Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Toplumda ve devlette İslam meşruiyeti | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Tunus Cumhurbaşkanı, Tunus Temsilciler Meclisi’ne haklar (özellikle kadın hakları) ve eşitliğe dair bir yasa tasarısı sundu.

Bu konu, Tunus’taki mirasta kadın erkek eşitliğini savunan kadın derneklerini yıllar önce erkek ve kadın eylemciler ile hukukçulardan oluşan ancak Zeytuna İslam Üniversitesi veya diğerleri tarafından kabul edilen bir din âlimi veya fıkıhçının yer almadığı bir komisyon kurması için Cumhurbaşkanı’na karşı kampanya başlatmaya itmişti.
Komisyonun sonlandırdığı tasarının girişi şu üç çizgide ilerliyor:

İlki, haklar ve ödevlerde vatandaşlar arasındaki eşitliği sağlama konusunda anayasanın ruhuna uygun yasaların geliştirilmesi.
İkincisi bu iş, Tunus’taki İslamî Islah Hareketi’nin bir ürünüdür ve hem metin hem de ruh bakımından Kur’an ve İslam’ın ruhuna uygun düşmektedir.
Özellikle de Şeriat’a bakışta hedef odaklı eğilimin, Tahir el-Haddad’ın ‘Şeriat ve Toplum Arasında Kadın’ adlı kitabının ve Tahir b. Aşur’un Şeriat’ın hedeflerine (Makasıdu’ş Şeria) dair yazdığı kitabının vermiş olduğu bir sonuç.

Elbette bu illet (gerekçe gösterme) çizgisi, onları tam eşitliğin Kur’anî ve Şer’î bir hedef olduğu sonucuna götürmüştür. Bundan dolayı mirasta kadın-erkek eşitliği, Kur’an’ın lafzi metnine aykırı olmasına rağmen eşitlik ve adalet hedefleri şemsiyesi altında bir içtihatla üstesinden gelinebilecek olan Şeriat’ın hedeflerinden biri olarak görülebilir!
Üçüncü çizgi de 1956 yılındaki Medeni Hukuk Kanunnamesi’ndeki düzenlemelerden bu yana Burgibacı Tunus Devleti’nin izlediği modernleşme ve çağdaşlaşmanın ilerlemeci aşamasıdır. Ancak Cumhurbaşkanı el-Baci Kaid es-Sibsi, meclise tasarıyı sunarken yaptığı konuşmasında bu yasa tasarısının ve içeriğinin İslam veya dinle bir alakası olmadığını söyledi ve komisyonun uzun sayfalara döktüğü gerekçelendirme ve fezlekeyi görmezden geldi.

Tabi ki Cumhurbaşkanı Sibsi’nin bu konuşması doğru değil. Zira 2011 yılındaki devrimin ardından kabul edilen Tunus Anayasası’nın ilk maddesinde önceki anayasada da yer alan o madde tekrar edilmiştir: Devletin dini, İslam; dili Arapçadır.

İki kadının payının toplamının bir erkeğe düştüğünü söyleyen Kur’an metni de ortada. Üstelik Kur’an, icma, fıkıh ve örfün (mezhepler arasında detaylı farklar olsaydı) miras konusunda tam bir düzenlemesi var. Nasıl oluyor da bu miras meselesi, din dışı ve Kur’an ile alakasız bir mesele oluyor!

Gerekçelendirmedeki bu üçüncü çizgi (Burgibacı ve 1956 Medeni Hukuk Kanunnamesi) özenli de değil. Çünkü Kanunname ile aynı gün yürütülen reformlar, Burgibacı bir içtihat ya da Burgiba yönetiminin bir yaratımı değildi. Tersine hazırlık komisyonuna bazı hukukçuların yanı sıra Zeytuna alimleri arasında bulunan Djait ve İbn Aşur gibi kıdemli reformcular da katıldı. Bunlar ilgili Kur’an ayetinden kaynaklı sorunların olduğunu düşündükleri çokeşlilik meselesi ile aile dayanışması ve güvenliğinden kaynaklı toplumsal sorunların da yer aldığı diğer meseleler hakkındaki gerekçelendirme ve metinlere onay vermiş hatta kendileri kaleme almışlardı. Özellikle de adaletin türevleri, çok eşlilik ayetinde iki defa zikredilmiştir. Bundan dolayı ölçütün, ne katılımcılar ne Kur’an’ın literal metni ile ilişkisi ne de tefsir, tevil ve içtihattaki başvuru değeri açısından önceki Medeni Hukuk Kanunnamesi deneyimi ile karşılaştırılması doğru olmaz.

