Diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin İran’la yapılan nükleer anlaşmanın iptaline yönelik yeni bir hamle yapmasından endişe duyuyor.
Mesele sadece İran’ın 2015’te imzalamış olduğu nükleer anlaşma şartlarına uyduğuna dair Avrupa’nın güvenceleriyle alakalı değildir. Sayın Gabriel, sözleşmeden çıkmanın Kuzey Kore’ye yanlış mesaj göndereceğine inanıyor.
Almanya Dışişleri Bakanı, yakın tarihte İran’lı ve Avrupa meslektaşlarıyla Brüksel’de yaptığı toplantıda gazetecilere verdiği demeçte şunu söylemiştir: “Dünyanın diğer yerlerinde nükleer silahların nasıl edinileceğini ve kullanılacağının tartışıldığı bir dönemde Nükleer silahların geliştirilmesini önlemek için diplomatik bir yaklaşım benimsenmesi zorunludur.”
Başkan Trump’ın stratejisi, İran’a yaptırımları yeniden dayatmakla tehdit etmekti, böylece Avrupa tarafı İran tarafıyla şartları daha iyi anlaşmalar yapabilecekti. Muhafazakâr “Washington Free Beacon” web sitesinin hafta boyunca işlediklerine bakılacak olursa Kongre ve yönetimin bizzat kendisinde bu stratejiye daha fazla zaman ayırmak için ateşli bir çaba var.
Trump ve Gabriel, meselenin iki çelişkili tarafı olarak görünebilir. Ancak haydut nükleer devletler söz konusu olduğunda, her ikisi de alışılageldik bir politik döngüye sıkışmış durumda: Bu da tehdit, cezalandırma sonra da müzakere döngüsü. Nükleer anlaşmanın gösterdiği gibi, İran rejimi gibi düşman ülkeler, yaptırımları kaldırma ve yatırım sözü vermek karşılığında nükleer programlarını geçici olarak askıya almak zorunda kalacaklar.
Bununla birlikte, İran’daki sorunun kökenleri rejimin kendisinden kaynaklanmaktadır. Avrupa, Amerika, Çin ve Rusya ile İranlı diplomatlar arasında müzakereler yapıldığı esnada İran rejiminin terörist militanları kendi halkına karşı kitlesel bir cinayet işleyen Suriyeli diktatör Beşşar Esed’e destek verdiler.
Özellikle son iki hafta içinde iktidardaki İran rejimini sarsan protestolar ışığında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. İran diktatörlüğü genişleme ve yayılma emellerini terk edemez. Aslında nükleer program İran rejiminin Sigorta poliçesi olarak görülüyor. Yüzbinlerce İranlı protestocunun, çalınan cumhurbaşkanlığı seçimini protesto etmek için sokağa çıktığı 2009 yılında İran’ın nükleer kartı olmasaydı ne olurdu? Bir düşünelim. Batının baskısı, zamanla, bugüne kadar ev hapsinde veya cezaevinde kalmış olan Yeşil Hareket liderlerinin serbest bırakılmasına odaklanmış olurdu. Bu şekilde yapmak yerine, bu konu Avrupa ve Amerika tarafları tarafından gündemden düşürüldü ve bizlerde kendimizi nükleer anlaşmanın içinde bulduk.
Trump’ın, İran rejimine karşı İran halkını politikasının merkezine almasının zamanı gelmiştir. Bu durum birkaç adımın atılmasını gerekli kılmaktadır. Birincisi: Trump yeniden nükleer yaptırım uygulamamalıdır. Bu yaptırımlar, rejimi nükleer programı gevşetmeye zorlamak için İran ekonomisine maksimum baskı uygulayacak şekilde tasarlanmıştı. İran, nükleer anlaşmadan çıkarsa neler yapılabileceğine dair düzgün seçenekler olmaması bir yana, bu yaklaşımla, ABD’nin ülkenin özgürlük hareketi ile dayanışma içinde olması gerektiği bir anda, İran rejimini değil halk cezalandırılmış olacaktır.
