Bu yazı kaleme alındığı zaman 1 Türk Lirası’nın ABD doları karşısındaki değeri, 6.88 lira idi. Bu da, sene başından beri liranın değerinde yüzde 50’lik bir kayba denk geliyor. Büyük bir düşüş ve oldukça kaygı verici. Sadece Türkiye için de değil. Aynı zamanda borçları, GSMH’sinin yüzde 30’unu oluşturan özelde bankacılık sektöründeki yatırımcılar ve genelde tüm özel sektör için de.
Ekonomi haber bültenlerinin, etkin ve sanal meclislerin gündem konusu haline gelen Türk lirası, Türk ekonomisini kuşatan tehlikeyi yakından takip edenlerin dikkatini çeken bir flaş olarak patladı. Ancak işin aslı bu flaş, pazarın istikrarını sağlayan ekonomik ölçütlerdeki gerileme aşamasından sonra patladı. Bu geriliklerin en önemlileri de ticari açığın yükselişi, enflasyon oranının büyümesi, Türk bankalarının kredi derecelendirme kuruluşları nazarındaki olumsuz izlenimidir.
Bu açıklamalar, Türk pazarında neler olup bittiğini ve bunun diğer pazarlara, özellikle de gelişmekte olan pazarlara ne şekilde yansıdığını takip etmek için her gün sunulan verilerdir. Bununla birlikte insanların zihnini meşgul eden bir soru var: Türkiye’deki ekonomik durumu, 8 seneden beri, yani Başkan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte gelen ekonomik sıçramadan bu yana hiç görülmemiş bir şekilde gerileten şey ne?
Türkiye bir darboğazdan geçiyor. Bununla birlikte yetkililer, yansıtma yoluyla krizin sebeplerini dış odaklara bağlamaya çalışıyor ve dış kaynaklı komploları bahane gösteriyor. Krizin özü bu, ekonomik sarsıntı değil. Lira üzerindeki baskının veya Donald Trump yönetiminin alüminyuma uygulanan gümrük vergilerini ikiye katlayıp demire olan vergiyi yüzde 20 artırmasının sebeplerinden biri olarak Türk siyasetçiler, Amerikalı Rahip Brunson’un, Türk muhalif Fethullah Gülen karşılığında teslim edilmesi konusunda ABD ile yaşanan anlaşmazlığı ileri sürüyorlar. Bu gerekçeler her ne kadar etkili olsa da liranın düşüşünde bu denli etkili olamaz. Bu hikâye olayların gidişatı ile de çelişki arz ediyor. Nitekim Türk lirası, sene başından beri düşüş çizgisinde ilerliyordu. Henüz ABD uygulamaları ve Rahip macerası ortada yokken. Türkiye’deki iktidarın kilit isimlerinden bazılarının öne sürdüğü diğer bir iddia, bunun, arkasında iki Müslüman Arap devletinin de yer aldığı komplo olduğu yönünde. Bunu da Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamalarından yola çıkarak öğreniyoruz. Ancak Sayın Bakan, Başkan Erdoğan’ın gururlandığı sağlam temelli dev Türkiye ekonomisinin, nasıl oluyor da döviz kurundaki spekülasyonlar olduğu söylenen bir şeye böyle kolay kurban gidebildiğine dair bir açıklık getirmedi.
Bu gerekçelerin hiçbiri inandırıcı değil. Gerçek nedenler kesinlikle içeride; Türk yönetiminin yaraya tuz eker gibi krizle başa çıkma yönteminde.
Geçen yıldan beri karamsar görünüm ve pek de hayır vaat etmeyen göstergelerin bir neticesi olarak Türkiye’deki ekonomik duruma ilişkin uyarıları ve özellikle Arap yatırımcıların çıkması konusundaki talepleri duyuyoruz. Türkiye Merkez Bankası, seçimler gerçekleşip başkanlık sistemine geçtikten sonra ülkedeki para politikasını üstüne alacağını defalarca dile getiren Başkan Erdoğan’dan yana kaygılıydı.Bu, el koyuşa boyun eğen devletleri çökertene kadar ekonominin eklemlerine sızan komünist sisteme benziyor. Bu, ekonomik düzene yönelik siyasi müdahaledir. Bu, Erdoğan’ın seçimleri önümüzdeki Kasım ayında olması kararlaştırılmışken öne çekerek geçtiğimiz Haziran ayına alması yönündeki girişimine de açıklık getiriyor. Başkan eğer erken davranmayıp da ülke şimdiki aşamalardan geçmiş olsaydı seçim sonuçları ne şekilde olacaktı; tahmin etmek hiç de zor değil. Hiç kuşkusuz eli zayıflayacak ve kazanma şansı düşecekti. Öyle ya kendisine her zaman güç sağlayan ekonomi bu sefer ona engel olacaktı.
Erdoğan’ın ekonomik sistemi, egemenlikle tehdit edip Merkez Bankası’nın müdürünü ve görev süresini tayin etme noktasında ipleri eline alması, ardından damadını maliye bakanı olarak ataması ile durum, Türkler ve yatırımcılar için endişe verici bir hâl almaya başladı. Erdoğan’ın tutumunu ve enflasyon artışını telafi etmek için faiz oranlarını artırmama konusundaki ısrarını, başkanlığını yürüttüğü İslamcı partinin faiz oranlarını kaldırma niyeti şeklinde yorumlamak, safdilliktir! Bu son derece sığ bir yaklaşımdır. Erdoğan, sene başından beri Merkez Bankası’nın, faiz oranlarını yükseltme konusundaki önerisini kulak ardı ediyor ve enflasyonun nedeninin faiz oranları olduğunu inatla kabullenmiyor. Lira, aşamalı olarak değer kaybetti. O kadar ki faizi 375 baz puan artırmaya mecbur oldu. Ancak bu uygulama liranın düşüş seyrine çok az etkide bulunduğu için çok geç kalmış oldu.
Durumu daha da kötüleştiren, Erdoğan ve ekibinin, önceki iyi ekonomik durumdan kendilerine pay çıkarmayı tercih ettikleri gibi bu durumda sorumluluk üstlenmek için yeterli cesarete sahip olmayışı. Hatta Başkan, halkın direnç göstermesinde sorumluluğu tek başına üstlenmeyeceğini, onların da katkı sağlaması gerektiğini; aksi takdirde C planını uygulamak zorunda kalacağını söyleyerek tüccarlara ve iş adamlarına açıktan açığa gözdağı verdi. Bu tehditlerde gizli olan alternatif planla gelince… Başkan’ın onlardan Türk lirasına karşılık dövizleri ve altınları satmalarını rica ettikten sonra Türklerin bankalardaki mevduatına el koyması muhtemel. Erdoğan, halkçı ve milliyetçi söylemlerle gündemi kontrolü altında tutmaya çalışıyor.
Hiç şüphesiz Türkiye’deki kriz büyük ve yapısal. Ekonomik yapının içini ve içerideki para politikasını ilgilendiriyor. Zira Türk ekonomisi, uluslararası borçlara dayalıdır ve şu an borçlarını ödeyememesinden endişe ediliyor. Bu da krizin daha da artması anlamına geliyor. Böyle bir durum başta bankacılık sektöründe olmak üzere yabancı yatırımcılara da olumsuz getirilere sebep olacak. Söz konusu sektörde Katar gibi büyük paylara sahip olan Körfez ülkeleri de yer almakta. Bu durum, Katar borsasının düşüşünü de açıklıyor ve bunu, hasta pazarda pay sahibi olan diğerleri izleyecek.