Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Uluslararası düzenin Araplara karşı tutumundaki çelişkiler | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Uluslararası sistem, son 300 yılda Aydınlanma Çağı’ndan bu yana kurulan bir sözleşmeler topluluğudur. Devletlerarası tutum ve davranışlarda şu temel alındı: Barış kurmak ya da savaş açmak.

Winston Churchill, “Tarih bana karşı nazik olacaktır. Çünkü onu yazmaya kararlıyım” diyor. Bu, uluslararası düzenin Batı’ya nazik davranacağı anlamına geliyor. Çünkü kendisi kurdu ve dünyaya dayattı.

Mevcut uluslararası karışıklık, bu düzenin kendi sahiplerine nazik davranması nedeniyle olduğu kadar küçük devletlerin kendi hukuk ve çıkarlarını yok sayan bu düzene karşı ayaklanmasının da bir ifadesidir. Bu karmaşık dünya için uluslararası düzen gerekli mi? Aslında, tarih bilindi bilineli her zaman uluslararası bir düzen olmuştur.

Belki de eski Mısırlılar, Mısır çevresindeki Yakın Doğu halkıyla ilgilenen ilk uluslararası – bölgesel sisteme sahiptiler. Fırat ve Dicle havzasının dayattığı benzer bir düzeni takip etmiş ve yaşamışlardı. Bu durum pek tabii ki dönemin Yahuda ve İsrail Devletlerini zayıflatmıştır. Bunun sebebi de bölge barışına zarar vermiş olmalarıdır.

Sonra Pers İmparatorluğu kendi uluslararası düzenini dayatmaya başladı. Yahudilerin tutsaklıklarını sona erdirdiler. Yeniden yapılanmalarına yardımcı oldular. Onları Ürdün Nehri havzasına geri getirdiler. Fakat çok geçmeden Roma İmparatorluğu tarafından dayatılan yeni düzen bu yapıyı tekrar yıktı.

Avrupa’daki Charlemagne (Şarlman) imparatorluğu ile Abbasi Müslüman İmparatorluğu arasındaki barışçıl birliktelik, Mısır ve Doğu Arap bölgesini dehşete düşürecek olan Haçlı Seferleri ile sona erdi. Ve sonra bu da geriledi, Avusturya ve Roma’nın kapısını çalan Osmanlı İmparatorluğunun uluslararası düzeni geldi. Dört asır boyunca çağın gerisinde kalmış kültürünü Araplara dayattı. Avrupa, Doğu Arap bölgesini sömürmek için, Oryantalizm kültürüne doymuş yeni bir uluslararası düzenle geri döndü. Bu kültür; dini, mezhebi ve ırki azınlıkları yüceltmiştir. Bu da Suriye’nin bileşenlerini zayıflatmıştır. Üç Sünni devletçiğe bölünmüştür. Suriyelilerin ulusal mücadeleleri sayesinde Manda devleti kısa bir sürede tekrar birleşti. Ancak Nusayriler ve Dürzîler devletlerini 1930’ların sonuna kadar muhafaza ettiler.

Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkmasıyla birlikte, İngiltere’nin de baskısıyla Suriye ve Lübnan’a tam bağımsızlığı vermek zorunda kaldı. Cemal Abdunnasır daha sonra İngilizleri Mısır’dan tahliye etmeyi başardı. Ancak, Fransız Süveyş Kanalı Şirketi Angola’yı kamulaştırması uluslararası düzenin dışına çıkma olarak nitelendirildi. Bu arada Eisenhower Amerikası, üçlü entrikacıyı (Britanya, Fransa, İsrail) yok etmek ve kurdukları düzeni yıkmak için müdahale etti. İsrail’i Süveyş ve Sina’dan çekilmeye zorladı.

İki dünya savaşında Avrupa’ya karşı kazandığı zaferden sonra Amerika’nın yeni bir uluslararası düzen kurduğunu söyleyebilirim. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Başkan Woodrow Wilson, Avrupa’ya, kurmuş oldukları sömürge dünya düzenini tasfiye etme çağrısı yaptı. Bununla birlikte Amerika, kurmuş olduğu düzeni ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dayatabildi.

ABD ile Suudi Arabistan arasındaki stratejik anlaşma son yıllarda kırılmalara maruz kaldı. Bunun, petrol çıkarlarının farklılığı ve Amerika’nın İsrail konusundaki taraflı tutumu gibi birçok nedeni var. Yine Amerika’nın Suriye’yi İran’ın müdahalesinden kurtaramaması ve bu durumun Doğu Arap bölgesinde Rusya’nın kendi düzenini dayatmasına neden olmasını sayabiliriz. Bütün bunlar İran’ın Beşşar’ın rejimini çökmekten kurtarmasına yardımcı olan unsurlardır.

