Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Teslim olmak seçenek değildir! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Başlık benim değil, Amerikan Milli Güvenlik Müsteşarlığına yakın zamanda tayin olunan ve Nisan ayının ortalarında işlerine başlaması beklenen Sayın John Bolton’un kitabının adı.

Bir Körfez ülkesi başkentinde sayın Bolton’la şahsen tanışmıştım ve kendileriyle başka davetlilerle birlikte, uluslararası ilişkilere olan bakış açısını konuşmuştuk. O zamanlar negatif çatışma prensibini benimseyen Obama dönemiydi ve Bolton’un bir pozisyonu yoktu. Konuşmada Bolton, orta doğuyla, ve özellikle İran’la ilgili olarak, Obama’ya olan karşıtlığını gizlememiş ve ABD başkanının politikasının Tahran’ın rızasını almaya yönelik olduğunu ve bunun uluslararası ilişkiler ve bölgesel barışa negatif etkisi olacağını dillendirmişti.

Bolton avukatlık yapmış ve Oğul Bush yönetiminde Birleşik Devletlerin 2005-2006 yıllarında Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği görevini üstlenmiştir. O dönemde basın mensupları, Bolton’un da aralarında olduğu, Bush’un etrafındaki yetkililerin çoğuna yeni-muhafazakar (neo-conservative) lakabı takardı. 2007’de yayınladığı “Teslim olmak bir seçenek değildir” kitabında Bolton, çalıştığı ve elemanı olduğu Dışişleri Bakanlığı bürokrasisini eleştirmekten çekinmiyor, bakanlığın bürokratik tutumunun ABD’nin küresel pozisyonuna uymadığını savunuyor ve hantallığından dem vuruyor. Kitabında, Bolton, Birleşmiş Milletler’deki çatışmalarını da detaylı anlatıyor ve bürokrasisini ve savurganlığını eleştirirken, kurumsal reforma olan ihtiyacını dillendirirken üyesi olduğu bazı ülkelerin ve özellikle bazı küçük ülkelerin, kendince, problem yaratmasını eleştiriyor.

Bolton’un ulusal güvenlik danışmanı olarak görevlendirildiği açıklanmasından sonra, bu adaylık daha önceki siyasi pozisyonlarını bilen Kuzey Kore ve İran tarafından eleştirildi, bu tepki normaldir, zira; Bolton’a göre İran ve Kuzey Kore “başarısız devletlerden” başka bir şey değil!

Bolton’un tayini Mike Pompeo’nun da Dışişleri Bakanı olarak aday gösterilmesinin ardından gerçekleşti. Pompeo da özellikleri olan bir kişi, ABD Temsilciler Meclisi’ne birkaç kez seçildi, Harvard Üniversitesi’nden hukuk alanında yüksek lisans derecesine sahip, hem askeri hem akademik bir geçmişe olan biri. En önemli çalışması Hillary Clinton’un Dışişleri Bakanlığı döneminde Eylül 2012’de ABD’nin Bingazi’deki Libya Büyükelçisi’nin öldürülmesini araştıran komitenin başkanlığıdır!

Bu atamalarla, Başkan Trump’ın ekibi neredeyse tamamlanmış olur ve dış politikası üçüncü aşama olarak tanımlanabilecek merhaleye girmiş olur. İlk aşama, seçim kampanyası sırasında ve dış ilişkilere yönelik tezleriydi, ikinci aşama ise, yönetimde geçen yıl boyunca dış politikadaki karmaşa ve değişim aşamasıydı, üçüncü aşama ise istikrar ve kararlılık safhasıdır!

Her zaman ortaya şu soru atılır, bireylerin politikaya, özellikle de ABD dış politikasına etkisi ne kadardır? Yoksa dış politikayı belirleyen bir tek kurumlar mıdır? Konuyla ilgili bazı görüş ayrılıkları ve hatta tartışmaların olduğu kesin, bazıları ikisinin de etkili olduğunu söylüyor. O zaman da şu soru akla gelir, ABD dış politikası hangi oranda bireylerin fikirleriyle, hangi oranla da kurumların fikirleriyle oluşuyor? ABD başkanına verilen yetkililer göz önüne alındığında, politikaları, özellikle dış politikaları, kendi başına ve sınırlı sayıda çalışanı ile şekillendirebildiğini ve durumun şu anda on dört aydır bu şekilde sürdüğünü söyleyebiliriz. Seçilmesinden sonra birçok kişiyi önemli pozisyonlarda deneyen Trump, yönetime geldiğinden beri var olan hataları düzeltmeye çalışmakla uğraştı. Bu da, geleneksel politika dışından gelen bir kişi için doğaldır. Tarih okuyanlar kişilerin olaylara çok güçlü etkilediğini görürler, bu dünyada olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde de geçerlidir…. Söz konusu bu etkileyici kişiler sürüden ayrılarak doğru olduğuna inandıkları uğuruna kendi başlarına iş yapmışlardır.

