Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Türkiye, Kıbrıs tehdidini yineledi: Gaz bizim! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geride bıraktığımız 20 Temmuz, Türkiye’nin Kıbrıs Yarımadası’nın kuzey kısmına yönelik askerî müdahalesinin 44. yıldönümü idi. Bu askerî kalkışma, Avrupa’nın en uzun soluklu çatışmalarından birisidir. Bununla birlikte yakın bir zamana kadar bir ölçüde perde altında kaldı. BM ve ilgili ülkelerdeki etkin taraflar dışında pek kimsenin ilgisini çekmedi. Söz konusu ilişkili ülkeler, Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’dir. Bu son üçü, 1960 yılında imzalanan bir ‘Güvence Sözleşmesi’nin gereği olarak Kıbrıs’ın garantörüydü. Bununla birlikte Kıbrıs, tekrar Doğu Akdeniz’e yönelik jeopolitik tartışmaların odağı haline geldi. Bu tartışmalar, bölgedeki potansiyel yeni kaynaklar ve Türkiye’nin gelişen rolü üzerine verilen savaşların canlı tartışmalarıyla besleniyor.

Sebeplere gelirsek…

Öncelikle Rum Kıbrıs’ı, biri 2011 diğeri 2018’de olmak üzere iki kez gaz keşfetti.

İkinci olarak BM öncülüğündeki Kıbrıs barış görüşmeleri, 2017 yılında şiddetli bir şekilde çöktü.

Üçüncü olarak Türkiye, bölgesel enerji oyununda daha belirleyici bir rol oynamaya soyundu.

Doğu Akdeniz’deki gaz rezervleri, yakın zamanlara kadar keşfedilmemişti. Şimdi bile büyük oranda keşfedilmiş değil. Gerçek toplam hacmi de hala değerlendirme aşamasında. Bu keşifler, enerji şirketlerinin yanı sıra Rusya’nın dışında alternatif bir ithalat kaynağı arayan Avrupa ülkelerinin ilgisini çekti. Bunun bir sonucu olarak bölgenin farklı ülkeleri arasında çoğunlukla ikili gerçekleştirilen görüşmeler başlatıldı.

Mısır’ın İsrail’deki Tamar ve Leviathan alanlarından gaz alması için yapılan 12 milyar euroluk anlaşma ve Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail arasında, gaz boru hattını Avrupa’ya uzatmak için yapılan üçlü anlaşma zaptı bunun örnekleridir. Ancak Doğu Akdeniz suları gerçek anlamda, İtalyan ENI ve Fransız Total şirketlerinin 8 Şubat 2018’de Kıbrıs sahilindeki Calypso bölgesinde yeni bir gaz sahası keşfettiklerini duyurduğunda kızışmaya başladı.

Bundan sadece üç gün sonra Türk filoları, ENI’ye bağlı İtalyan Saipem sondaj gemisini durdurdu. Saipem, Kıbrıs’ın seçkin ekonomi bölgelerinden biri olan 3. Bölge’deki gaz sondaj alanına doğru ilerliyordu. Bu gelişme, Calypso keşiflerine yönelik kadim gerginliklerin yeniden ortaya çıkmasına yol açtı ve Avrupa eşiğinde yeni kaynak savaşlarına dönük jeopolitik ve ekonomik çekinceleri artırdı. Bu sefer odak noktası, Türkiye oldu.

Türk filosunun Kıbrıs bölgesel sularını ihlal etmesi, Doğu Akdeniz’deki son gaz keşiflerinin, bölgede zaten var olan gerginliğin şiddetini artırmaya sebep olacağına yönelik endişelere sebep oldu. Nitekim bu durumun yeni kaynaklar üzerine bir rekabete sebep olmasından korkuluyor. Türkiye ve Yunanistan arasında karşılıklı uyarılar başladı ve olay siyasi bir boyut kazandı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yunanistan, Kıbrıs ve yabancı şirketlerin Kıbrıs sahillerinin karşısında gaz arayışına devam ettiklerini, bunun Türkiye’ye yönelik bir egemenlik ihlali olduğunu söyleyerek ülkesinin askerî bir müdahaleden çekinmeyeceği konusunda gözdağı verdi.

Geçtiğimiz Haziran ayındaki seçim kampanyası sırasında bir adım daha ileri gitti. Nitekim Mayıs ayında Türkiye, Osmanlı Sultanı Fatih Mehmet’ten esinle ‘Fatih’ adı verilen ilk sondaj gemisini hizmete soktu. Türkiye’nin bu konuşma ile ortaya çıkan enerji konusundaki hırslı planları, oldukça sembolikti. Bununla birlikte Türk Enerji Bakanı, Osmanlı’nın İstanbul’u fethi ile ‘Fatih’in yürütülmesini karşılaştırarak şunları söyledi: “İstanbul’un fethi, dünya tarihinde yeni bir çağ açtı. İlk sondaj gemisinin yürütülmesi de Türkiye’de petrol ve gaz keşfi planlamasında yeni bir dönemi temsil etmektedir”.

Yunanistan, Kıbrıs ve bu ikisinin AB’deki ortaklarını kaygılandıran şey, Türkiye’nin Kıbrıs’ta petrol arayışına yönelik karşıt tutumunun adanın kuzeyindeki askerî varlığından aldığı destek ile bağlantısı ve aynı şekilde Haziran ayındaki seçim kampanyası esnasında Kıbrıs’a ilişkin siyasi söylemleridir. Nitekim iktidardaki AKP’nin müttefiki ve aşırı milliyetçi bir eğilime sahip olan MHP, Kıbrıs anlaşmasını bir ihanet olarak nitelendirdi. Bu partinin Kıbrıs’ı ‘Türkiye toprağı’ olarak değerlendirmesi, Yunanistan ve Kıbrıs’ın endişelerini artırdı. (Geçen hafta bir açıklamasında Türk Dışişleri Bakanı da Irak’taki Kerkük’ün Türkiye’nin atalarına ait olduğunu söyledi).

