Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Tarihin çöplüğüne kim yuvarlandı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Yaklaşık yarım yüzyıl önce, Baas Partisi’nin Suriye kanadı o günlerde olağanüstü bir ulusal kongre düzenlemişti, şiddetli bir hale gelmiş krizin üstesinden gelmek için düzenlenen 10. Olağanüstü Kongre’ydi bu.

Kongre’nin acilen toplanma sebebi 1966’dan itibaren kademeli olarak bu Arap ülkesinde güç denkleminin ana figürü haline gelen Savunma Bakanı Hafız Esed’in çıkardığı bir krizdi.

1949’da Hüsnü Zaim darbesiyle başlayıp 1970’deki darbeyle sona eren bir dizi askeri darbeye müptela olan bu ülke, tiranlıkta eşi benzeri görülmemiş bir rejime dönüştü. Babadan oğula geçen bu rejim, Suriye’yi bugünkü mevcut imha ve yıkıma sürükledi.

Ailevi koşulları Lübnan’daki bir üniversitede tıp eğitimi almasına olanak sağlamaması nedeniyle askeri yönelimi olan Hafız Esed, 1958’de Suriye ve Mısır birleştiğinde alt rütbeli bir teğmen oldu. Suriye o dönem “Birleşik Arap Cumhuriyeti”ne dönüştü, geleceğin kapıları ise ancak yol arkadaşlarına karşı yaptığı sivil darbeyle 1970’de kendisine açıldı ve en önemli Arap ülkelerinden birinin Cumhurbaşkanı oldu. Rejimi cumhuriyetçi bir yönetimden Beşşar’a kadar ulaşan bir saltanat rejimine dönüştürdü, Beşşar ise o sıralarda büyükbabasının adını taşıyordu.

Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın İkinci Ordu’da, yani Suriye ordusunda bazı Baasçı subayları görevden alması, bu Arap ülkesindeki tüm bu gelişmelerin başlangıcını teşkil etti. Bunu da Suriye’den Mısır’a bir askeri darbe geçişini önlemek için yaptı zira bunlar birçok askeri darbe sürecine katılmışlardı. Bunlar Kahire’de beş kişilik bir grup oluşturdular.

Üç tanesi Alevi/Nusayri mezhebindendi, bunlar: Sonradan 1974’te Lübnan’ın Trablus kentinde öldürülecek olan Teğmen Muhammed Umran, Esed darbesinden sonra Mezze Cezaevi’ne konulan ve kapalı zindan kapıları arkasında ölene dek hayatını geçiren Salah Cedid, Teğmen Hafız Esed; ikisi ise İsmailiyye mezhebinden idi, Bunlar ise; Yüzbaşı Abdulkerim Cundi ve Ahmed Mir) Daha sonra aralarında Emin Hafız ve Selim Hatum gibi Irak’taki Baasçı “Devrim” den bir ay önce 8 Mart 1963’de “Devrim” gerçekleştirenlerin de bulunduğu “dekoratif” parlak bazı askeri isimlerin eklendiği bir gruptu.

Bu “Mart Devrimi”nden sonra Salah Cedid, Askeri Subaylar Komitesi’nin başına geçti. İlk aldığı karar Hafız Esed’i albay rütbesine yükseltmek ve ona Suriye Hava Kuvvetleri’ni teslim etmek oldu. Bu rütbe yükseltme, varlığını halen devam ettiren bu rejime onu götüren yolda, ikinci önemli adımdı.

Üçüncü adım ise, kendisinin askeri görevlerden el çektirilip Baas Partisi’nin Genel Sekreter Yardımcılığına getirilmesi ile olmuştu ve böylelikle Hafız Esed 1966’daki darbe sonrası rejimin en güçlü adamı haline geldi.

Böylece, eski Suriye cumhurbaşkanı, her şeyin askeri ve siyasi olarak kontrol altına alınmasını sağlayan güç oldu ve sivil bir darbeyle neticelenen 10. Olağanüstü Ulusal Kongre’nin toplanmasıyla da Devlet Başkanı oldu.

Bu Kongre’de kendisinin en büyük destekçileri Mustafa Talas, Abdulhalim Haddam ve Rıfat Esed idi.

Hikmet Şihab gibi bazı üst düzey komutanlar da dâhil olmak üzere hepsinin akıbeti yurtdışında siyasi mülteci olarak yaşamak oldu.

10. Olağanüstü Kongre’de sayıca ağırlığı olan “Salah Cedid Grubu” olarak bilinen grup, Hafız Esed ve Mustafa Talas’ı emekliye sevk etmeye ve Parti’de görevlendirmeye karar verdiler. Ancak Parti’nin aldığı bu kararın daha en baştan çöpe atılacağı belli olmuştu ve Suriye, önceki askeri darbelere ek olarak yeni bir askeri darbe beklemeye başladı.

