Türklerin Suriye’deki Kürt Afrin’ine yönelik saldırıları, Amerikalı komutanları esaslı bir endişeye sevkediyor.Avrupalı ve Amerikalı askerler, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrin’in doğusundaki kuvvetleri Münbiç’e gönderme yönündeki tehdidini uygulayıp uygulamayacağını gözlüyor. Geçtiğimiz pazartesi Bloomberg Haber Ajansı, Türk ve Amerikalı siyasiler ve generaller arasında gerçekleştirilen müzakereler neticesinde Türk ve Amerikan ordularının Suriye’nin kuzeyinde doğrudan çatışması ihtimalinin önünü alabilecek bir görüş birliğine varılamadığını bildirdi. Erdoğan ise, “Yanlarında kimin olduğuna bakmadan teröristlere karşı baskı uygulayacağız” dedi. Bu sebeple taraflardan birinin geri adım atmadığı bir Türk-ABD karşılaşmasının patlak vermesini görmezden gelmek mümkün değildir.
Geçen hafta Paris’e olan yolculuğu sırasında ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, “İhtiyaç duyduğu türden bir güvenli bölgeyi oluşturmak için birlikte hareket edip edemeyeceğimizi görmek adına Türkiye’den operasyonlarını sınırlamasını talep ettik (…)” açıklamasında bulundu.
Afrin’e yönelik bu saldırı, Suriye’deki savaşta yeni bir cephenin açılması demektir ve bu Türkiye ve ABD arasındaki ilişkileri etkileyebilecek bir dönüm noktasıdır. İki ülke arasındaki ilişkiler, Washington’ın Suriye’de DEAŞ’e karşı verilen savaşta Kürt milislerine silahlanma desteği vermesi sebebiyle uzun bir süreden beri gergindi. Daha sonraları ABD’nin, Kürtlerin komutasında yaklaşık 30 bin Arap ve Kürt savaşçıdan oluşacak ve Suriye’nin içlerine yürüyecek bir “sınır kuvvetleri” oluşturmaya yönelik tasarısı duyurulmuştu. Türkiye bu tasarıyı, “tehlikeli bir tehdit” olarak algılarken, YPG’yi terörist olarak niteledi. Günler sonra Tillerson, Suriye Başkanı’nı devirmek ve DEAŞ’ı yenilgiye uğratmak gibi uzun vadeli stratejinin bir parçası olarak Amerika’nın askeri varlığının ‘belirsiz bir süre için’ Suriye’de kalacağını bildirdi.
Bunun ardından Türkiye, Afrin’e havadan ve karadan ‘Zeytin Dalı’ operasyonunu başlattı. Bu savaş, Suriye’de DEAŞ’e karşı verilen savaşın geleceğine, Washington ve Ankara’nın müttefikler olarak birbirlerine güvenip güvenemeyeceğine dair soru işaretleri yaratıyor.
2014 yılından bu yana Türkiye, Amerika’nın YPG’yi silahlandırma ve eğitmesine karşı çıkıyor. Bu birlikler bir anlamda Amerikalı olmayan ordularla DEAŞ’e karşı savaşan Amerika idi. ABD’den, daha sonra 30 bin savaşçıyı bulan bir sınır kuvveti oluşturmaya yönelik açıklama geldi. Türkler bunu bir kışkırtma olarak yorumladı. Erdoğan, ABD’nin Türkiye sınırları boyunca terörist bir ‘ordu’ oluşturmaya çalıştığını belirterek milli güvenliğini korumak adına karşılık vermekle tehdit etti. Birkaç gün içerisinde de Türk kuvvetleri ve Amerika tarafından desteklenen ÖSO kuvvetlerinin Afrin’e yönelik saldırısı başladı. Türkiye, birbirleri ile savaşan Amerikan eğitimli milisleri ortaya çıkarmada başarılı oldu.
Pentagon yalnızca iç güvenliğe yoğunlaşarak DEAŞ ile savaşmak için yerel kuvvetlere eğitim vermeyi sürdürdüğünü açıkladı.
Bununla birlikte Erdoğan ve Başkan Donald Trump arasında yapılan telefon konuşmasından bahsedilirken Ankara ve Washington arasında bir anlaşmazlıktan söz ediliyor. Beyaz Saray sözcüsü, Trump’ın Türkiye’yi askeri gerilimi durdurmaya ve sivil kayıpların önünü almaya davet ettiğini söylerken Türkiye, Trump’ın Kürtleri silahlandırmaya son vermeyi kabul ettiğini, bunun Amerika’nın siyasetinde ve Suriye’deki savaşlara yönelik politikalarında büyük bir değişim anlamına geldiğini söyledi. Daha sonra Erdoğan, Türk kuvvetlerini Fırat Nehri’nin batısına düşen Münbiç’e göndermekle tehdit etti. Münbiç, yerel Arap ve özerk savunma kuvvetlerinin egemenliği altında. Amerikan özel kuvvetleri ise şehrin dışında yoğunlaşarak devriyelerini gerçekleştiriyor. Eğer Erdoğan Münbiç’e yönelmek isterse, NATO üyesi olarak Türkiye’yi ABD ile doğrudan askeri bir karşılaşmanın içine sokmuş olacak.
Amerika’nın Orta Doğu’daki kuvvetlerinin komutanı General Joseph Votel, geçtiğimiz Pazar günü CNN kanalına Amerika’nın kuvvetlerini Münbiç’ten çekmeyi düşünmediğini açıkladı. Erdoğan ise buna ‘hemen’ bir son verilmesini talep etmişti.
