Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Türkiye’nin dış politkası | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Didier Billion*

Türkiye, bölgesel ve uluslararası dengelerin ortasında, göz ardı edilemeyen mevcut bir güç olarak hala varlığını korumakta. Bununla birlikte, Ankara, amaçladığı liderlik seviyesine yükselme konusunda başarısızlığa uğradı. Türkiye, gergin odakların bulunduğu bir ortamda yol ayrımında bulunuyor. Dış politikasını uygulamaya koymasını engelleyen ciddi güçlüklerden muzdarip durumda. Binli yılların başında Türkiye, çok çeşitli siyasi ve diplomatik girişimlerde bulunmuştu. 2011’de Arap ayaklanmalarının başlaması onun için bir sürpriz oldu. Biraz tereddütten sonra, protesto hareketlerinin yanında yer almaya karar verdi. Bir süre Türk diplomasisi, birçoklarının ‘Türk modelinin başarısından’ bahsettiği pek çok başarıya imza attı.

Ancak Suriye’de başlayan ayaklanma kartları değiştirdi. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2011 yılının yazından beri Suriye rejim liderini devirmeye yönelik özel bir hayale sahip. Bu nedenle, muhalefet hareketlerinin en radikal olanlar da dahil olmak üzere, tüm unsurlarını destekledi. Fakat Suriye rejimi liderinin direnişi ve onu askeri açıdan devirmenin zorluğu Türkiye’yi güç durumda bırakıyor. Ankara’nın da izlediği iç savaşı bastırma politikası, imajına zarar verdi ve uluslararası düzeyde ciddi şekilde zayıflamasına neden oldu.

Buna paralel olarak Suriye’deki kaos, varoluşu halinde Türkiye’yi zora sokacak olan Kürt meselesinin ülkede yeniden ortaya çıkmasına katkı sağladı. Ankara, PKK’nın uzantısı olan PYD’yi bir terör örgütü olarak görmekte ve onu en büyük tehlike kabul etmekte. Bununla birlikte, PYD, Suriye-Türkiye sınırı boyunca geniş bir alanda özerk yönetim ilan etti. Militanların, ABD ve Rusya tarafından finanse edilerek DEAŞ’a karşı verilen savaşta ana oyunculardan biri görülmesi, Türkiye’nin kaygıları arttı. Böylece, Türkiye kendini büyük bir çelişkinin içinde buldu. Bir yandan, söz konusu örgütü (PYD) en önemli düşmanlarından biri olarak kabul etmekte, fakat bu örgüt ortaklarının ve müttefiklerinin desteğini almakta.

Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik ilk darbe, 2016 yazında meydana geldi. Ankara şiddetli bir dönüş yaptığında, politikalarını Rusya ile birlikte yürütme kararı aldı. İki taraf tamamen birbiriyle çelişen iki politikayı izlemekteydi. 24 Kasım 2015’te Türk savaş uçaklarının bir Rus bombardıman uçağını düşürmesinden sonra ortaya çıkan aralarındaki birkaç aylık gerginlikten bahsetmiyorum bile.

Türkiye’nin dönüşünün bir takım sonuçları vardı; bunlardan ilki, Ankara’nın Suriye krizine siyasi çözüm bulma amaçlı diplomatik girişimlerinden geri dönmesine, fakat aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel istikrar için kilit ve gerekli bir oyuncu olmaya devam ettiğini göstermesine izin verdi. Ancak, Astana’da Rus ve İranlı ortaklarıyla yapılan toplantılarda başarılı girişimlerde bulunduğu, özellikle de çatışmasızlık bölgelerinin kurulmasında rol oynadığı doğruysa, bunu dikkate almalıyız. Güç dengesi, Suriye dosyasının yönetimini etkileyen gerçek kartların Rusya’nın elinde olduğunu açıkça gösteriyor. Bununla birlikte, Türkiye muhalefet gruplarıyla olan ilişkiler ve temasların daha da iyileştirme konusunda hala önemli bir oynamakta. Türkiye, 14 ayda ikinci kez, Rusya ve İran’ın rızası ile Suriye topraklarına askeri müdahale etti. Sonuncusu geçtiğimiz Ekim ayında İdlib’e gerçekleştirilmişti. Söz konusu müdahale PYD’yi yakından izlemesine imkan tanımıştı.