Kongre’deki en önemli kararların hedefi olanlar, bu kararlara uymadılar ve ülkedeki atmosfer darbe atmosferi haline döndü.

Yeni yönetim şekli, formalite icabı Baasçı, ancak aslında bir aile saltanatı olacaktır. (Büyük) Esed’in ölümüyle gerçekleşen tam da bu oldu ve (küçük) Esed geldi.

Gün geçmemişti ki askeri birlikler Şam’ı kuşatırken, Mig jetleri de Suriye’nin başkenti üzerinde, ses duvarlarını yırtan sortiler yapıyorlardı. Durum tam da şairin dediği gibi olmuştu:

“Şam umutsuzluk ile huzursuzluk arasında uyuyor,

Ey Hafız Esed seni kim kurtaracak?..”

Üniversitelerde, okullarda, kamplarda herhangi bir direniş olmaksızın tutuklamalar başladı ve bu durum Kongre’nin bazı üyelerine kadar uzanmaya başladı. Ancak bu tutuklamalar Başkan Nureddin el-Atasi, Salah Cedid, Yusuf Zein, Muhammed Aşşavi ve diğerleri gibi üst düzey yetkililere ulaşmamıştı.

“Araplar”ın en üst düzey Baasçı liderleri kısmen de olsa hala saygı görüyordu. Hatta Olağanüstü 10. Ulusal Kongrenin kararlarıyla, onları hedefe koyan kişiler olmalarına rağmen, haklarında işlem yapılmadı. Bunlardan biri- yaklaşık 9 yıl askeri darbe girişimine katılma suçlamasıyla hapis yatmış, orduda tanınmış bir subay- Hafız Esed ile Genelkurmay Başkanlığı’nda buluşmak için gitti. Bu, fırtınalı bir toplantıydı, iki saatten fazla sürdü ve yüksek sesle konuşmalara sahne oldu.

Kabile kökenli (Bedevi) Baasçı “Arap” tehditkâr bir tonla şöyle dedi:

“-Sayın Refik (Ebû Süleyman)- eski yoldaşları arasında bu şekilde bilinir ve böyle çağrılırdı- Size düşen Parti’nin kararlarına uymaktır aksi halde sonun (tarihin çöplüğü) olacaktır!”

Uzun zaman önce yaşanan bu olayda aktarıldığı kadarıyla Esed yumruğunu onun önündeki masaya vurdu, zira bu oturumun bir an önce bitmesini istiyordu ve şöyle dedi:

“Kim tarihin çöplüğüne gidecek göreceğiz sayın Yoldaş!”

Bundan hemen sonra, üst düzey Baasçı liderlerin ve üst düzey parti ve devlet görevlilerinin tutuklama dalgası başladı.

Bunu, “Tashih hareketi” adı altında «1 numaralı askeri harekât» takip etti. Onu daha sonra eski Deyr-i Zor Valisi, Katar liderliğinin sonraki dönem üyesi Muhammed Haydar’ın Şam Radyosu’ndan yaptığı anons izledi. Bu şahsın akıbeti de ABD’ye siyasi mülteci olarak sığınmak oldu ve uzun yıllar geçmesine rağmen muhtemelen halen oradadır.

Yukarıda bahsi geçen bu Baasçı «Arap» sonradan tutuklandı ve birçok Suriyeli evladın gelip geçtiği meşhur Mezze hapishanesinde yaklaşık çeyrek yüz yıl tecrit edildi. Nice vatan evlatları bu kapalı hücrelerin kapılarının arkasında ya da uzun yıllar kalmaktan yakalandıkları cezaevi hastalıklarıyla beraber uzaktaki sürgün yerlerinde hayatları heba edildi. Elbette ki bunların acıları uzun yıllar boyunca devam etti.

Nihayetinde, burada önemli olan ve uzun yıllar sonra sorulması gereken şey şu aslında: Tarihin çöplüğüne giden gerçekten de kim oldu?

Korkunç Mezze Hapishane hücrelerinden birinde yatıp 24 yıl sonra serbest bırakılan o Baasçı “Arap” mı?

O Arap ki ülkesine döndü ve son 7 yılda yaşanan Suriye’deki tüm trajedileri takip ederek, bu “tarihin çöplüğü” hikâyesini hatırladı.

Elbette çöplüğe giden o kişi bu genç değildi. Bilakis bu büyük Arap ülkesini şu anki haline getirenlerdi…