Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Türkiye ve İran: Köktencilik ve Mezhepçilik? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Ortadoğu bölgesinin garip yanlarından biri de, hala ses getiren sloganların bu bölgede reel politikalar, farklı kimlikler ve modern değerlerden daha çok iş görmesidir. Buna en iyi iki örnek; köktencilik ve mezhepçilik kokan projeler benimseyen Türkiye ve İran’dır.

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hem kendi hem de partisinin nüfuzunu güçlendirmesinden, kendisine düşman parti ve akımları tamamen ortadan kaldırmasından beri Türkiye sürekli tırmanan krizler ve problemlerle karşı karşıya.

Bu krizlerin sonuncusu ve en şiddetli olanı, çokta açık olmayan sebeplerden dolayı bir ABD vatandaşının tutuklanması nedeniyle halihazırda ABD ile yaşanan krizdir. Aslında Türk Lirası’nın yaşadığı kriz ABD yaptırımlarından önce başlamıştı. Yine de Başkan Trump yönetiminin Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar ve Türkiye’nin tutumuna göre bu yaptırımların arkasının geleceği yönünde yapılan açıklamalar kuşkusuz bu krizin daha da şiddetlenmesine neden olmuştur.

Türkiye’nin deklare ettiği siyaset; bir yandan Atatürk ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin mirasından sıyrılmaya çalışırken diğer yandan da derin bir geçmişi yeniden yaşatmayı amaçlayan yeni bir model ve trende öncülük ediyor. Bunu yaparken hem Arap ülkelerinde hem de tüm dünyada Müslüman Kardeşler ile güçlü bir ittifaka girmiş bulunuyor. Bu da Atatürk laikliğinden vazgeçip köktenciliğe ve siyasal İslam’a yöneldiği anlamına geliyor.

Osmanlı hilafetini yeniden ihya etme yönündeki bu gizli hayale, pragmatik köktenci modelin tarihi onyıllar ve asırlarca geriye götürebileceğine duyulan inanç eşlik ediyor. Bu inanç, tarihte bir kez yaşanan bu modelin tekrar yaşanabileceği yönünde propagandası yapılan sahte bir sanrıdan ibarettir. Çünkü tarih asla tekerrür etmeyeceği gibi tarihi olaylarda aslında mevcut durumu etkilemek için uydurulmuş bir halde pazarlanır. Bu tüm siyasal İslamcı cemaatlerin söylevlerinde var olduğu bilinen köktenci bir metottur. 80 yıla uzanan başarısızlığına rağmen bu cemaatler hala en başarılı ve iyi metod olduğunda ısrar ediyorlar. Bu da yetmezmş gibi onu İslam’ın kendisiymiş gibi pazarlıyorlar.

Türk politikası aynı zamanda zıtlıkları içinde barındırmakla da biliniyor. Bir yandan Gazze’deki Müslüman Kardeşler’e bağlı Hamas Örgütü’ne tam desteğini ilan edip ses getiren sloganlar taşıyan sembolik gemileri Gazze’ye gönderirken, diğer yandan da İsrail ile anlaşmalar imzalayarak askeri işbirliklerini geliştiriyor. Her ne kadar kendisini geri adım atmayan güçlü bir devlet gibi göstermeye çalışsa da geri adım atarak garip bir şekilde özür de diliyor. Suriye’de Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye’nin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e sunduğu özür ve daha öncesinde İsrail’i tehdit ettikten sonra geri adım atarak ilişkilerini daha da geliştirmesi bunun en bariz iki örneğidir.

Türkiye’nin müttefiği Katar’ın yaptığı gibi ‘stratejik inat’ metodunu benimsemesi pek olası değil. Çünkü ödün vermeye alışık olanlar yeniden ödün vermeye hazırdırlar. Katar’ın Türkiye’ye vermeyi vaadettiği 15 milyar dolarlık destek, mevcut boğucu krizin gölgesindeki Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarını karşılamakta ancak denizdeki bir damlaya benzemektedir. Aynı zamanda Katar’ın Washington ile olan daha önemli ilişkileri için bir risk de oluşturmaktadır. Çünkü bilindiği gibi Katar’a dört Arap ülkesi tarafından güçlü bir ambargo uygalanıyor. Ambargonun başlangıcından itibaren, Katar’ın bölgede ve dünyada teröre vermeyi sürdürdüğü desteği durdurmak için para transferleri katı bir şekilde kontrol ediliyor.

