Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ürdün, Esed rejimi, terörizm ve sıkıntıların uzun geçmişi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Pek üzerinde durulmadı, -belki de kasıtlı olarak- son terör operasyonu Fuheys şehrini hedef aldı. Burası her yıl kültürel festivallerin düzenlendiği bir şehir. Bu yıl da edebiyat ve sanat dalında meşhur olmuş sembol isimleri kendine cezp etmeyi başarmıştı. Bu şehir, Ürdün’ün başkenti Amman’ın batısında -bir çocuğun anne kucağına bağlılığı gibi- olan, tüm Bilad’üş-Şam bölgesinde tanınmış ailelerin yaşadığı ve Arap milliyetçiliğine bağlılığı ile bilinen antik bir Hristiyan şehridir. Geçen yüzyılın altmışlı yıllarının ortalarında, Ürdün’de partisel değişimlerin yaşandığı dönemde Arap milliyetçiliğine eğilim göstermiştir. Siyasi hayata örgütlü olarak katılan evlatlarının çoğunluğu, “Baas Partisi” ve “Arap Milliyetçi Hareketi” gibi ulusal partilere ve örgütlere katıldılar. Yerel olarak ise o dönemde Başbakanlık yapmış ve ciddi bir siyasi ağırlığı olan Süleyman Nablusi’nin başkanlığını yaptığı Ulusal Sosyalist Partisi’ne katıldılar.

Bu saldırıyı gerçekleştiren terörist grubun ve arkasındakilerin elbette ki amaçları var; ilk olarak, Ürdün’ün ulusal birliğinde kaotik bir ortam yaratmak. Tarihsel olarak Ürdün’de hiçbir zaman mezhepsel bir sorun yaşanmamıştır. Hâlen bu ülkede dilden dile dolaşan bir deyiş vardır “Din Allah’ın, vatan ise herkesindir.” İkincisi, ülkedeki güvenlik durumunu istikrarsızlaştırmak, zira ülke son yıllarda bu alanda birçok girişime maruz kaldı ve onlarca kurban verdi. Üçüncüsü, Ürdün Hristiyanlarının, Krallık rejimine güçlü bağlılıklarını ve sadakatlerini cezalandırmaktır. Bu tarihi ve iyi bilinen bir konudur. Ve her şeyden önce, bu sözde “azınlık ittifakı”na karşı çıkmaları nedeniyle de cezalandırılmak istenmiştir. “Azınlık ittifakı” Beşar Esed’in Sünni çoğunluğun gücünü kırıp, alevi azınlığın hâkimiyetini pekiştirmek için pazarlamayı başardığı bir söylemdir. İnsaflı olmak gerekirse bu savaş patlak vermeden önce Esed ve babasına Alevilerin tamamı değil sadece bir kısmı destek olmuştur. Şayet güneş ışığını kalburla kapatmayacaksak, bu yaşadığımızın tam olarak ve her yönüyle bir iç savaştır.

Süveyda kentinde yaşayan ve kendilerini “Arap Muvahhidler” olarak tanımlayan Dürzilerin genel olarak bu “azınlık ittifakını” reddettiği biliniyor. DEAŞ terör örgütü tarafından yapılan son korkunç katliamın sebebi, tıpkı Ürdün Hıristiyanları gibi, bu bölgenin ve ağırlıkla Dürzilerin bu anlayışı reddetmeleridir. Zira Dürziler bu oyuna gelmemiş, tarafsız kalmayı tercih etmişlerdi. Mart 2011’den bu yana Suriye’de şiddetlenen ve uzunca bir süre daha devam edecek gibi gözüken bu çatışmada tarafsız kalmak, Esed rejimi, Rus ve İran müttefikleri tarafından kabul edilebilir bir tutum değildir.

Eski İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’ın, kendisine Hintli yazar R.K. Karanja tarafından atfedilen bir planı vardı; İsrail için oluşturulacak mezhep temelli “Birleşik Devletler.” Meşhur, “İngiliz Milletler Topluluğu”na benzemesi öngörülen bu yapıda İsrail, “Büyük İngiltere” statüsüne sahip olacaktı. Şimdi bu bölgede olup bitenler bu yönde ilerlemektedir. Aksi halde, bu bölgeyle tarihi bağı olan, Ürdünlü olma bilincine sıkı sıkıya bağlı Ürdün Hıristiyanları, DEAŞ terör örgütü tarafından neden hedef alınsın ki? Bu Hıristiyanlar tarihin belli dönemlerinde İslam fetihlerini desteklemiş, Roma İmparatorluğu’nun ordularına karşı savaşmışlardır! Ürdün’ün güneyinde bulunan Kerak kentinde yaşayan “Azizeler” kabilesi bunlardan en meşhur olanıdır.

Bu çatışma, Esed rejimi tarafından “azınlıklar ittifakı” adı altında mezhep çatışmasına dönüştürülmeden önce siyasi bir çatışmaydı. Yukarıda sözü edilen “mezhepsel Commonwealth/ Milletler Topluluğu” fikrinin şu anda yeniden canlandırıldığı açıktır. Aksi takdirde, Ürdün Hıristiyanlarının, Mısır Hıristiyanlarının (Kıptiler) ve Irak Hıristiyanlarının bu şekilde hedef alınmasının anlamı nedir? Yine bu bağlamda, sırf bazı çıkarları için Esed rejimiyle içli dışlı olan Hıristiyanlar hariç diğer Lübnanlı Hıristiyanların da hedef alınmasının anlamı nedir? Aksi halde, küçük bir azınlık hariç Velid Canpolat’ın yanında yer alan Lübnanlı Dürziler ve Süveyda kentinde bulunan Suriyeli Muvahhid Dürzilerin hedef haline gelmiş olmasının anlamı nedir?

