Başkan Donald Trump’ın geçtiğimiz çarşamba günü yaptığı konuşmada, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasını Ortadoğu’da barışın sağlanması açısından, akla uygun olmayan bir karar olarak nitelemek mümkündür. Filistin tarafında şiddet eylemlerinin patlak vermesi riskini etkileyerek, damadı Jared Kushner’ın barış çabalarına engel olabilir. Bu karar, ABD’nin önemli müttefiklerinin Trump’ın lehine tavır almasını daha da zorlaştırıyor. Filistinlileri, meseleyi kendi yollarıyla çözmeye itiyor. Söz konusu karar, İsrail’i daha güvenli hale getirmeyecek. İki devletli bir çözümü reddeden ABD ve İsrail’deki sağcı destekçileri güçlendirecektir.
Buna rağmen, bir sonraki fırtına için bulunmakta olan aydınlık yol; barış süreci hesaplamalarını daha olumlu etkileyecek bir kararın alınmasıdır. Başkan Trump, bilerek ya da bilmeyerek Arap devletlerinin yanında duran geleneksel ABD tutumunun ötesine geçerek, İsrail’e çeşitli şekillerde destek vermekten korkmadığını belirtti.
Bu, barış görüşmelerinin çökmesi, Filistinliler için büyük bir tehdit oluşturuyor. Başkan Trump, İsrail’in Batı Şeria’dan daha fazla bölgeyi topraklarına katma kararına karşı hazır olabilir. Bu, İsrail’in gizli bir tehdit içeren örtülü vaadidir. Trump’ın İsrail’e ne kadar cömert davrandığına bakarsak, Arap ülkeleri liderlerinin, ABD Başkanı tarafından dayatılan her türlü anlaşmayı onaylamaları, onlar için daha iyidir, aksi halde sonuçlarına katlanmalılar.
Trump’ın son dönemdeki siyasi adımının, olağanüstü olduğunu görmek için, Kudüs’ün, İsrail’in başkenti olarak tanınmasının; İsrail’in Doğu Kudüs’ü tek taraflı olarak ilhak ettiğini, şehrin geleneksel sınırlarından uzakta Kudüs Belediyesi çevresine doğru genişlemesini, son dönemde orada bulunan Filistin köylerini ve Yahudi mahallelerini topraklarına katmasının, tanımakla aynı şey olduğunu anlamalıyız.
Kudüs’ü başkent olarak tanımak, sadece Knesset’in ve diğer İsrail devlet kurumlarının varlığının tanınması demektir ki, bu da büyük bir sorun oluşturmayacak. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasından bu yana, kentin batısındaki durum böyledir. Ülkelerin kendi başkenti olarak istedikleri herhangi bir şehri seçme hakkı vardır. Hiç kimse, Batı Kudüs’ün nihai statü anlaşması çerçevesinde İsrail’in bir parçası olmamasını gerçekçi bulmuyor.
Bununla birlikte, konunun yanıltıcı kısmı 1967’den beri İsrail, Doğu ve Batı Kudüs’ü en azından bir hukuk meselesi olarak tek birleşik şehir olarak kabul ediyor. (Bu konuda birçok farklı görüş bulunmakta.) Ürdün topraklarının İsrail’ce ilhak edilmesi, ABD de dahil olmak üzere, uluslararası topluluk tarafından, kabul görmedi.
İsrail, kasıtlı olarak Kudüs topraklarını kendine ilhak ederek alanını genişletmekle sorunu derinleştirdi. Bugün, mevcut Kudüs şehrinin sınırları, Kudüs’ün güneyindeki Beytullahim’in eteğine uzanmaktadır. Arabayı Kudüs’ten Beytullahim’e doğru sürerken, İsrail güvenlik noktasına ulaşıncaya ve Filistin’e geçene kadar yolda herhangi bir kesinti olmamakta. Beytullahim’in yakınlardaki tepelerin üzerinden Kudüs’ün yeni mahallelerini seyredebilirsiniz.
Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmek, İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak edeceğinin resmi olarak kabul edilmesi anlamına gelmese de, Trump yönetiminin bu amaca, önceki ABD yönetimlerinden, çok daha yakın olduğunun bir göstergesidir. Bunun verdiği mesaj hem Filistinli hem de İsrail müzakerecileri tarafından anlaşılabilir.
