Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Türkiye ve Avrupa: Ya birlikte yaşam ya da çatışma! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünlerde Avrupa ve Amerika’yla, belki de uluslararası alandaki birçok ülkeyle sorunlar yaşıyor. Ancak Erdoğan’ın en fazla sıkıntı çektiği konuların başında eleştiriye karşı duyduğu nefret var. Bu durum Erdoğan’da ülkesine ve İslami ideolojiye olumsuz etkileyebilecek ve hatalar işlemeye sevk edecek bir hale dönüştü.

Son zamanlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Interpol’den Türk yazar Doğan Akhanlı’yı tutuklayarak Türk yetkililere teslim etmesini istemesi bunun en net örneğidir. Gazeteci Akhanlı, askeri yönetimin başta olduğu Kenan Evren döneminde Ermeni meselesiyle ilgili eleştirel yazılar kaleme almış, iki yıl boyunca tutuklu kalmıştı ve ardından 1991 yılında Türkiye’den ayrılmıştı. İspanya tarafından mezkûr gazetecinin gözaltına alınması, Avrupa’daki gazeteci ve yazarların öfkelenmesine neden oldu. İsveçli Yazarlar Cemiyeti ve bir grup Alman yazar, Akhanlı’nın serbest bırakılmasını ve Türkiye’ye teslim edilmemesini talep etti. Bu çağrıya Almanya Başbakanı Merkel ve Dışişleri Bakanı da katıldı. Merkel, siyasi amaçlar uğruna Interpol’ün kötüye kullanılmaması gerektiğini vurguladı. Ancak yazar Akhanlı, Alman vatandaşlığı taşımasına rağmen Erdoğan, meseleye bu şekilde bakmadı. Aksine Merkel ve diğer Alman yetkililerin sözlerine sinirlendi, Türk asıllı Alman vatandaşlara seçimlerde Merkel’i cezalandırma çağrısı yaptı. Bu yolla Merkel’e bir ders vermek istedi.

Erdoğan, Almanya’daki destekçilerinin Almanya’ya değil, kendisine bağlı olmalarını istiyor. Almanya’daki Türklerin geleceği Erdoğan’ı ilgilendirmiyor. Aynı şekilde Erdoğan, Avrupa’dan özellikle de Almanya’dan Türkiye’nin içişlerine karışmamasını istiyor. Ancak buna karşılık Almanya seçimlerine müdahale etmeyi kendinde hak görüyor.

Bütün bu yaşananlara rağmen Erdoğan’ın müdahalesiyle Merkel’in müdahalesi arasında önemli bir fark var. Almanya Başbakanı, Türkleri Erdoğan’a karşı durmaya çağırmıyor. Aksine Merkel, Erdoğan’ı demokrasiye bağlı kalmaya davet ediyor. Merkel’in bu çağrısının nedeni Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılmak istemesi. Türkiye, daha önceki dönemlerde özellikle insan haklarıyla ilgili meselelerde AB’nin birçok karar ve ilkesine bağlı kalmıştı. AB’de kabul görmesi için ise diğer kararlara da bağlı kalması gerekiyor.

Merkel, Erdoğan’dan Avrupa standartlarına göre anayasaya bağlı kalmasını ve insan haklarına saygı göstermesini istedi. İfade özgürlüğünü kısıtlamasından ve gazeteleri kapatmasından dolayı Erdoğan’ı tenkit etti. Bu eleştiriler, AB’de meşrudur. Çünkü AB, kendi yapısı içerisindeki ihlallere karşı çıkıyor. Bunun için AB, aşırı sağ Polonya hükümetine ve Macaristan’daki aşırılık yanslısı Viktor Orban yönetimine itirazlarda bulundu. Aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi lideri Jörg Haider’ın 2000 yılında Avusturya seçimleri sonrasında iktidara ortak olma girişimi reddedildi.