Gerekçelendirmedeki üçüncü çizginin yörüngesi özensiz olursa ikinci çizginin rotası da (Şeriat’ın maksadına yoğunlaşma) özensiz olur. Tunuslu ve Faslı önde gelen fıkıh âlimleri, 19 ve 20. yy’da Şeriat’ın hedefleri/maksatları söylemi ile 1884 yılında Tunus Devlet Matbaası tarafından basılan ‘Şeriatın Kurallarına Uygunluk/el-Muvafakat)’ kitabının yazarı Maliki Fakih Şatıbi’nin (H. 790) izinde ayaklandılar. Ancak onların zihnini meşgul eden yalnızca yenilik ve özgürleştirme değil aynı zamanda uygunluk, yönelimler ve genel toplumsal ihtiyaçlardı. Bir anlamda onların diğer kaygıları, toplum ve devlet için ama özellikle de toplum için genel İslamî meşruiyet idi. Komisyon, yasa tasarısının uzun girişinde meşruiyeti, istatiksel bir tarzda anladı: Kızlar, erkeklerden daha eğitimli hale geldi. İşçiler ve geçim insanları arasındaki kadınların sayısı fazlalaştı vs. Bunun için şu Kur’an ayetinin lafzi/zahiri emrini değiştirmeyi engelleyen bir şey kalmaması bir yana durum, bunu savunur bir hale geldi:

“Kendi mallarından harcadıklarını (geçimi sağlamalarını) göz önünde bulundurarak Allah, kimini kiminden üstün kılmıştır”.

İstatistiklere bakarak kanunları değiştirmek, sivil hukukçular arasında bile tartışmalı bir durumdur. Yasal referans, genellikle meclislerin ve devletlerin ortaya koyduğu kanun metni ile devletin hareket noktası olarak görüp anayasasında yer verdiği ve bizzat yasal sonuçları olan şer’î veya Kur’anî metin arasında ortak olduğunda iş nasıl olur? Sonra ‘Biz sizi tek bir nefisten yarattık’ ayetiyle işaret edilen eşitlik, her ne kadar ilkesel planda böyle olsa da lafzî olarak algılandığında mantık dışı bir hal alır. Benim tartışmanın bu kısmında anlatmak istediğim şey, Tunus’taki ve Müslüman çoğunluğa ve İslam tarihine sahip diğer devletlerdeki İslam’ın, toplumun kimliğinin sütunlarından biri ve devletin şahsiyetinin kayda değer bir parçası olduğudur. Bu yüzdendir ki Burgiba döneminde olduğu gibi Tunus modernistleri de ondan kaçamadılar ve yeni anayasada ona yer verdiler. İslam’ın kimliğin sütunlarından biri ve şahsiyetin parçası olduğunu söylediğimizde bu, toplumun meşruiyetinin merkezini de içine alır ve devlet yönetiminde dikkate alınmaya devam edilmesi gerekir. Aşırı modernistliğine rağmen Habib Burgiba, bunun ayırtına vardı ama mevcut Cumhurbaşkanı, kadınca bir yaygaranın, İslam’a yönelik gizli ve kişisel bir nefretin etkisinde kalarak bunu idrak edemedi. Burgiba anladığı bu şey ile kanunname düzenlemesini, fıkıhçılara, reformculara ve toplumlarını kadın aktivistlerden çok daha fazla tanıyanlara havale etti.