Bu, Başkan Trump’ın, İsrail’in daha fazla Filistin toprağını ilhak etmesini onaylayarak Filistinlileri tehdit etme hazırlığında olduğu anlamına geliyor ki, söz konusu durum Filistin açısından bir kabustur. Trump’ın körü körüne İsrail yanlısı olduğu gerçeği, Filistinlilerin daha kötü sonuçlarla karşılaşmamaları için önlerine konulan anlaşmayı kabul etmeleri gerektiğine işaret etmekte.
İsrail’den bazılarına göre, Trump’ın daha fazla toprak ilhakını destekleme fikri, olası bir anlaşmayı önlemek için iyi bir neden olabilir. Bununla birlikte bu, oyun kartlarının yanlış okunması olacaktır. Trump, İsrail’e bu büyük cömertliği yaptığında, vaad ettiği gibi tanımayı kabul etmesi nedeniyle, karşılığında çok daha fazlasını talep edecektir. Tam olarak söylemek gerekirse, ABD yönetimi, İsrail tarafının, (eğer başarıya ulaşırsa) ABD Başkanı’nın adını taşıyacak olan Kushner barış planını bozmaması konusunda ısrar edecek.
Sonuçta, Kushner’ın potansiyel olarak her iki tarafla bir anlaşma yapmaya çalışmak için, biraz daha iyi bir konuma gelebileceği düşünülüyor.
Dürüst olalım, barış anlaşması yapmanın tek yolu budur. Elbette ABD, bunun yalnızca dürüst bir aracılık olduğu konusunda ısrarcı olacak. Fakat İsrail ve Filistin taraflarını anlaşmaya zorlamak için, belki de birçok kez her iki tarafın pozisyonlarını güçlendirilmesi gerekecek.
Filistin tarafına, Yaser Arafat’ın 2000 yılında Camp David’de daha önce reddettiği olası en iyi anlaşmaların yanında belki de en kötülerini kabul etmeleri gerektiği söylenecek. Sonuç olarak Filistinliler, sunulacak anlaşmaları reddettiği takdirde, bu durum, Filistin’in bir bölümünde sahip oldukları yarı egemenliği bile kaybedebilecekleri konusunda inandırıcı bir tehdit olacak.
İsrail tarafında ise, Başbakan Binyamin Netanyahu, koalisyonunun kendisiyle herhangi bir anlaşma yapmasına izin vermeyeceğini güvenli bir şekilde söyleyebilir. Elbette ki Kushner ve ekibi bunun farkındalar. Netanyahu’ya başka seçeneğinin olmadığını ve sonuçlarını kabul etmediği takdirde, karşılaşacağı durumları açıkça anlatmadan, müzakerelerin yükünü asla almayacaklardır.
Netanyahu’ya yönelik gizli tehditlerin temelinde, anlaşmanın çöküşünden sorumlu olduğu takdirde, Trump’ın İsrail’i şimdiye kadarki en çok destekleyen ABD Başkanı olması nedeniyle onu suçlayacak bir nüfuza sahip olması yatmakta. Trump,’Netanyahu’nun şahsında sorun olduğunu ve artık başbakan olmaması gerektiği’ gibi, başka hiçbir başkanının söyleyemeyeceği şeyleri ifade ettiği takdirde, İsrail yanlısı ABD’li Yahudiler de dahil olmak üzere herkes ona inanabilir. Trump, Netanyahu’nun anlaşmaya itiraz etmesi durumunda ABD’nin gelecekte İsrail’e verdiği desteği önemli ölçüde azaltacağı tehdidinde bile bulunabilir.
Unutmayalım ki, ‘Önce Amerika’ sloganının anlamı ‘Önce Donald Trump’tır.’ Bu slogan, belki de bir ABD başkanının bu denli İsrail yanlısı olabileceği tek ilkedir. İsrail’in de bunu iyi hatırlaması gerekmekte. İsrailliler, uzun zamandır düşledikleri tanınmaya kavuştular. Ve şimdi bir şekilde bedel ödeme vakti geldi.