Hiç şüphesiz Türkiye’yle ilgili AB ve Amerika’nın da sorumlu olduğu haksızlıklar var. Fakat bu haksızlıklar, köprüleri atmaya bahane edilecek düzeyde değil. Türkiye, Amerika’nın teşvik ettiği ve Avrupa’nın verdiği taviz ve imtiyazlara sahip olmadığı müddetçe ilerleyemez. Gelişen bir ülke olamaz. Unutmamalıyız ki; yakın bir zamanda Erdoğan, Avrupalılar tarafından seviliyordu ve Amerikalıların gözünde ılımlı İslam için rol model olarak görülüyordu.

Peki değişen ne?

Değişen Avrupa değil; aksine Erdoğan’ın kendisidir. Avrupa, Türkiye’den kendisine benzemesini, küresel piyasaların taşıdığı değerler sistemine inanmasını ve mümkün olduğu ölçüde dini devlete alet etmemesini istiyor. Avrupa, ABD Başkanı Trump’ın iktidara gelmesi ve Putin’in ortaya çıkmasıyla birlikte kendisini uzlaşma, barış ve güvenlik sahasına götüren uluslararası liberal sistemin üzerinde tehlike çanlarının çaldığını düşünüyor. Dolayısıyla Avrupa, özellikle de Almanya ve liberalizme inanan batılı ülkeler, Erdoğan’ın politikalarını kendi güvenlikleri ve Avrupa’nın sahip olduğu kültürel sistem için bir tehlike olarak görüyor.

Erdoğan’ın toplumu İslamlaştırması, laik sistemin temellerinden uzaklaştırması, Rusya açılımı ve Kürtlere karşı tutumunun yanı sıra dini milliyetçilik ilkesine inanması sorun teşkil ediyor. Bu, Avrupa ve Ortadoğu’da askeri olarak genişleyen Rusya Devlet Başkanı Putin’le yüzleşen ve kendi topraklarında radikal sağla mücadele eden Avrupa tarafından hoş karşılanmıyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ortak yaşam ve insan hakları konusunda örnek teşkil eden Liberal Avrupa ve kapalı bir laiklikten çıkan ve İslami kimliğini yeniden kazanan Türkiye hiç şüphesiz yol ayrımında duruyorlar. Öyle anlaşılıyor ki Erdoğan, kendi İslami perspektifinden baktığında Avrupa’nın şahsına karşı olduğuna inanıyor. Buna karşılık liberal olmasından dolayı Avrupa, Erdoğan’ın İslami modelini tarihe geri dönüş olarak görüyor. Bunun için Erdoğan’ın sürekli olarak meydan okuması ve taraftarlarını Almanya Başbakanı Merkel’e karşı oy kullanmaya çağırması başka bir anlam taşıyor. Bu, vatana bağlılık ve egemenlik ilkesine göre tesis edilen ve sınırları aşan dini bağlılığı reddeden Avrupa modelini yıkmak olarak addediliyor. Erdoğan, kendi modelinin reddedilmesiyle birlikte Avrupa’nın İslam’ı kabul etmediği gerçeğini ortaya çıkardığını düşünüyor. Avrupa, gazeteci Akhanlı meselesinde olduğu gibi Erdoğan’ı özgürlükleri kısıtladığı konusunda eleştiriyor. Diğer yandan Erdoğan, bu tenkitlerin amacının yönetim istikrarını sarsmak ve itibarını zedelemek olduğuna inanıyor.

Erdoğan ve Avrupa birbirlerine şüpheyle bakıyor. Fakat tüm çatışmaya rağmen tarafların bir arada yaşam modeline bağlılığı biliniyor. Avrupa, dini milliyetçilikten kurtulup insani ilkelere inandığı zaman ve aynı şekilde Türkiye de katı laiklikten kurtulup daha geniş bir ufka açıldığında hem birlikte yaşayabilir hem de gelişebilirler. Ancak Erdoğan, belirli bir şekle göre devleti kalıplaştırmaya, özgürlükler konusundaki tutumuna ve mutlak otoritesini genişletmeye devam ederse, Avrupa da İslamofobi kaygısını, Türkiye’ye baskı yapmayı ve Türkiye’nin AB’ye girişini reddetmeyi sürdürürse çatışma kaçınılmazdır. İşte o zaman kaybeden yeni gelişme modeliyle Türkiye olacaktır.