Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Truman’dan Trump’a: Küreselleşme modelinin yükselişi ve çöküşü | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Ana akım medya, Başkan Donald Trump’tan pek haz etmediği için Başkan’ın BM Genel Kurulu’nun New York’taki son toplantısında yaptığı konuşmanın içeriğine pek kulak kabartmamış gibi duruyor.

Nitekim bazı medya kanalları bu konuşmayı yeni ‘Trump saçması’ olarak nitelerken bazısı tamamen görmezden geldi.

Bununla beraber duygusal tepkileri ve kışkırtıcı ifadeleri bir kenara bırakırsak Başkan’ın konuşması, gerçekten üzerinde durulmayı hak ediyor.

En azından şu iki sebepten ötürü: Birincisi, Başkan Trump, konuşmasında küreselleşmenin yaklaşan sonuna işaret etti ki bu küreselleşme, farklı yoğunluk ve şiddetle yetmiş yıldır uluslararası hayata nüfuz etmiş bir modeldir.

İkinci sebep ise Başkan Trump’ın ima ettiği alternatifin, bilinen küresel sistemi bilinmeyen çağrışımları ile yeni bir yola sokmasıdır.
Kimi tarihçilere göre bu modelin ortalama ömrü, yaklaşık seksen yıl olabilir. Bu oldukça ilgi çekici bir fikir olarak başlayıp zaman geçtikçe kök salmış bir iktidar tipine bürünür. Nihayet kaçınılmaz düşüşe doğru yol alır ve yolun sonunda tam anlamıyla güç kaybeder.

Küreselleşme modeli, ABD’deki seçkin tabakanın icatlarından biriydi ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeni küresel sistemle yüzleştiklerinde piyasaya sürüldü. Nitekim o dönemde bir avuç Amerikalı devlet adamı peyda oldu ki bunlar o dönemde ‘beyaz adam’ adı ile anılırdı. Bu kişiler, sonraları ‘Pax Americana: Amerikan tarzı barış’ olarak anılmaya başlanan planlamalar ortaya koydular. Aralarında George Marshall, Dean Acheson, Cordell Hull, Charles Bohlen, Averell Harriman, John Mauchly, Robert Lovett, eski Başkan Franklin Roosevelt, Başkan Harry Truman ve daha başka isimler de yer alıyordu.

Başkan Harry Truman, 1945 yılında BM Genel Kurulu’nun San Franscisco’daki ilk toplantısında yaptığı başkanlık konuşmasında, ulusal çoğulculuğa duyulan acil ihtiyacı dile getirdi.

Truman konuşmasında şu ifadelere yer vermişti: Bugün, savaşta kazanılacak zaferin birleşik ve güçlü çabalar gerektirdiğini tam anlamıyla idrak etmiş bulunuyoruz. Barış için verilen mücadelelerdeki zafer de benzer çabaların ortaya konmasını ister. İnsanlık uzun bir zamandan bu yana tek başına yaşamanın imkânsız olduğunu anlamış durumdadır. Bu temel ilke milletler, devletler ve halklar için de ayniyle geçerlidir. Biz savaş süresince dünyadan nasıl uzak durmadıysak barış mücadelesine katılmaktan da öyle uzak duramayız”.

Başkan bu konuşmasında, ‘milletler arasındaki çekişmeleri düzene koymak için çalışan mantıklı bir mekanizma’ kurulmasına teşvik ederek bu mekanizma olmaksızın barışın, aramızda yer bulamayacağının da altını çizdi.

Ancak Başkan Truman, böyle bir mekanizmaya işaret ettikten hemen sonra bunun milletler ve halklar arasındaki farklılıkları tam olarak ortadan kaldırma gibi bir zorunluluk anlamı taşımadığını belirtti.

Bu duruma şu sözleri ile açıklık getirdi: “Farklılıklar, insanlar ve ülkeler arasında varlığını sürdürecek. İşin aslı, farklılıklar egemenliğin makul sınırlarında kontrol altına alınırsa güvende olabilir. Gelişmenin her türü görüş farklılıklarının rahminden doğmuş, daha sonra anlaşmazlıkların fikir alışverişi ile kontrol edilebildiği bir noktaya doğru ilerlemiştir”.

Pax Americana’nın kurulması için gerekli yeni küresel sistem, istenen mekanizmanın altyapısını rekor bir sürede kurmayı başardı. Tüm kurumları ve alt kuruluşları ile birkaç sene zarfında kurulan BM’nin yanı sıra, IMF, Dünya Bankası, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması, Atlantik Konseyi ve NATO gibi daha özel kuruluşlar da faaliyete geçti.