Trump’un yükselişini öngören kitaplar bile seciyesi ve kendine has yöntemler kullanmasından bahsettiler; gazeteci Joshua Greene tarafından yazılan ‘Şeytanla Anlaşma’ kitabında Trump’ın seçim kampanyasının ikinci yarısının yöneticiliğini yapan ve “Trump’ın beyni” olarak adlandırılan Steve Bannon’un, Trump’ın yardımcılarına ‘Tavsiyelerinize karşı geldiğinde karışmayın, karakteri ve seciyesi bize oy kazandırır’ dediğini aktarır. İşte Trump’ın bu seciyesi yardımcılarıyla karşı karşıya gelmesine ve, Bannon’dan dahil olmak üzere, yardımcılarından kurtulmasına neden olmuştur.

Trump’ın politik performansı hakkında kesin bir hüküm vermek için daha erken, ama kesin olan şu ki, Trump geç Amerikan Başkanları arasında istisnai bir kişidir, bildiğini okur ve ‘kurumların’ tavsiyelerini dinlemez. Takımı tamamlanmadan önce de, Obama’nın İran’a yönelik ‘rıza isteme’ ve ödün verme politikasının yanlış olduğuna Obama’nın manevralarının politik yönden önemsiz ve değersiz olduğuna inanıyordu. Trump’a göre, Obama politikalarından yararlanan bir tek İran olurken, zararla çıkan ABD olduğuna inanıyor. Avrupa’ya gelince, Trump’ın bu konudaki vizyonunu ancak diplomatik baskıyla onayladı ve nükleer anlaşmadaki hataların düzeltilmesinden yana bir tutum sergiledi. Fransız Dışişleri Bakanının Tahran’daki arabuluculuk işlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla Avrupalılar İran’ın ‘Pastayı yemekten başka tümünü kendine saklamayı’ hedeflediğine inanmaya başladı.

Trump’ın yöntemlerinden biri de ‘hoşnutsuzluğun biriktirilmesi’ yöntemidir. Bu yöntemle, Trump, Obama politikalarına karşı Amerikan vatandaşlarının büyük bir bölümünün hoşnutsuzluğunu biriktirmeyi ve Obama’yı, son seçimlerde, Hillary Clinton’la bağdaştırmayı başardı. Yeri gelmişken, hatırlatalım, Clinton, son kitabında, ABD’li vatandaşların mizacını yanlış okuduğunu itiraf etti. Trump, ayrıca, Amerikan kamu oyununun hoşnutsuzluğundan istifade ederek, Kanada ve Meksika dahil, ABD’nin en yakın müttefiklerine dahi ithalat vergisi uygulamasını onaylattırabildi ve dünya ekonomisinin lideri olmak isteyen Çin’i de zor duruma soktu. Trump’ın ithalata vergi uygulamasına karşı Fiiliyatta fazla bir şey yapamayacağını bilen Pekin uygulamayı kınamakla yetindi.

Görünen o ki, yeni takım Trump, yandaşları, muhafazakar kurumların ve dışarıdaki müttefiklerin beklenti çıtasını yükseltirken, yönetim kadroları arasında problemlerin ortaya çıkmasını tarihe gömdü. Bundan sonra, sıcak dosyalar karşısında hibrit veya tereddütlü politikaların uygulanması beklenmemelidir.

Yeni takımın dış politika açısından üç önemli adımı atması gerekmektedir, ittifakların yapılması, önceliklerin belirlenmesi ve çatışma bölgelerinde güç dengelerinin değiştirilmesi için uygulanması gerek yöntemlerin belirlenmesi! Bu hedeflerin üçünün bileşkesi ‘ABD ve müttefiklerinin çıkarlarının savunulması’dır. Uluslararası başkentler, başkanın takımının isteğine göre şekillenerek toplandığına göre, bu adımları beklemektedir! Zira; bundan sonra açıkça görülüyor ki, bu yeni takımın sloganı, ”Teslim olmak bir seçenek değildir”.

Ezcümle:

Birçok ülke Rus diplomatları sınır dışı etti ve bu ülkelerin başında ABD bulunuyor, ‘hoşnutsuzluk’ Rusya Federasyonu üzerinde baskı uygulamak için bir kere daha kullanılıyor, belli ki Rusya’nın birçok dosyada hesaplarını bir kere daha gözden geçirmesi gerekecek!