Türk lirasının ABD doları karşısında tarihi ve eşi görülmemiş düşüşü, yatırımcıların hükümetin taleplerinin aksine artan bir şekilde paralarını başta dolar olmak üzere yabancı para birimlerine çevirmeleri (Şarkul Avsat, geçen Cuma) Türkiye’de faaliyet gösterenlere hakim olan güvensizliği ve korkuyu gösteren önemli bir göstergedir. Çok kısa bir sürede yaşanan yüzde 40’lık bu büyük düşüş hiç de güven verici değil ve bilindiği gibi sermaye korkaktır.

Bu tablo, birkaç nedenden dolayı İran örneğinde daha açık bir şekilde görülebilir. Bu nedenleri sayacak olursak;

İran modelinin daha eski olması ve yaklaşık 40 yıldır sürmesi, anayasada yer alan baskın mezhepçi doğası, Şii tarafta milis güçleri ve Sünni tarafta örgütler aracılığıyla terörün tüm çeşidini ve yıkımı desteklemesi, kaosu yaymak için takip ettiği istikrarlı politika.

ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a karşı politikası çok açık ve vakit geçtikçe daha da açıklık kazanmaktadır. ABD yönetiminden yetkililerden gelen açıklamaların tamamı da daha fazla yaptırımlar olacağının sinyalini veriyor. Aynı şekilde ABD, bu köktenci ve mezhepçi rejime karşı olan İran halkını desteklemeyi ihmal etmeden mollalar rejimine karşı uluslararası sistemi daha fazla seferber etmeye çalışıyor.Trump, birkaç kez “tarihteki en kötü anlaşma” olarak tanımladığı ve bu nedenle çekildiğini açıkladığı eski talihsiz anlaşmanın şartlarından tamamen farklı yeni şartlar ışığında rejimle müzakerelere açık olduğunu açıkladı.

ABD’nin İran rejimine karşı yeni yaptırım paketinin hayata geçirilmesi beklenirken, büyük küresel şirketler de İran’dan çekilmeye başladı. Bazı Avrupa ülkeleri, ABD’nin İran rejimine karşı yürüttüğü yeni stratejiye karşı çıksalarda büyük şirketler Avrupalı devletlerin düşmanca siyasetlerinden çok ABD ile olan çıkarlarıyla ilgileniyorlar. İran petrolünü kapsayacak yeni yaptırım paketi ise 4 Kasım’da uygulamaya konacak.

ABD’nin İran rejimine karşı uyguladığı yaptırımların etkisi tabi ki hemen görülmeyecektir. Çünkü bu ancak birikim ve süreklilik ile mümkündür. Bu yaptırımların etkisi, yuvarlandıkça daha fazla büyüyen bir kar topu gibi yavaşça görülecektir. Hem bölgesel hem de uluslararası yaptırımların etkileri hep zamanla ortaya çıkar. Bu şekilde zaman, İran rejiminin en büyük düşmanı haline gelecektir. Çünkü zaman geçtikçe rejim daha çok boğulacak ve sonunda boyun eğmek zorunda kalacaktır.

İran rejimi tüm sloganlarına, kibir ve meydan okuma dolu ses tonuna rağmen o da gerilimi arttırmaktan korkuyor ve aslında taviz vermeye hazır bir durumda. Bu nedenle, ABD’yi kızdırmadan ya da kışkırtmadan en azından onurunu kurtaracak açıklamalarla yetiniyor. Mollalar rejimi kendisini ne kadar güçlü göstermeye çalışırsa çalışsın kriz dönemlerinde boyun eğmekle kalmayıp 80’li yılların sonlarında Humeyni’nin yaptığı o meşhur açıklamada olduğu gibi zehri yudumlamaktan bile kaçınmaz.

Mevcut şartlarda Türkiye ve İran modellerinin birbirine benzemesi aynı oldukları anlamına gelmiyor. Aralarında dikkate alınabilecek bazı farklılıklar bulunmuyor değil. Ama büyük resim iki model ve her bir modelin vizyonu, açıklanmış hedefleri ve takip ettikleri yol arasında karşılaştırma yapmak için bizlere geniş bir alan sunmaktadır. İkiside takip edilmesi gereken en iyi model ve örneğin günümüzde değil geçmişte yattığına inanmaktadır.

Son olarak, Türkiye ve İran modelleri ideolojinin başarılı bir ekonomi yaratamayacağını, sloganların güçlü ve birleşmiş bir devlet inşa edemeyeceğini ve kalkınmacı modellerin geçmişte değil günümüzde ve gelecekte inşa edildiğini doğrulamaktadır. Bu iki modeli bölgede kurulmak üzere olan Suudi Arabistan modeli ile karşılaştırbiliriz. Bilindiği gibi bir karşıltlıktan doğan şey her zaman ondan daha iyidir.