Ancak bununla birlikte Amerikalı yetkililer, şu ana kadar iki ülke arasında herhangi bir krizin olmadığını teyit etti. Amerikalı gözlemciler diplomasinin hala uygulamaya elverişli bir seçenek olduğunu, öyle ya da böyle Suriye’nin doğusundaki Kürt olmayan unsurlar arasında istikrarın gerçekleşmesinde, Türkiye’nin doğrudan olarak katılımının gerektiğini söylüyor. Bir diğer ifade ile Türkiye savaş sonrasında Suriye’de bir rol ve pay kapmak istiyor. Türkiye başka dürtülerle de hareket ediyor olabilir.
Bir Türk kaynak bana tüm bu gelişmelerin Erdoğan’ın 2019 yılındaki Türk başkanlık seçimlerine hazırlandığı bir zamanda gerçekleştiğini aktardı. Eğer tekrar seçilirse Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına atıfta bulunarak konulan 2023 hedeflerine ulaşmak için yönetimde kalacak. Erdoğan’ın başarısı onu modern Türkiye’nin yeni babası yapacak. Ancak Erdoğan bu esnada verdiği tüm vaatlere rağmen uzun süredir devam eden PKK saldırılarının sebep olduğu güvenlik risklerini de yönetmeye çalışıyor.
Amerika’da yer alan ‘Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin “Türkiye Projesi” direktörü Bülend Alirıza, Erdoğan’ın, Türklerin içerideki terör faaliyetlerine yönelik korkularından faydalanarak Türk nüfusunun ve ulusal tabanının duyguları ile oynadığını dile getiriyor. Bunu Afrin’e yönelik saldırısında uygulayabilecekken Ankara’da yer alan Kürtlere karşı savunmasında kullanması ise dikkatle ele alınması gereken bir noktadır.
Ancak Suriye’nin hava sahasına egemen olan Rusya’nın bu gelişmelerdeki rolü ne? Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin aktif bir katılımcı ve ülkesi de ‘Zeytin Dalı’ operasyonunda temel bir rol oynuyor. Rusya’nın harekat bitene kadar hava sahasını Türkiye’ye bırakması rastgele değildir. Zira reddetmek elindeydi. Putin sanki işleri çığırından çıkarmak, Kuzey Atlantik Paktı’ndaki iki müttefiki karşı karşıya getirip zarar ve kayıplara sebep olmak istiyor.
Varşova Paktı çözüldüğünden bu yana Rusya Federasyonu gözünü NATO’nun dağılmasına dikti. Erdoğan’ın sırrı çok konuşmasında yatıyor. Ve sözleri de etki uyandırarak tepki ve kargaşa doğuruyor. Fakat yine de son sözünü söylemiş değiller. Hedef olabilir ancak bir şeyleri gerçekleştirmek için yüksek bedeller ödeneceğini bir düşünse ….. Örneğin geçen Pazartesi, öyle birdenbire Türkiye’nin AB’ye tam üyelikten daha azına razı olmayacağını söyledi. Açıklaması Avrupa ülkelerinin tutumuna bir etkide bulunmayarak onları endişelendirecek. Daha sonra Papa Francis’e karşılık vermek için Vatikan’ı hedef aldı. Zira Fethullah Gülen Hareketi’nin bir ‘Vatikan Projesi’ olduğunu iddia etmişti. Putin’e gelince; NATO üyesi iki ülkenin arasını açabilirse şayet bu kendisi için iyi olur.
Geçen ayki Davos Ekonomi Forumu’nda Beyaz Saray İç Güvenlik Müsteşarı Tom Bossert gazetecilere, Türklerin Amerikan kuvvetleri ile doğrudan bir tehlike ile karşılaşacakları Münbiç’e gitmelerinin ‘son derece şüpheli’ olduğunu söyledi. Gözlemcilerden bazıları, Türk tehdidini ‘Türk böbürlenmesi’ olarak niteleyerek Erdoğan’ın bir süreden beri Doğu’ya girmekle tehdit ettiğini söylediler. Özetle Erdoğan siyaseten bir noktayı sabitlemek ve Suriye’nin bir parçasında varlık göstermek istiyor. Ama Amerikan kuvvetleri için bir tehlike arz edemeyecek.
Türk haber kaynağım bana, burada asıl tehlikenin işlerin çığırından çıkmasında yattığını ve Kürtlerin Afrin’de hezimete uğrasa bile, Suriye’nin diğer bölgelerinde ayaklanarak Türklerin daha fazla operasyon yapmasının gerekeceğini söylüyor.
Erdoğan’ın yakın bir zamanda Afrin’e karşı askeri operasyonlarından vazgeçmesi beklenemez. Münbiç’e ilerlemediği sürece de bu sınırlı operasyonlar Amerika-Türkiye ilişkilerine sınırlı ölçüde zarar verir.
Günler önce Lübnanlı kanaat önderi Velid Canbolat bir tweetinde, “Herkes Türkiye’nin asıl probleminin Kürt meselesi olduğunu biliyor. (…) Peki, Araplar özellikle de Suriye muhalefeti neden bu oyuna alet oluyor ve Kürtler rejimin yerine savaşıyor. Bu Kürtler açısından tarihi bir Arap düğümü. Salahaddin’i unuttuk.”
Elbette ki Erdoğan yeni Salahaddin falan olmayacak. Zira kendisi bizzat köşeye sıkışmış durumda. Hırslar kaybolur. Kürtler yok olmaya niyetli bir halk değil. Ulusların oyunu baki kalır ve bu oyunların birçok kaybedeni olur. Bununla birlikte tek bir kazananı bile olmadan oyunun son bulma ihtimali de vardır.