Irak’ta ise, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKYB) Eylül ayında bağımsızlık referandumu düzenlemesine karar vermesi, Türkiye için endişeye neden olmuştu. Bu girişimin açık bir siyasi hata olduğu gerçeğinin yanı sıra, Ankara’ya, Irak Kürdistanı’ndaki durumları kontrol etme kabiliyetinin aslında yüzeysel olduğunu gösterdi. Söz konusu durum politik bir gerilime neden oldu.

Rusya ile yakınlaşma ve Batı’dan uzaklaşma

Ankara, Rusya ile yakınlaşma konusunda başarılı olursa, -ki bunu gelişmiş S-400 füze savunma sistemlerinin satın almak için imzaladığı askeri bir sözleşme ile güçlendirdi- ilişkilerinin gittikçe kötüleştiği Batılı güçler konusunda endişeye neden olacak. Bununla birlikte ABD ile anlaşmazlık dosyaları gittikçe çoğalmakta.

Söz konusu anlaşmazlıkların başında 1999’dan beri ABD’de sürgünde yaşayan İmam, Türk Türk komutanların 15Temmuz 2016’daki darbe girişimin başı olmakla suçlanan Fethullah Gülen ile ilgili dosya bulunmakta. Washington’un Gülen’i Türkiye’ye iade etmeyi reddetmesi, komplo kurulduğunu iddia eden Ankara’yı öfkelendirmekte. Türkiye’nin öfkesini, Ankara’nın terör örgütü olarak gördüğü PYD’nin ABD tarafından desteklenmesi ile pekiştirdi.

Resmi tamamlamak için, yaptırım rejimine tabi oldukları dönemde İran’a aktarılmakta olan kara paraların aklaması operasyonlarında merkezi rol oynayan İranlı-Türk işadamı Reza Zarrab’ın dosyasına bakmak gerekiyor. Zarrab şu anda ABD’de yargılanmakta. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın çevresini etkileyen yolsuzluk hakkında çok sayıda bilgi verebilir. Elbette ki bu durum, Ankara’nın konu hakkındaki hassasiyetini arttırıyor.

Türkiye-Avrupa ilişkileri ABD ile olduğundan daha iyi değil. Fakat onunla yaşanan gerginliğin sebepleri farklıdır. Ankara’nın temel sebebi, Avrupa Birliği’nin 2016 yazındaki darbe girişimi konusunda hükümete açık destek vermemesidir. Bu, Türk yetkililerin, Avrupalıların Türkiye’deki demokratik hakların ihlali konusundaki eleştirilerine ‘duyarlılığı’ ile bağdaşmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımı konusundaki görüşmelerin dondurulmasının dezavantajlarını bir kenara bırakalım.

2017’de tüm Avrupa ülkeleri arasından, öncelikli olarak Almanya ile gerginlik yaşandı. Söz konusu gerginliğin nedeni Erdoğan’ın, oklarını tereddüt etmeden ülkeye Nazizmin geri döndüğüne yöneltmesidir. Buna karşılık, Türkiye’nin Fransa ile ilişkileri daha az sorunlu görünmekte fakat bu yeterli değil. Avrupa ile olan gerginlik her zamankinden daha fazla gibi görünüyor. Türk-Avrupa ilişkileri, karşılaşılan ortak zorluklarla yüzleşmek için- ki bunların başında terörizm ve mülteci krizi bulunmakta- iki tarafın ihtiyacı olan ortaklığı yeniden başlatacak temeller üzerinde yeniden oluşturulmalı.

Türkiye ile Batılı ortakları arasında bulunan birçok anlaşmazlığa rağmen, iki taraf arasındaki geleneksel ittifak henüz ölmedi. Bu nedenle onları kategorize edecek hazır formüller yerine aradaki ilişkilerin geleceğine odaklanmalıyız.

Hayalimiz, aslında Türkiye’nin, dış dünya ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi ve bunları bizim için en önemli olan yeni temellerde kurmaya kararlı olmasıdır.

Açıktır ki, Başkan Erdoğan’ın duyarlılık politikası kuşkusuz elinde olan çok karlı kartları dağıtmasına katkı sağladı. Türkiye bu yüzden bugün biraz zayıf düşmüş durumda ve zor zamanlar geçirmekte. Bununa rağmen, bulunduğu konum onu birbiriyle çatışma seviyesine ulaşabilecek zıt çıkarların buluşma noktası yapmakta. Ancak bu konum, gücünün ve çekiciliğinin dayandığı temel olmaya devam etmektedir.

* Paris’te Araştırma ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Müdür Yardımcısı