Kendi fikrine sıkı sıkıya bağlı olan, düşüncesini ölümüne savunan ve ideolojisi için gözünü budaktan esirgemeyen bir liderin itidal ve bilgeliğe doğru adımlar atması uluslararası toplumu hem mutlu etmiş hem şaşırtmıştır.
29 yaşında iktidarla birlikte içe kapanmayı ve diktatörlüğü babasından devralan Kim Jong-un’dan bahsediyoruz.
Kuzey Kore’nin nüfuzlu kurumu olan ordu, Kim Jong-un’un iktidara gelişinin altıncı yılında kendi nükleer silah tersanesinin sahibi olmuş ve bu silah sayesinde güney komşusunu, ülkesine ilhak ederek Doğu Asya’nın kaplanlarından olmayı düşlemiştir.
Bununla birlikte, Çin ve Hint kaplanlarının çatıştığı Doğu Asya ormanında bir otomobilin balistik bir füzeye kıyaslandığında daha kalıcı ve üstün olduğuna inanan Japon kaplanının teknoloji ve endüstrideki zeki sıçramalarına şahit olunuyor. İşte Kim Jong-un’un böyle bir ortamda nasıl bir Kore kaplanı tasarladığı kestirilemiyor.
Koreli genç liderin değişimi bir Arap şairinin şiirini hatırlatır bize:
‘Allah, kaşla göz arasında,
Kulunu bir halden diğerine çevirir’
Ve bir Kore atasözünü: ‘Gökteki yıldızları avuçlamak istemek’
Ve diğer atasözünü: ‘Mum dibine ışık vermez’
Görünen o ki, Kim Jong-un Kore atasözü olan ‘Görünen köyün yolunu bilsen bile, yine de yol yordam sor’ sözüne uymayı benimsemiş yani, bir kişi, özellikle otoritenin başı olanlar, hakkaniyetle başa gelmiş olsun veya olmasın, kendinden aşırı derecede emin olmamalı ve gideceği yere danışarak yürümelidir, zira; sürprizin büyüğü hiç umulmayan zamanda olanı denilir.
Kim Jong-un’un Devlet Başkanlığı’na gelişi seçim veya tartışma konusu olamazdı ve ‘8 Ekim 1997 yılından 17 Aralık 2011 yılına dek hüküm süren babası Kim Jong-İl’in vefat etmesiyle, iki yıl İsviçre’de yaşaması hırçın tabiatını değiştirmeye yetmeyen Kim Jong-un’un iktidara gelmesi bir oldu. Kim Jong-un’un İsviçre’deki öğrenci ikameti İki yıl değil de üç yıl sürseydi İsviçre’nin demokratik ve insani tabiatı Kuzey Kore’nin sorgusuz sualsiz doğasının yerine geçebilirdi ve Kuzey Koreliler yöneticilerine ibadete benzer şekilde ne eğilir, ne şarkı söyler ne de raks ederdi. Bu durumun günümüze has olduğunu sanmayın, dede Kim İl Sung zamanında da geçerliydi, kimse kendisine karşı çıkamaz ve otoritesini tartışamazdı.
Öyle gözüküyor ki, Kuzey Kore’nin yakışıklı lideri, kendine ait saç stiline sahip kafasını bir şekerleme esnasında genç, güzel ve devrimci zarif eşinin yastığına koymuşken kendisine hidayet nazil oldu!
Genç Kim Jong-un genç ve zarif “first lady” ile evlendikten sonra Bayan Kim’in Trump’ın hırçınlığını azaltmaya çalışan ABD first ladysi’nin yaptığına benzer şekilde çabalaması gibi kendisine telkinlerde bulunduğunu düşünebiliriz.
Hayat arkadaşı da O’na Çin Devlet Başkanı Xi Jinping gibi, “Başkalarının sefaleti konusunda mutluluk yaratmak herkes için kabul edilemez. Aksine, eğer arzularını başkalarıyla paylaşırsan, istediğin her şeye sahip olacaksın” mealindeki eski Konfüçyüs öğretisine sadık kalmasını isteğine de zımnen evet demiş oldu.
İşte bu Çin lideri ki, Konfüçyüs’ün bu hikmetine inanarak, bir zamanlar Kuzey Kore halkı gibi sefaletten mustarip olan halkına, tedrici şekilde refah vermeyi kendine hedef seçti. Trump’ın, eşiyle birlikte, Çin ziyaretinde Çinli first lady eşinin yanında vakar ve devlet adamlığına yakışır biçimde nasıl durmuşsa, Kuzey Kore’nin first ladysi de Çinli meslektaşı gibi bir duruş sergilemeyi ve Kim Jong-un’a Kore’nin ‘Maymnular bile ağaçtan düşer’ eski atasözünü hatırlatmak istediğini, yani kendi görüşünde ısrar etmenin düşmeye neden olduğunu hatırlatmak istediğini düşünüyorum. Genç lider, zarif eşinden üç kelimelik bir başka Kore atasözünü de sık sık duyuyor olsa gerek; ‘Başlamak işin yarısıdır’.
İki Kore’nin birbirine olan düşmanlığı yabancıların aynı halka empoze ettiği dış etkendir. Aslında iki Kore, Berlin duvarının yıkılması ve, Sam amca ve Kremlin efendisi karşı çıksa da, kardeşlerin buluşmasından ders çıkarsalardı, Dede Kim, ardından da Baba Kim, aradaki husumeti ortadan kaldırır ve torun Kim de, ülkenin bülbüllere ihtiyacı olduğu dönemde, kartal gibi davranmaya gerek kalmazdı. Güney Koreliler, Kuzeyli kardeşleri gibi davranmayıp, Amerikan otomobil endüstrisini, ve tabii ki Rus otomobil endüstrisini, geçen otomobil endüstrisine önem verip teknolojiye karşı daha ileri teknoloji sunarak halka refah ve mutluluk sunarken, Kuzeyli kardeşleri her daim somurtkan olmayı seçti.