Tekrar başa dönecek olursak, Ürdün’e yapılan baskıların, bu çerçeve dışında bir izahı olamaz. Kompozisyonu ve politik zemini ile bu ülke, “azınlık ittifakı” ve “mezhepsel birlik” komplolarına ve saldırılarına direnmek zorundadır. Şunu ifade etmek gerekir ki, Ürdün’ün eski ve yeni Suriye rejimi ile olan sorunu, baba ve oğul döneminde mezhep temelli siyasetin sürekli sürdürülmüş olmasıdır. Suriye rejimi sürekli olarak Lübnan’ı ve Irak’ı –İran-Irak savaşı da dâhil olmak üzere eskiden ve şimdi- kuşattığı gibi Ürdün Haşimi Krallığı’nı kuşatmaya çalışmıştır.

Rejim kuvvetlerinin Ürdün sınırına doğru defalarca harekete geçtiği bilinmektedir. Ürdün’de defalarca karışıklık çıkarılmaya çalışılmıştır. Ve bütün bunları yapmaktaki hedefi, -yukarıda belirtilenlere ek olarak- Arap ülkelerinin çoğunluğunun takdirini kazanmış, İslami ve uluslararası sahada takdir edilen ve saygı duyulan bu ülkenin, Lübnan gibi, yani kendisine bağımlı ve kendi başına karar alamayan bir ülke olmasıdır. Ancak bunun gerçekleşmesi kesinlikle mümkün değildir. Ürdün halkı komşu Arap ülkeleriyle herhangi bir tek taraflı adımı kabul edebilir, ancak askeri çatışmaya gerektirse bile her türlü bağımlılığı reddeder.

Ürdün ve diğer birçok Arap ülkesi ve dünyanın diğer kardeş ülkelerin yaşadığı esas sorun, Şam’ın mezhep temelli bir rejime dönüşmüş olmasıdır. Bu rejim “Kartal Yuvası” adıyla da bilinen Hasan Sabbah’ın “Alamut” Kalesi’ne dönüşmüştür. Nizari-İsmaili olan Hasan Sabbah, bu mezhep mensuplarını İslam topraklarında terör estiren, katliam yapan fedailere dönüştürmüş ve Alamut kalesini de bu Haşhaşiler’in merkezi yapmıştır. Bu fedailer zehirli bir hançer kullanarak Kudüs’ü Haçlılardan geri alan büyük kahraman Selahaddin Eyyubi’ye suikast girişiminde bulunmuşlardır. Denildiği kadarıyla -elbette Allah en iyisini bilendir- bu Haşhaşilerin Filistin’i işgal eden Haçlılarla gizli irtibatları vardı. Aynı işgali şu anda Siyonistler yapıyorlar ve sadece Filistin’i değil –şu anki taksimata göre- Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü de işgal ediyorlar. Tüm Ürdünlülerin ve Suriyelilerin yanı sıra bazı Araplar ve başta ABD olmak üzere nüfuz sahibi pek çok Batı ülkesinin iyi bildiği bir konu var, o da; Esed’in Suriye’de yaşananları –Ürdünlülerin de kalplerini sızlatmaktadır- Ürdün’e taşımakla bir kere değil defalarca tehdit etmesidir. Son Fuheys operasyonu da dâhil olmak üzere ülkede teröristlerin işlediği tüm kanlı eylemlerin bu bağlamda işlendiği kesindir. Ayrıca DEAŞ örgütünün “Yermuk havzası”, “Süveyda” ve Güney Dera cephelerini kullanarak Ürdün’e sızma girişimleri bu kanaati güçlendirmektedir. Aksi takdirde, yaklaşık 80 kilometrelik uzunluğu olan ve Ürdün sınırına bitişik engebeli, verimsiz vadi ve topraklara DEAŞ’ın odaklanmasının ne anlamı olabilir?

Ürdün, askeri darbeyle gelen Hüsni Zaim döneminden başlayarak, 1970 yılında kendi yol arkadaşlarına darbe yaparak iktidara gele Hafız Esed dönemine kadar bu kardeş ülke Suriye ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak için her zaman istekli oldu. Bu iki ülke, coğrafya, nüfus, aşiretler, kabileler ve birçok ortak kaygı ile birbirine bağlıdır. Bu kaygılardan birincisi, İsrail’in Filistin’i işgali ve müteakiben verilen bir kararla İsrail’e ilhak edilen Suriye Golan Tepeleridir. 1974’te sözde ateşkes anlaşması ile sabit bir Suriye-İsrail sınırı haline getirildi. Bu, aynı zamanda Ürdün’ün de bir derdidir. Ürdün’ün kardeş Suriye halkıyla hiçbir sorunu yoktur, bütün sorunu bu rejimledir. Birleşik Arap Cumhuriyeti ile de benzer sorunlar yaşamıştır. General Abdülhamid Sırac da aynı şekilde bu ülkeyi yani Ürdün Haşimi krallığını kuşatmaya çalışmış ve hatta doğrudan hedef almıştır. Merhum Hüseyin Bin Talal –Allah rahmet eylesin- Suriye hava sahasını kullanarak Avrupa’ya doğru bir yolculuğa çıktığı esnada bir askeri havaalanına inmeye zorlanmış ve bu konuda başarılı olunamayınca düşürülmeye çalışılmıştı.