Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Üç İmparatorluk’ yeniden diriliyor… Ve hedef Arap bölgemiz | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bugün ne kadar da düne benziyor. Tarihin trajediyle ya da bir kâbusla kendini tekrar ettiği doğrudur.

İran Safevi devleti ve iki ‘imparatorluğun’ -Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusya’sı- çöküşünden bu yana yüzyıl geçti. Yüzyıl önce var olan şeyleri bu Arap bölgesinde yeniden tesis etmek için girişimler olduğu açıktır ve bu konuda fiili olarak da ilerlemeler kaydedilmiştir. Ne yazık ki, Araplar -hepsi olmasa da, en azından çoğu- büyük bedel ödemektedir. Buna şahit olarak Suriye’de, Irak’ta ve Yemen’de olan şeyler yeterlidir… Bunu Lübnan, Filistin ve Afrika’daki bazı milletlere kadar uzatabiliriz.

Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Osmanlı İmparatorluğu, ‘Hasta Adam’ olarak tanımlanmış olsa da, hâlâ büyük bir güçtü, ancak kısa süre sonra mevcut ‘coğrafyası’ dışındaki tüm varlıklarını kaybetti ve yıkıldı. Kuşkusuz, eğer Mustafa Kemal’in (Atatürk) askeri kararlılığı olmasaydı Türkiye, Akdeniz kıyılarının çoğunu Yunanlılara bırakmak zorunda kalacak ve elbette, İskenderun (Hatay) Sancağı, Fransa’nın İngiltere’yle uluslararası alanda oynadığı oyun ve suç ortaklığı olmasaydı Türk topraklarına katılmamış olacaktı.

Bütün bunlar, Arap dünyasının ‘cetvelle’ bölündüğü söylenen Sykes-Picot kongresinin bir devamıdır. Fransızların payı Suriye ve Lübnan iken, ‘Bereketli Hilal’de İngilizlerin payı sadece Irak ve Ürdün oldu…

Ve Filistin 1948’de bir İsrail devletinin kurulmasıyla işgal altına alınmış oldu. Bu meselenin bir tarafı, diğer tarafı ise Vladimir İlyiç Lenin önderliğindeki Komünistlerin Rus çarlık rejimini devirmesi ve Doğu Avrupa’da genişleyebilecek bir Sovyet imparatorluğu kurmasıdır. Bu genişleme, Kuzey Kore, Çin ve Vietnam’ın yanı sıra bir dizi Arap ülkesine uzanmıştır ve bunlardan en önemlisi, Suriye ve Güney Yemen’dir. Bunlara ilave olarak ABD’ye bir taş atma mesafesinde olan ‘Castro’nun Küba’sı egemenlik altına alınmıştır.

Açıkça anlaşılan gerçek şu ki, Sovyet Komünist Partisi’nin liderleri ve sekreterleri, hem içeride hem de dışarıda Rus çarları gibi hatta daha zalimane davrandılar. Sibirya, binlerce komünist liderin hücre ve gözaltı merkezlerinde yaşamını yitirdiği bir buzullar bölgesine dönüştü. Stalin ‘KGB’sı en küçük bir şüphede, insanları buraya yığdı. Buna ilaveten -yoldaş Troçki da dâhil olmak üzere- diğerlerini Latin Amerika’ya gitmek zorunda bırakan suikastlar silsilesi düzenlendi. Troçki’nin kafatası ise Josef Stalin’in adını taşıyan bir baltayla parçalandı.

20. yüzyılda bir trajedi ve bir kâbus olarak ortaya çıkan tarihin tüm imparatorlukları KGB ve Stalin’den, hatta -adil tarih kitaplarının belgelerinde belirtildiği ve atalarımızın da naklettiği kadarıyla- Osmanlının son dönemindeki Mustafa Kemal’den (Atatürk’ün) çok daha fazlasını yaptılar. Araplar ve Türklerle birlikte Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarındaki diğer tüm ‘halkları’ da içeren ilkel bir baskı dönemi yaşandı. Doğu Avrupa’nın tüm ülkeleri bu atlı şövalyeler tarafından uzun yıllar boyunca işgal edildi ve hatta bu işgaller Avusturya’nın başkentine kadar ulaştı.

Bu uzun girişi yapmamız gerekiyordu, çünkü gerekliydi. Zira Arap bölgemizdeki tüm bu acılar ve parçalanmalar bu korkunç geçmişe dayanmaktadır. Diğer ulusların sahip olduğu ulus devletten sürekli mahrum kaldık. Kürt kardeşlerimiz hak ettikleri ulusal devlete sahip olmaktan mahrum edildiler. Kürtler harika ve yaratıcı insanlardır ve Sykes-Picot kongresinde alınan kararla kendi kaderlerini tayin etme hakları ellerinden alındı. Tüm tahminler, Türkiye ve İran’da ve aynı zamanda Irak, Suriye ve Lübnan’daki Kürtlerin sayısının Doğu Avrupa ülkelerinin üçte ikisini aştığını göstermektedir!