Bugünlerde egemenlikleri ve ülkelerinin onuru çiğnenen Yemenlilere, bir zamanlar, has olan Hikmet ve akıllıca davranışı Korelilerle özgüymüş gibi göstermek yanlış olur. Halkı önünde eğilerek dik omurgalı olduğunu göstermiş bir lider olan Cemal Abdunnasır’ın bir zamanlar yaptığı inisiyatifini hatırlayalım. Mısır’ın Suriye ile birleştiği dönemlerde, kötü niyetliler Lübnan sahasını bu birleşme tecrübesine karşı bir alan olarak kullanmak istediler. Lübnan’ın o zamanki Devlet Başkanının, Abdunnasır’a karşı nefret söylemini teşvik etmesi şaşırtıcıydı. Lübnan Devlet Başkanı bununla yetinmedi ve halkı tarafından dahi ayıplanan bir eyleme imza attı; Lübnan’ın içişlerine müdahale etmekle suçladığı Abdunnasır’ı Birleşmiş Milletler’e şikayet etti. Lübnanlılar, her iki nefret eylemine yüksek oranda karşılık verdi. Daha sonra halkın bu rahatsızlığı ezici ve genel bir öfkeye dönüştü ve bu öfke durumu, daha ılımlı olan ordu komutanı General Fuad Şihab’ın devlet başkanlığına seçilmesiyle yatıştı.
Burada Abdunnasır’ın, Şam’ın Muhacirin (Göçmenler) mahallesindeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın balkonlarında otururken, edebiyat hatıralarından bazıları yanı sıra Hz. Peygamber’in (s) ve Hz. İsa’nın (as) ve şairlerin şiirleriyle bilginlerin ve tarihi liderlerin sözlerini gözden geçirdiğine inanıyorum. Bu yansımalar ışığında, Abdunnasır, bilgelik, akıl ve ahenk dolu bir adımı atmayı tasarladı. Zannımca, Cemal Abdunnasır, Hz. Muhammed’in ‘Kardeşine küsen kanını akıtmış gibi olur’ ve ‘kardeşin özür dileyerek gelirse, haklı olsun veya olmasın, kabul et’ sözleriyle, Hz. İsa’nın ‘Barış yapanlara ne mutlu, çünkü onlar Allah’ın çocuklarıdır’ sözünü, İmam Şafii’nin ‘affedip kimseye kin tutmayınca düşmanlık taşıma rahatsızlığından kendimi kurtardım’ sözü, Mahatma Gandi’nin ‘Kötülüğe karşı kötülükle yanıt verirsen, kötülük ne zaman sona erir’ sözü ve Napolyon’un ‘Zorlukların üstesinden gelmenin en iyi yöntemi içine dalmaktır’ sözü, Arap şair Mütenebbi’nin ‘Dünya’nın kahırlarından biri de düşmanınla dostluk kurma zorunda olmandır’ şiiri, Halil Mutran’ın ‘Düşmanına karşı savaşabildiğin kadar savaş, ama kardeşine gelince, olabildiğince dost ol’ sözü, İbrahim Naci’nin ‘Dost beni çağrınca kalkıp geldim, zira; O benim ruh ikizim, aşk ikimiz arasında bir akım, ikimizin gözünün feri’ sözü ve Arap şairi Hafız İbrahim’in ‘elimi size uzatırım, Mısır adına, sıkın elimi, Araplar birbirinin elini sıkmış olsun’ sözlerinin toplam etkisi ve kendi bilgeliğiyle Suriye’nin o zaman güçlü güvenlik adamı olan Abdülhamid es- Siraç ve birleşme liderlerinden Ekrem Hurani’nin akıllarının ucundan geçmeyen bir yolculuğa hazırlanmalarını istedi.
Üç lider ve maiyetindekiler yarısı Suriye’de kalan yarısı da Lübnan’da kurulan bir çadıra gitmek için Suriye-Lübnan sınırına gittiler. İşte bu çadırda Abdünnasır ve Fuad Şihab arasındaki ilk tarihi toplantı gerçekleşti ve aradaki pürüzlükler kademeli olarak kaldırıldı. Toplantı esnasındaki gerek merasim gerek diğer tarafın koşullarını dikkate alma konusu, hem liderlik hem bilgelik örneğini teşkil edecek mahiyetteydi, zira; Abdunnasır, Lübnan Hristiyanlarının Fuad Şihab’ın Şam’ı ziyaret etmesine duyarlı olacağından ziyaretin sınırda olmasını kabul ederek yaraları sarmış ve mutlu sonu da getirmiştir. Ziyaretin sonuçları olumlu olmuş, Arap dayanışmasını güçlendirmek ve muallakta kalan ekonomik sorunlara olumlu çözümleri bulmayı ve ülkelerin bağımsızlığını ve egemenliğini perçinleyen bir anlaşmanın imzalanmasını doğurmuştur.
Bu buluşmadan sonra Suriye ve Lübnan’da işler karıştı ve üç ana maddeden oluşan uzlaşıyı imzalayan iki başkan dünyadan göçtü. Bu karanlık gecelerin politik karabasan gibi çöktüğü günümüzde ikisini de özlemle anıyoruz.