Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Tek çözüm: İran rejimi ile yüzleşmek | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geçen Pazartesi günü gazetemizde ‘İran’ın düşmanca uygulamalarıyla yüzleşmek gönlünü almak değil’ adı altında Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Prens Halit Bin Selman’ın uzun bir makalesini yayınladı. Makalede, sayın büyükelçi uğursuz ‘nükleer anlaşmayı’ ortaya çıkaran İran’ın gönlünü alma yaklaşımı ile Suudi Arabistan’ın gerekli gördüğü İran’la yüzleşme arasındaki farkı ve yüzleşmekten başka bir çözüm olmadığını gözler önüne seriyor.

İster batılı olsun ister doğulu, ciddi bir araştırmacının göz ardı etmeyeceği bilgi, detay, gerçek ve analizler içeren bu değerli makale Suudi Arabistan ve bölgedeki müttefiklerinin İran’a karşı resmi tutumunu tarihsel, ekonomik ve gelişimsel yönleriyle ele aldı.

Makalenin bu zamanlarda yayınlanması manidar, zira; mevcut ABD yönetimi ve Başkan Trump, Suudi Arabistan’ın İran politikası ve bu ülkeye karşı yönelişine tam olarak ikna olmuş durumda, bazı Avrupa ülkeleri Amerikan baskısından sonra tutumlarını geliştirmiş ve önceki çekimser tutumlarından vazgeçmişlerdir, baskı ve yaptırımlar altındaki İran rejimi ise bazı Körfez ülkelerine dostane mesajlar iletmektedir.

İran bu aralar kötü günler yaşamaktadır; Suudi Arabistan ve müttefikleri İran’ın bölge ülkelerindeki müdahalelerine karşı güçlü bir politika sergiliyorlar, bu politika İran’ın iç işlerine müdahale ettiği ve kontrolünü elinde tuttuğunu iddia ettiği dört Arap ülkesinde özellikle görülmektedir; bu ülkeler, Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye. Yemen’de “Kararlılık Fırtınası” ve “Umudu geri getirme”, Yemen Ordusu ve Suudi Arabistan’ın liderliğindeki Arap koalisyonu İranlı Husi milisleri kıskaç gibi çevrelemiş durumda, Irak’ta insanlar İran politikasına hizmet ederken Irak halkının ve Devletinin çıkarlarına zarar veren politikacılara karşı ayaklanıyor, Suriye ve Lübnan İranlı milislerin peşinden koştukça derin bir kültür gerilemesi yaşıyor.

Veli Fakih ideolojisinin en büyük kurbanı İran halkının kendisidir ve bu halk sık sık protestolar düzenlemektedir. Zaman geçtikçe ve İran rejiminin önündeki engeller ve yaptırımlar çoğaldıkça ve özellikle Amerikan yaptırımları uygulamaya kondukça bu protestoların frekansı çoğalacaktır.

Prensin makalesi İran terörizminin kronolojisini de göz önüne serdi; Lübnan’da seksenli yıllarda Amerikan silahlı kuvvetlerinin hedef alınması, doksanlarda Suudi Arabistan’ın Huber kentindeki patlamalar, 2003 yılı sonrası Irak’taki olaylar, İran’ın bölgede ve dünyada Sünni ve Şii terörü desteklemesini tartışma kabul etmeyen rakamlarla göz önüne serdi. İşte bu gerçekler Suudi Arabistan’ın İran rejiminin kötülüklerinin önünde durmasını gerektirdi ve makale bunu defalarca kararlılıkla tekrarlıyor.

Suudi Arabistan ve İran karşılaştırılırsa Suudi Arabistan her konuda daha üstün olacaktır. Bu su götürmez bir gerçektir, hatta ve hatta mukayese etmek ve karşılaştırmak esasen hatadır, zira; Suudi Arabistan veliahdının birçok kez söylediği gibi, İran hiçbir zaman Suudi Arabistan’ın düzeyinde veya kalibresinde olmamıştır. Ama, bu tür karşılaştırmalar yapmak ve gerçekleri göz önüne sermek gerçeklerin ortaya çıkması ve herkesin ileride ona göre politik tutumunu belirlemesi için önemlidir.