80’lerin başında, Sovyetler Birliği’nin ortaya çıktığındaki uluslararası sisteme bir model olması açısından serbest ticaret için Amerika’ya gidişin, demokratik çoğulculuğun ve pazar ekonomisinin altyapısı hazırlandı. Bunun için Batı bankaları ile kapitalist sisteme dönüşen Çin Halk Cumhuriyeti’nden yüklü miktarda kredi alındı. Bu ikisi kısmen de olsa yeni sisteme kucak açmış gibiydi.

Öte yandan geçtiğimiz asrın sonlarında mevcut sistem bir takım temel zaaflar belirmeye başladı.

BM, odak noktası devletlerarası sorunları ‘dondurmak’ olan bir ‘lobicilik’ mekanizması ortaya koydu. Bunun en çarpıcı örneği ise BM’nin tutuşan alevleri etrafında yaklaşık elli yıl raks ettiği, görmezden geldiği ve zamanla devletlerarası bir düzeye gelmesi konusunda ihmal gösterdiği İsrail-Filistin meselesidir.

İnsanlık tarihinin en çirkin soykırım suçlarından birinin yani korkunç Ruanda katliamının yol taşları döşenirken de BM, derin bir sessizlik içerisindeydi. BM, Yugoslavya Birliği’nin dağılması ardından Avrupa’nın göbeğinde yaşanan ürkütücü felâketi sona erdirmek için devletlere öncülük etmesi gerekirken de ortalarda yoktu.

Serbest ticaret ideolojileri, yoksullukla mücadele bahanesiyle milyonları bir araya getirmeye katkı sağladı ancak eski sanayi toplumlarında bazı tabakaların yaşam koşullarında ciddi bir düşüşe neden oldu ve bu durum, hayal kırıklığı, hoşnutsuzluk ve ümitsizlik duygularını körükledi.

Orta ve küçük ölçekli ülkeler, Dünya Bankası ve IMF’nin yönergelerine sadık kalmak için yeterli esnekliği küreselleşme sayesinde sağlayabildi.

80’li yıllarda uluslararası iki kurucu, dünya çapında 60’dan fazla ülke için ekonomi politikaları dayattı. 2018’de diğer pek çok ülkeden tam anlamıyla sınır dışı edilmişken en az on ülkede faaliyet halindeydi.

Bu uluslararası kuruluşun gücü ve yetkilerindeki kısmi gerileme, modern teknolojiye dayalı olarak küresel iş imparatorlarının elde ettiği ekonomik ve mali etkinliğin yükselişe geçmesinden kaynaklanmaktadır.

Küreselleşme modeli, ulus devlet öneminden bir şey kaybetmediği sürece dünya ülkeleri tarafından destek görmüştür. Buna rağmen 2008’deki küresel mali kriz, ulus devletlerin mevcut uluslararası mekanizmalar yoluyla övgüye değer bir kontrol sağlamak konusundaki yetersizliğini ortaya koydu.

Trump, ‘Amerikalı egemenlerin’ çöküş sürecinde kurduğu dünya sistemine girildiği bir zamanda ABD’nin Başkanı oldu. Avrupa, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki on iki ülkede yapılan seçimlerin yanı sıra Trump’ın seçilmesi, mevcut dünyanın dörtte birini saran hastalığa duygusal bir tepki mahiyetindeydi.

Peki, ne yapmalıydı?

İngiltere halkı bu soruya Brexit referandumu ile cevap vermeye çalıştı.

Macar, Polonya, Çek, İsveç, Almanya, Avusturya ve İtalya halkları da itici yabancı nefreti ile farklı milliyetçilik biçimlerini tercih ettiler.

Rusya’da Başkan Vladimir Putin, temel iç zayıflıkları perdelemek için güç gösterme stratejisini benimsemeye başladı.

Çin’de mevcut başkanı Şi Cinping zamanında eski klasik Maoizm yerine mevcut Çin merkeziyetçiliği oluşturuldu.

Donald Trump’a gelince…

O da ülke siyasetinde yeni kabul edilen bir ideoloji olarak ‘Önce Amerika’ sloganıyla taktiksel faaliyet ve stratejik yalnızlıktan yeni bir karışım meydana getirmeye çalıştı.

Alman Filozof Jürgen Habermas ve eski Vatikan Papası 16. Benedict gibi önde gelen Batılı bazı isimler ise en azından Avrupa ve iki Amerika için alternatif küresel sistemin ana omurgası olarak ‘Hristiyan kültüre’ yeniden dönüşü muştuladılar.

Başkan Harry Truman, San Francisco’da ve Donald Trump, New York’ta dünyanın ilgisini gerçek meseleye çekmeye çalıştı. Truman’ın elinde küreselleşme anlayışıyla ABD’nin inşa ettiği küresel yapı biçiminde bir çözüm vardı.

Donald Trump ise buna karşılık küreselleşmenin bazı yönlerini tartışmaya açarak soruna dikkat çekmeye çalıştı. Bu, yeni ve alternatif bir küresel model hakkında konuşulmayı hak ediyor.