Başkan Obama’nın eski danışmanlarından Dennis Ross ve eski bir Cumhuriyetçi senatör olan Richard Goldberg, -her ikisi de İran’a yönelik orijinal yaptırım paketinin şekillendirilmesine yardımcı oldu- şöyle diyorlar: Böyle anlarda, İran’da olup bitenlere göz yummak mümkündür. Ronald Reagan, Washington ile imzalanan silah kontrol anlaşmaları uyarınca muhaliflere uygulanan muamele hususunda Sovyetlere baskı yapma olanağına sahipti. Bunun yerine, Trump, İran rejiminin siyasi tutsaklara ve göstericilere yönelik uygulamalarını cezalandırma amaçlı ortak bir politika benimsemek için Avrupalı müttefikleri üzerinde baskı yapmalıdır. Eski Sovyet muhaliflerinden Natan Sharansky, bu yaklaşımı “bağ” olarak nitelendiriyor çünkü diktatörün vatandaşlarına yönelik kötü muamelelerini uluslararası sahnede rejiminin meşruluğuna bağlamış oluyor. Trump, Avrupa hükümetlerine, daha önce Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı hükümetlere yapıldığı gibi İran’a müdahale etme hususunda baskı yapmalıdır.
Bu durum, İran’a uygulanan yaptırım çeşitlerinin yeniden gözden geçirilmesi anlamına geliyor. Hedefler İran Merkez Bankası ya da İran’ın petrol ihracından daha dar çerçeveli olmalıdır. Öncelikli olarak mesela İran’ın resmi propaganda kolu İran Yayın Sistemine ve İran Devrim Rehberi’nin kontrolünde olan fonlara (SATA) bakmak gerekir. Bu tür hedefler, diktatörün ve işbirlikçilerinin halktan ayrı değerlendirilmesine yardımcı olur. SATA türü fonlar söz konusu olduğunda bu çok önemli bir mesaj niteliği taşıyor. Zira Reuters’in 95 milyar dolar değerinde olduğunu söylediği bu fon, sıradan İranlılar tarafından mahkemeler aracılığıyla tespit edilebilmiş olanı.
Aynı şekilde yaptırım yöntemleri de farklı olmalıdır. Trump, Rus liderlere uygulanan yaptırımlar dosyasından (Öldürülen vergi avukatı Sergei Magnitsky yaptırımı) bir sayfayı geri çekebilir ve böylece İran rejiminin temellerini zehirleyip sarsabilir. Kudüs Gücü komutanı General Kasım Süleymani’nin akrabalarının serbestçe seyahat etmeleri ve Avrupa’ya veya ABD’ye intikal etmeleri yasaklanmalıdır. Aynı şekilde üst düzey rejim görevlilerinin oğullarının ABD’de eğitim görmesine izin verilmemelidir.
Başkan Trump, hükümetini, İran internet ağının hızını ve esnekliğini arttırmak için perde arkasına yönlendirebilir. 2009’da bunun aksi bir durum yaşanmıştı. İran rejimi, internet erişimini durdurmaya cesaret edemez. Zira devlet bakanları yaptıkları bütün işlerde interneti kullanıyorlar. Bu durum ABD için büyük fırsatlar oluşturuyor. Sözgelimi İran vatandaşlarının internete erişmesini kolaylaştırmak için, İran sınırındaki baz istasyonlarının sinyal güçleri artırılabilir veya İran’ın yakın tarihli telefon yasağını aşmak için Telegram Şirketi gibi diğer iletişim platformlarıyla birlikte çalışılabilir.
Aynı şekilde Trump, hükümetine egemen İran rejiminin kendi halkına karşı uyguladığı vahşet hakkında bilgi toplaması talimatı verebilir. İran’da çeşitli büyükelçiliklere sahip olan Avrupa’daki müttefiklere bu konuda yardım etme fırsatı sunuyor. Daha önce yazmış olduğum gibi, Batı, son protesto gösterileri sırasında gözaltına alınan, fiziksel işkenceye uğrayan ve öldürülen İran vatandaşlarının isimlerini toplamalı ve daha sonra bu bilgileri kamuoyuna açıklamalıdır.
İran ekonomisinin sarsılmış olması “Günbatımı” anlaşma şartlarının hükümlerinin (anlaşmanın bitiş tarihi sözleşmenin imzalanmasından 10 yıl sonra) yeniden görüşülmesi ümidini ortaya çıkarmıştır. İran’ı yöneten mollalar bu anlaşmayı sonsuza kadar görevde kalacaklarını varsayarak yapmışlardı. Bunun yerine Başkan Trump, halkla işbirliğine gitmelidir. İran halkı “günbatımı” anlaşmasından daha önemli bir şeye odaklanmış durumda: iktidardaki İran rejiminin yıkılması.