Gelin; eşitlik, kanun koyucuların nazarındaki en yüce ilke olduğu sürece miras paylaşımında nihai başvuru noktaları hakkındaki yasa tasarısının içeriğini inceleyelim. Bu tasarı, ailenin reisine veya asıl sahibine eşitliği kabul veya reddetme hakkı tanıyor. Bu, Fransız medeni kanunu ile Batı’daki diğer medeni kanunlarla benzerlik gösteriyor. Bu sayısız anlaşmazlıklara yol açacak. Zira aralarında kadınların da olduğu dindar insanların çoğunluğu buna karşı çıkacak çünkü Kur’an’ın paylaştırmasını, babalarının veya Naile Silini ve onun meslektaşlarının ya da bir başka kişinin paylaştırmasına tercih ediyorlar. Bu, yasaya yönelik sosyal kabulün kimliğin anlamından sonraki ikinci anlamıdır.

Hadi üçüncü ve dördüncüsüne gidelim. Tunus’ta Cumhurbaşkanı’nın partisi olan ve en büyük ekibine oğlunun liderlik ettiği Nida Tunus (Tunus’un Sesi) partisi ile Nahda Hareketi arasında siyasi bir çatışma söz konusu. Herkesin gözü, önümüzdeki milletvekili ve başkanlık seçimlerinde. Başkan’ın partisini kimin temsil ettiği sorunu şimdi geri dönüyor: Sekülerler mi feministler mi yoksa modernistler mi? Bunlar, seçmen kitlesinin yüzde 15’ini aşmaz. Bununla birlikte biliyoruz ki Burgiba ve Bin Ali’nin zulmü olmasaydı Gannuşi böyle ortaya çıkmazdı. Neden Sayın Başkan, neden insanları Nida Tunus ile Nahda Hareketi arasında değil de Siyasal İslam, cihatçılar ve asker arasında bir seçim yapmaya zorluyorsunuz? Hem de birçok Arap ülkelerinde buna kalkışılmış ve şimdi birçoğu imha edilmişken…

Son on yıllarda onlarca Arap-İslam ülkelerindeki toplumların çoğu, sefilce yaşamaktan başka bir seçeneğe sahip değil. Tunus’un da sözü edilen bu Arap ülkelerinden pek bir farkı yok. Yani İslam dünyasında laiklik iddiasında bulunan sivil ve askerî sistemler, fanatiklik ve terör suçlamaları korkusu veya yoksulluk ve zulümden dolayı İslam’ı dışlamayan Avrupa laikliğinin özelliklerini neredeyse hiç bilmiyorlar. Bizzat Tunus’ta on yıllardan beri seküler nihilizm eğilimi taşıyan erkek ve kadın eğitimli pek çok insan, çoğunlukla Fransızca olmak üzere dinde kökleşen şiddet, çelişkilerle dolu Kur’an-ı Kerim, Nebi (as) ve ashabının sert ve kan dökücü olduklarına dair inceleme yazıları kaleme alıyorlar. Toplumlardaki ve devletlere yönelik asıl tehlikenin, 2011’den sonra ülkede vahşet estiren dinci fanatiklerden geldiği göz önünde bulundurulursa onlara küçümseme ile karışık tepkiler veriyorduk. Bu seçkinci topluluklar, laiklik adına hâkimiyeti ele geçirdi ve cumhurbaşkanlığı kararının eşiğindeler. İşte bu yüzden Tunus’un sorunlarını daha da katlayacak ve onu diğer Arap Baharı ülkelerinin maruz kaldığı tehlikelere geri götürecek sosyal bir çatışma gerçekleşmek üzere. Tunus’un sorunlarını ne laikler çözebilir ne de Nahda dirilişçileri. Bu soruna ancak iyi, özgür ve istikrarlı bir yaşam için mücadele veren halk çoğunluğu çözüm bulabilir. Diğer Arap-İslam anayasalarında olduğu gibi Tunus anayasasında işaret edilen Arap ve İslam meşruiyeti çerçevesinde…