Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Tsunami karşısında İran’ın kaderi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bu yazının yayınlandığı saatlerde İran’da, ülkedeki hayatı hemen hemen her yönüyle felç edilebilecek öldürücü bir tsunami ile karşılaşmasına birkaç saat kalmış olacak. Bu da aklımıza şu temel soruyu getiriyor: İran nereye gidiyor ve gelecek fırtınaya nasıl karşı koyacak?

İran’ın içerisinde bulunduğu durumu anlamak için ilk olarak; kendisine yöneltilen, bölgesel ve küresel açıdan terörü destekleyen en büyük rejim olduğu yönündeki suçlamaların doğruluğunu tasdik eden en yeni haberlere bakmalıyız. Kuşkusuz Perşembe günü yayınlanan ve dört Avrupa ülkesi Danimarka, İsveç, Norveç, Finlanda ile İzlanda dışişleri bakanlarının imzasını taşıyan açıklama bunun en açık kanıtıdır. Açıklamada adı geçen ülkelerin hepsi de İran istihbaratının Danimarka’da İranlı muhaliflere suikast düzenleme girişimlerinden duydukları ortak endişeyi ifade etmişlerdir.

Bu açıklama; daha önce işaret ettiğimiz gerçekleri desteklemektedir. Bu açıklama; resmi olarak diplomat adı adı altında hareket eden ama aslında Devrim Muhafızları’nda görev yapan, Ayetullah rejiminin politik düşmanlarını tasfiye etmek için tüm dünyaya yayılmış olan İranlı suikast timleri ile bağlantılıdır.

Yüzleşmek zorunda kalacağı tsunami dalgası ile İran’ın artık bu suikastleri gerçekleştirme gücü kalmayacaktır. Çünkü bu tusunami; İran ekonomisinin en önemli iki sektörü olan petrol ve bankacılık sektörlerini hedef alıyor. Daha açık bir ifadeyle, petrol sektörünü hedef alan bu tsunami en çok; limanları, deniz nakliye şirketlerini, petrol üretimi ile ilgili işlemleri, İranlı ulusal petrol şirketlerini, ticari şirketleri ve ulusal petrol tankerleri şirketini etkileyecektir.

Yaptırımların mali yönü ise İran Milli Bankası, yabancı mali şirketler ile İran ekonomisini destekleyen herhangi bir kurumla ilgili işlemleri kapsayacaktır.

İran ekonomisinin geleceğini araştıranlar, 2015 yılı yani nükleer anlaşma imzalanmadan önceki dönemde İran ekonomisinin yaşadığı iç zorluklar ile ABD’nin ikinci yaptırım paketinin hayata geçeceği 4 Kasım sonrasında karşı karşıya kalması beklenen zorlukları karşılaştırmalıdır. Ama bu kötü şöhretli anlaşmadan önce İran’a uygulanan yaptırımların sadece petrol sanayisini kapsadığını, oysa şimdiki yaptırımların İran’ın petrol ihracatını sıfıra düşürmeyi amaçladığı da unutulmamalıdır.

Bu yaptırımların, içeride ve dışarıda İran’a ne gibi etkileri olacaktır?

Daha fazla baskıyı ya da temel gıda malzemelerinde yaşanacak eksikliği ve şimdiden kötü bir düzeyde olan hizmetlerin daha da gerilemesini kaldıramayacak hale gelen İran sokaklarının yaşadığı gerilimi ve yükselmekte olan iç krizi gören Mollalar için belki de bu çok rahatsız edici bir sorudur.

Trump’ın sert ve katı baskıları yeni dönemde, İran devletinin gelirlerinin %70’ni yani petrolü hedef alacak. Okuyucularımız, bu yaptırımların İran’ın sosyal dokusunda yaratacağı yıkımı hayal edebilirler. Kuşkusuz bu dönemde; rejimin direniş ve Büyük Şeytan ile mücadele gibi süslü ve hamaset dolu sloganlara sığınması hiçbir işe yaramayacaktır.

İç politika açısından bu yaptırımlar; İran’ın balistik füze programı ve tartışmalı nükleer programı başta olmak üzere İran’ın askeri programlarını da etkileyecektir.

Washington’daki Bilim ve Ulusal Güvenlik Enstitüsü’nün yayınladığı ve daha sonra ayrıntılı bir rapora dönüşen haberde şu ilginç ayrıntılar yer aldı: İran merkeziyetçi bir yönetim yerine âdemi merkeziyet yönetimini uygulama metodu ile ilgili kararlar almıştır. Aynı şekilde; nükleer silahlanma programında görev yapan unsurlarını dağıtma, İran’ın dünyayı kandırdığı ve nükleer silah programının neredeyse tamamlandığını söylemesi, nükleer programında görev yapan uzman ve bilim adamlarının nükleer savaş başlıkları geliştirmeyi başardığını, beş tane nükleer silah başlıklı düzenek inşa ettiğini ve füzelerin deneme aşamasında olduğunu deklare etmek gibi kararlar almıştır.