Bu bağlamda, Türkiye ve Katar’ın desteklediği Müslüman Kardeşler Örgütünün radikal projesi altında dünya ve bölgede terörün, yıkımın ve kaosun gerçek derinliğini temsil eden ve İran’ın büyük müttefiki olan ülkeler, cemaatler, partiler ve akımlarla birlikte dünyanın her yerinde Siyasal İslam’ı yayan Müslüman Kardeşler Örgütünün ana ve tali şubeleri var. Bu akımlarla birlikte Müslüman Kardeşler Örgütünü terörist olarak tanımadan ve sınıflandırmadan terörizm ne duracak ne de gerileyecektir. Bazı ülkelerin bu akımın liderleri ve sembollerine emniyetli yerler sunmaktan çekinmezse bu akımın tekrar tekrar hortlayacağı kesindir.

Terörün kurucusu bu radikal örgüte karşı tutum alınmasını ilk defa Suudi Arabistan ve bölgedeki müttefikleri başardı ve Müslüman Kardeşler Örgütü Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’da terörist bir örgüt olarak tanımlandı. Bu konu şu an Amerikan Kongresinde ve İngiltere’de de daha sıklıkla görüşülüyor.

Başkan Trump iki önemli açıklama yaptı: İlki, İran ve İran’ın Amerika’ya ve müttefiklerine karşı savaşlar, sabotaj ve yıkım hakkında savaşların anasını yapmakla ilgili boş tehditleri. Bu tehditlerle ilgili Trump, Başkan Ruhani’nin Amerika’nın bu türden tehditleri kabul etmeyeceğini uyardı, İran’ın buna uymaması halinde çok az kişinin tanık olduğu büyük olaylara şahit olacağının altını çizdi. İranlı karar alıcıları, rejimin düşmesini istemedikleri için bu tehdidi ciddiye alacaklar ve İran’ın dini lideri ve cumhurbaşkanı kibirlerini ve onurlarını korumaya çalışarak sessizliğe bürünerek Kasım Süleymani’nin tweet ifadeleriyle yetindiler.

Başkan Trump’ın ikinci açıklaması Türkiye’ye yönelikti ve Erdoğan’ın eski hocası ve şimdiki düşmanı olan ve birkaç yıl önce darbe denemesiyle suçlanan Gülen’le işbirliği yaptığından gözaltına alınan Amerikalı rahiple ilgiliydi ve Türkiye, tabii ki bu tehdide boyun eğdi.

Birçok sebepten dolayı, Suudi Arabistan İran’ın tehlikeli politikasına karşı tutum sergilemesi konusunda ABD’den daha hızlı davrandı, zira; örneğin, Suudi Arabistan İran’ın tehlikeli rolünün farkında olan ve bu rolü durdurabilen bölgenin büyük ve ağırlığı olan devletidir, ayrıca, eski ABD yönetimi düşmanlarıyla yüzleşmektense gönlünü almayı amaçlıyordu, günümüz yönetimi ise ABD’nin yüzünü kendine, müttefiklerine ve çıkarlarına çevirdi ve işler değişti.

Makalede Prens Halid Suudi Arabistan veliahdının Fransa’da yaptığı açıklamayı hatırlattı: Avrupa ülkelerinin 1938’den önce Hitler’i yatıştırma girişimleri İkinci Dünya Savaşına neden oldu, çatışmadan kaçınma ve yüzleşmeyi geciktirmenin maliyeti, insanlığın yaşadığı en kötü savaşta insan, ülke, kültür ve ekonomideki milyonlarca zayiattı. Aynı şey bugün İran’la yaşanmaktadır.

İran rejiminin liderleri, batıl inançlara inanan ve politikalarını bu batıl inançların üzerine temellerini inşa eden ideolojik politikacılardır ve politik söylemleri hegemonyalarını ve nüfuzunu Arap ülkelerinde yayma üzerindedir. Bu politikacılar İran’ın nüfuzunu yaymak için Humeyni zamanında doğrudan savaşla ve Hamaney zamanında ise Şii terör örgütleri ve Sünni terör örgütlerini kullanarak “devrimin ihracını” gerçekleştirmeyi metot olarak benimsiyor. İdeolojisine körü körüne bağlanan radikaller, Nazi, İhvancı veya Velayet-i Fakihçi olsun, güç ve kuvvet dilinden başka bir dil bilmez.

Sonuç olarak, Suriye’de rejim ve DEAŞ’ın eliyle Dürzilerin katliama uğraması, Yemen’de Husilerin inatlaşması, Irak halkının elektriksiz bırakılması ve İran’da halkın veli Fakih rejimine karşı ayaklanması günümüzde gerçekleşen olaylar olmasına karşın, geçmişe uzanan fenomenler olmakla birlikte, geleceğin nasıl olacağına dair de bilgi vermektedir.