Osmanlı İmparatorluğu’nun, Çarlık Rusya’sının ve tarihin gelmiş geçmiş en baskıcı ve en kötü ülkesi olan Safevi devletinin çöküşünden yaklaşık yüzyıl sonra, şu an gördüğümüz ve yaşadığımız her şey, bu yüzyılın geçmesiyle bittiğini zannettiğimiz bu kâbusun tekrar döndüğüne ve dirildiğine işaret etmekte hatta kesinlikle delalet etmektedir. Bölgemizde işlenen bu katliamların ve akan kanın bu dirilmeden kaynaklandığı ortadadır. Son dönemlerde topraklarımızda gerçekleşen çatışmalar gösteriyor ki daha ‘başlangıçların’ bedelini ödüyoruz. Şüphesiz, kendi durumumuzu değiştirmediğimiz için Allah da bizim durumumuzu değiştirmeyecektir ve ‘sonuçların’ da bedelini ödeyeceğiz. Devletlerin, özellikle de büyük güçlerin, hırsları, çıkarları ve yayılmacı emelleri vardır. Genelde zayıf, bölünmüş, uzlaşı ve işbirliğinden yoksun devletler bedel öderler. Bizden önceki tarihi deneyimler önümüzde durmaktadır. Özellikle de Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olduğumuz ikinci bin yılın deneyimleri…

Bu imparatorluğun çöküşüyle beraber Filistin’i bizden koparan Batı sömürgeciliğine teslim olduk. Şu anki Siyonist devlet bu sömürgeciliğin bir projesi olarak kurulmuştur.

Vladimir Putin, Sovyet dönemini aşarak, Çarlık imparatorluğunu yeniden canlandırdı. Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ruslara ve İranlılara verdiği tüm bu tavizlerin, Mustafa Kemal (Atatürk) devletini değil, Osmanlı İmparatorluğunu geri getirmeye yönelik olduğu gayet açıktır.

Tahran’daki üst düzey karar vericilerden birinin söylediklerini sağır sultan bile duydu. En üst perdeden şunu ilan etmişti: “Afganistan’ın yanı sıra dört Arap ülkesi Velayet-i Fakih’e tabi olmuştur ve artık İran’ın ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür.”
Tabii ki, söz konusu Arap ülkeleri Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’ın yanı sıra Gazze ‘Dükalığı’dır. İran’ın bu ve diğer ülkeleri kendinden göstermesi ‘Kadim Pers İhtişamını’ yeniden canlandırma çabasıdır. Aynı zamanda Safevi devletinin geri dönüşü anlamına da gelmektedir. Bu da, şayet bütün bu gelişmeleri iyi anlamazsak, duruşumuzu yeniden düzenlemezsek, bizlerden her isteneni verirsek ve İslam öncesi cahiliye döneminde olduğu gibi birbiriyle savaşan kabilelere dönüşürsek uzun bir süre daha yüksek bedeller ödemeye devam edeceğimiz anlamına gelmektedir.

Safevîleştirme (Pers) projesini tamamlama savaşı şimdi topraklarımızda gerçekleşiyor. Çarlık Rusya’sını Akdeniz’in kıyılarına ulaştırmak için yapılan savaşın yanı sıra, yeni enerji kaynaklarının ve dünyanın en önemli su yollarının kontrolüne yönelik savaş da devam etmektedir. Bütün bunlar ‘Yeni Osmanlı Sultanı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun iki acı düşmanıyla işbirliği yapmasıyla bambaşka bir hal alıyor. Bu şahsın gözü hala Kızıldeniz, Babu’l Mendeb ve Süveyş Kanalı’ndadır. Ve yine gözü mal-mülk için arkadaşlarını kutsal değerleri bırakanlarda…

Ayrıca ‘Velayet-i Fakih’ ve Safevi devleti tarafından da bu bölgelerin hedef haline geldiğini her gün gözlemliyoruz.

Dolayısıyla, trajedilerle ve sıkıntılarla boğuşan Arap bölgemiz uzun yıllar istikrarı ve sükûneti çok az da olsa göremeyecektir. Geçen yüzyılın imparatorluklarını devralan bu yükselen imparatorluklar, kaçınılmaz olarak çıkar çatışmaları yaşayacaklar. Her birinin sadece diğer ikisinin pahasına elde edilebileceği emelleri vardır. Bu da kesinlikle bir askeri çatışmaya yol açacaktır ve Arap dünyamız da bu çatışmanın ana meydanı olacaktır. Hele bir de ABD bu denkleme dâhil olursa,-kesin dâhil olacaktır- bir sonraki çatışma daha büyük ve daha tehlikeli olacaktır. Donald Trump’ın yönetimi, Barak Obama yönetiminden farklı olarak, Ortadoğu’nun Amerika için hala önemli olduğunu ve bu yüzyılda ve gelecek yüzyılda hayati çıkarları olduğunu düşünmektedir.