Söz konusu raporu ayrıntılı bir şekilde ele almak bu yazının konusu değildir. Ama yine de bu raporun; en azından İran’ın taktikleri ve zamana oynama politikasının arkasında yatan gerçek niyetleri hakkında bir çerçeve sunduğunu ve karşı karşıya olduğu bu tsunamini nedeniyle hem bölge hem de dünya için neler sakladığını yansıttığını belirtmeliyiz.

Bu tsunami, çok geçmeden küresel bir şekil alacak bölgesel bir askeri çatışmaya neden olabilir mi?

ABD tarafı büyük olasılıkla bu tür büyük senaryolar peşinde değildir. Beyaz Saray’ın tek istediği, İran’ın nüfuzunu geriletmek ve nükleer programını durdurmaktır. Mollalar rejiminin bu yaptırımlara, uluslararası denizcilik trafiğini ve Arap Körfez bölgesinden dünyanın farklı bölgelerine ihraç edilen petrol tankerlerinin geçişini engellemek gibi bir tepki vermesi, belki de durumun daha da kötüleşmesine neden olabilir. Çünkü İran’ın böyle bir adım atması halinde dünyanın vereceği karşılık askeri olabilir. Kuşkusuz bu da beklenen tsunaminin yaratacağı ilk dalga olacaktır.

Diğer taraftan; yaptırımlar nedeniyle dolaylı olarak birçokları zarar görecektir. Bunların başında da İran’ın Ortadoğu’daki milis güçleri ve vekalet savaşlarını yürüten gruplar gelmektedir.

İran; 2012 yılından günümüze altı yıl boyunca Husileri, Hizbullah’ı, Haşdi Şabi’yi, Hamas’ı ve diğer örgütleri desteklemek için tam 16 milyar dolar harcadı. Elbette bu tarihten önce de sözkonusu grupları destekliyordu. İran’ın içinde bulunduğu zor durumdan en çok zarar gören ise Hzibullah’tır. Bu, hareketlerinde ve planlarında açıkça görülmektedir. Hizbullah; İran’ın kendisine verdiği desteğin gerilemesi nedeniyle Suriye’deki askeri varlığını azaltma, giderlerini ve maliyetlerini azaltma amacıyla bir dizi kemer sıkma politikasını hayata geçirme yoluna gitmiştir.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin, ABD’nin İran’a karşı yeni yaptırım paketini yürürlüğe koyması ile İran halkının gelecek aylarda zorluklar yaşayacağına işaret eden açıklamaları yanıltma amacını taşımamaktadır.

Ruhani’den önce benzer açıklamalarda bulunan eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi de rejimin iki seçenek ile karşı karşıya olduğuna işaret etmişti. Ya kendini köklü bir şekilde reforme edecek ya da yıkılacak. Ama reform kelimesi ile nasıl bir reformu kastettiğini ise açıklamadı. İran’ın hem içerideki hem de dışarıdaki düşmanca yönelimleri ile ilgili olarak acaba sözde bir reformu mu yoksa köklü bir reformu mu kastediyor? Görünüşe bakılırsa, İran’da şahinler ve güvercinler olarak adlandırılan kanatlar arasında aslında çok da bir fark bulunmuyor. Farklı metodlar ve stratejiler takip etseler de aslında hepsi de dogmatik açıdan aşırıcı ve tek bir görüşe bağlı kişilerden oluşuyor.

İran’ı vuracak olan tsunami, gerçekte sadece ABD yaptırımları ile bağlantılı değildir. Bilakis İran’ın içerisindeki ayrılık ve parçalanmışlığın büyüklüğü ile de bağlantılıdır. Öyle ki bu durum İranlı din adamlarının arasında bile görülmektedir. Örneğin; rejimin politikalarını sert bir şekilde eleştirenlerden biri olan Ayetullah Musa Şubayri Zencani kendilerine “reformcular” denilen kanadın ileri gelenleri ile görüşmeler gerçekleştirmektedir. Bu da ABD yaptırımları ile birlikte içerideki sarsıntıların; dün, bugün ve yarın İran Cumhuriyeti’nin temellerini sallamakta olduğunu göstermektedir.

Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in, Avrupa’nın ilk defa İran’a karşı bir tutum benimsediğini belirten yorumları gibi karşıtlıklara oynamanın İran rejimine hiçbir faydası olmayacaktır. Çünkü yüzleşmenin belirli bir noktasında, yaşlı kıta stratejik çıkarlarının, Tahran’ın değil Washington’un yanında yer almakla korunacağını anlayacaktır.

Pragmatik, anarşist ve psikopatik dünyada İran’ın masadaki büyük oyuncuların elindeki kartlara benzer etkili kartlara sahip olması çok uzak bir ihtimaldir.

Özet olarak; İran bir tsunami ile karşı karşıyadır ve volkanın patlaması an meselesidir.