Humeyni İran’ı, İsrail ile mücadele için Lübnanlı Hizbullah’ı yarattığını iddia ederek, Doğu bölgesindeki Arapların beyinlerini direniş kültürü ile yıkamayı başardı. Neticede ise bu örgüt sadece Suriye’deki kanlı katliamların yapılmasında kullanılmıştır.

Ayrıca, dünya düzeninin (Avrupa-ABD) sömürgecilik tasfiye edildikten sonra, insanın kendi kaderine karar verme hakkı da dâhil olmak üzere, insan haklarını tanıma hususunda geliştiğini söyleyebilirim. Bu gelişim Arapların bağımsızlık hakkını itiraf etmeye kadar varmıştır. Ancak tek bir kavim olduklarını itiraf etmeyi reddettiler. Araplar, dünyada birliğini sağlayamayan tek büyük millettir. Bu eksikliğin nedenlerinden biri, yerel özelliklerin Arap toplumlarına iyice yerleştirilmesidir. Bu da, zaten iktidar ve sınırlarla birbirinden ayrılmış milletlerin bir araya gelmesine tamamen engel olmaktadır.

Yerel Suriye hususiyeti Mısır ile olan Birliği yok etmeye kadar vardı ve sonunda düşürüldü! Dikkat edilirse (Batı) dünya düzeni, bir Arap ulusundan ve bir Arap vatanından bahsetmemektedir. Ancak “Orta Doğu” ve “Kuzey Afrika” tabirlerini kullanmaktadır. Medya da benzer bir dil kullanıyor ve coğrafi tanımlamaları öne çıkartarak Arap tanımlamalarını görmezden geliyor. Aynı şekilde Araplar 1970’lerde “Arap Rejimi” ve “Arap toplumları” söylemlerine teslim olup “Ulusal birlik” tabirini bir kenara bırakarak dünya düzeninin çelişkili tutumlarına boyun eğmek durumunda kalmıştır.

Üçüncü Bin Yılın doğumuyla birlikte, uluslararası düzen tehlikeli bir ayrışmaya maruz kaldı. Avrupa Birliği demokratik standartlara göre gelişmiştir. Dolayısıyla göç karşıtı olmayan kültürel çoğulculuk hâkimdir.

Almanya bir milyondan fazla Suriyeli mülteciyi bünyesine alabilmiştir… Bu Birlik kendi içinde Birliğin finansmanından yararlanan Doğu Avrupa’daki popülist isyana maruz kalmaktadır. Göçmenlerin kabulünü azaltmak için çağrıda bulunan ve en iyi çözümün kendi ülkelerine dönmeleri olduğunu söyleyen Amerikan Trump rejiminin popülist desteğine rağmen, Avrupa’nın bu konuda sahip olduğu kültür bu çağrının reddedilmesine neden oldu. AB krizine rağmen, Amerika’daki Obama ve Trump yönetimi “DEAŞ” varlığını ortadan kaldırmayı başardı. Uluslararası düzenin bir de “DEAŞ” ve “el-Kaide”unsurlarının Avrupa, Amerika ve Araplara karşı yürüttüğü saldırıların üstesinden gelmesi gerekiyor. Sina’da Sufi grubun camisine yapılan kanlı saldırı, terörist grupların (DEAŞ ve el-Kaide) Arap rejimine karşı yürüttükleri savaşın, Arap toplumuna karşı yürütülen bir savaşa evirildiğinin göstergesi mesabesindedir.

Dünya düzeni sadece Almanya ve Fransa’nın önderlik ettiği liberal demokratik rejimler ile Doğu Avrupa’daki popülist rejimler arasındaki çatışmalara maruz kalmıyor, aynı zamanda Kuzey Kore denilen küçük bir ülkeyle de ciddi bir çatışma ortamıyla karşı karşıya kalmış durumdalar. Genç Kim Jong-un Nükleer meydan okumalarla Trump’ı kışkırtmaktadır. Dünya düzeni ise, Amerika ve Avrupa’nın önüne, Kuzey Kore’nin nükleer kulübe katılması veya kışkırtmalara karşı, dünyanın haritasından silip atarak yanıt verme gibi zor seçenekleri koyuyor. Çin ve Rusya, genç Kim’i Trump ve dünya düzenini tehdit etmesi için teşvik ediyor mu? Eğer bu iki ülke bunu yapıyorlarsa, nükleer ateşle oynuyorlar.

Trump Kuzey Kore’nin yıkılması karşılığında Chicago Ya da Hollywood büyüklüğündeki bir şehirden kurtulmayı göze alırsa, bu iki ülke Kim’i savunmak zorunda kalabilirler. Bu tehlikeli oyunda Araplar nerede? Ne orada ne de buradalar. Onlar daha ziyade kıymetsiz bir sofra etrafında toplanmış yetimler gibiler.