Bu yeni gerginlikler, Ortadoğu havzasında var olan gerginlikler listesinin tamamlayıcı bir unsuru oldu. Nitekim Suriye savaşına, İsrail ve Lübnan arasında ayrıcalıklı petrol bölgesinin sınır çizimine yönelik anlaşmazlığa, İsrail ve Türkiye arasındaki Gazze gerginliğine rağmen Mısır, Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail, Doğu Akdeniz’e yönelik Türkiye’nin yer almadığı bir işbirliği bloğu oluşturabildi.

Ancak enerji sahasındaki bu jeopolitik gelişme, mevcut Kıbrıs bölünmesinden kaynaklanan siyasi meseleden ayrı mı?

1974 yılında Kıbrıs Rumları, askeri cunta ile anlaşarak EOKA örgütünü kurup meşru Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’a darbe yaptılar ve Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleştiğini ilan ettiler. Buna karşılık Yunanistan ve İngiltere ile birlikte Kıbrıs’ın garantörü olan Türkiye de Kıbrıslı Türkleri koruma gerekçesiyle 35 bin kişilik askerî gücünü Kıbrıs’a gönderdi.

Sonrasında ise Türkiye, 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilan edip Kıbrıslı Türklere idari ve siyasi sistemlerini kurdurttu. 2017 yılında BM, adanın tekrar birleşmesi için harekete geçti. Yunanistan destekli Kıbrıslılar, Türk güçleri Kıbrıs topraklarında var olduğu sürece federasyona yanaşmayacaklarını belirtti. Aynı şekilde Türkiye’nin tek taraflı müdahale hakkına da karşı çıktılar. Kıbrıs Türkleri ise 35 bin Türk askerinin Kuzey Kıbrıs’tan çekilmesine itiraz etti.

Türkiye, KKTC’yi dünyada tanıyan tek devlet. Aynı zamanda Ankara, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Güney kesiminin) resmi varlığını tanımayı reddediyor. Bu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendine özgü sondaj çalışmalarını başlatma planları açısından önemli bir şey ve Kıbrıs’a dönük yankıları oldukça büyük.

Nitekim Kıbrıs’ı tanımamak bir yana Türkiye, uluslararası deniz yasasını BM’nin denizler yasası anlaşmasına aykırı olarak kendi kafasına göre yorumluyor.

Türkiye’nin bu bireysel yorumuna göre ulusal toprakların sahip olduğu kıta sahanlıkları, 200 mile kadar varıyor. Bununla birlikte adalar, 14 mile varan bölgesel sularla sınırlı. Dolayısıyla Kıbrıs, Ankara’nın gözünde kıta sahanlığında hiçbir hakkı olmayan bir ada konumunda. Yine Ankara’nın gözünde Kıbrıs’ın kendine özgü bir ekonomik bölge ilan etme hakkı yok. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uluslararası şirketlerle imzaladığı tüm anlaşmalar da bu durumda yasal açıdan geçersiz oluyor! Bunun sonucu olarak Türk yetkililer, Kıbrıs ve Kıbrıs sahillerinde kazı çalışmasında bulunan uluslararası şirketleri Türkiye’nin egemenliğini ihlal etmekle suçlayabiliyor!

Buna ek olarak 2011 yılında Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti, 3 no’lu bloğun arama haklarını Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)  şirketine verdi.

Haziran seçimlerinden önce de Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ‘iki bölge arasındaki özel ekonomik bölgeyi kısıtlamak üzere imzalanan Kıbrıs-Mısır anlaşmasının geçersiz olduğunu ve Kıbrıslı Türklerin adanın kaynaklarını kullanma noktasında devredilemez haklarını ihlal ettiğini’ ifade etti.

Uluslararası tanınırlığa sahip olmayan KKTC’nin Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, bir bakıma kararsız bir çizgi benimsedi ve şöyle dedi: “Biz suları soğutmayı hedefliyoruz; ısıtmayı değil.” Bununla birlikte Kuzey Kıbrıs konusunda net bir tutum sergiledi.

Şöyle ki Kıbrıs Rumları ile birlikte veya ayrı, gaz arama çalışmaları gerçekleştirilecek. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da doğalgaz meselesinde birlikte hareket etmek için Kıbrıs-Türkiye ve Kıbrıs-Yunanistan komisyonu oluşturma çağrısı yaptı.

Alt grupları ile birlikte Kıbrıslılar, başarısız müzakerelerin sebep olduğu yorgunluktan muzdaripler. Kıbrıs örneğinde ekonomi, siyasetin peşinden gider; tersi olmaz. Ancak Kuzey ve Güney Kıbrıs arasında süregelen siyasi meseleler çözüme kavuşursa ve çekişme ortadan kaldırılırsa bu, gaz rezervlerinin barışçıl ve verimli bir şekilde ortaya çıkarılması için daha da teşvik edici olacaktır.

Türkiye izin verirse Kıbrıs, ‘bir bütün olarak’ Doğu Akdeniz’de ve enerji alanında daha geniş olarak Avrupa sahasında merkezi bir rol oynayabilir.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan ile mümkünler, imkânsız olabilir. Bugün yarın kendini zamanın sultanı bile ilan edebilir!