallığı, kendi gücünü, topraklarındaki petrolün varlığından ya da -makalenin yazarı tarafından belirtildiği üzere- enerji kaynaklarına sahip olmasından almaz. Ancak coğrafi, tarihi ve kültürel konumundan alır. Makalenin yazarı, Suudi Arabistan’ın, Müslümanlar için dünyanın en kutsal yerinde olduğuna işaret etmeliydi. Suudi Arabistan iki kutsal mescidin/haremin hizmetkârıdır ve bunları geliştirmek ve yönetmek için milyarlar harcamaktadır. Yazar, bu kutsal toprakların dünyada Müslümanların kalbi/merkezi olduğunu, Vahyin burada indiğini, içerisinde İslam’ın elçisinin –sallallahu aleyhi ve sellem- dünyaya geldiğini nasıl bilmez ya da görmezden gelir? Beşir bin Ahmed bu gerçekleri biliyordur, ama önceden de söylediğimiz gibi, kendince bir amaç için onları görmezden geliyor. Ancak bu tutum, basında yarım asırdır çalışan ve bir Arap ülkesinde bakanlık görevlerinde bulunan bir adamın güvenirliliğini bitirebilir.

Analistlerin neredeyse tamamı, Kral Selman bin Abdul Aziz ve onun varisi olan genç Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından yönetilen Suudi Arabistan’ın, önümüzdeki dönemde bütün dünyada ağırlığını hissettireceği gerçeği üzerinde ittifak etmiş durumdalar. Analistler Muhammed bin Selman’ı dünyanın en etkili isimlerinden biri olarak tanımlıyorlar. Modernleşme ve gelişimin hareketine önderlik yaptığı gibi radikal ideolojiye ve teröre karşı savaşı da amansız bir mücadele yürütüyor. Bütün bunları gelişmelere açık dinamik bir zihin yapısıyla gerçekleştirdiği gibi zamanın ruhunu da doğru okumaktadır. Son olarak, bu tür kalemlerin Suudi Arabistan’ı övmesi veya nazara vermesi beklenen bir durum değildir. Ama en azından okuyucuya saygılı olmalıdır. Zira artık onlar – teknolojik gelişme, gerçeklere kolay erişim ve yalanların hemen tespiti sayesinde – “Suudi tehdidi” gibi iddiaların geçersizliğini çok rahat keşfedebilirler.