Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ürdün protestolarında dış müdahaleler vardı! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Ürdün resmi makamları pek çok nedenden dolayı Ürdünlülerin ülkenin kötüleşen ekonomik duruma yönelik protestoları sırasında dışarıdan müdahale meselesini gündeme getirmek istemedi. Ancak şu biliniyor ki yurtdışından gönderilen grupların çok önceden çeşitli şekillerde “saldırısı” söz konusudur. Göstericiler arasında barışçıl protestoları ayaklanmalara ve güvenlik birimleriyle kanlı çatışmalara dönüştürmek için çabalayanlar vardı. Bir kısmı tutuklanmamış olsaydı bu durum çok daha ciddi ve ileri noktalara varabilirdi. Zira onlar hakkındaki ön araştırmalar çok önemli ve tehlikeli bilgiler sağladı.

Ürdün söz konusu protestoların başlamasından çok önce, sürekli güvenlik takibi yoluyla Şam’da elektronik bir “operasyon odası” bulunduğu bilgisine ulaşmıştı. Buranın başında İranlı uzmanlar ve tabii ki Suriyeliler ve Lübnanlı Hizbullah’ın uzantıları bulunuyor. Ürdün’deki sosyal medyaysa ‘Ürdün’deki durumun bozukluğu, iç çatışmalar, birbirini öldürmeler ve yüzlerce tutuklamalar’ şeklinde “uydurma” bilgiler ve söylentileri pompaladılar. Bununla da yetinmediler, ‘Ürdün’deki ekonomik durum çökecek ve Ürdün dinarı satın alma gücünde dramatik bir düşüşe şahit olacak’ tarzındaki söylentileri yaymaya çalıştılar. Sözde “Yüzyılın Anlaşması” argümanını Ürdün’e kabul ettirmek için bazı Arap ülkelerinin baskı yaptığına dair söylentileri abartılı bir şekilde sürekli gündemde tutmaya çalıştılar. Tabii ki Mekke’deki son zirvenin ardından tüm bunların Ürdün Haşimi Krallığı’ndaki siyasal ve güvenlik durumunu istikrarsızlaştırmak için uydurulmuş yalanlar olduğu kanıtlanmıştır.

Beşşar Esed’in 2011’de, Suriye krizinin patlak verdiği ilk günlerde, Suriye’de olup bitenleri Ürdün’e taşımakla tehdit ettiği bilinen bir husustur. Rejimin ve İran’ın bu yöndeki girişimleri son yedi yılda hiç durmadı. Başlangıçta işgal altındaki Filistin topraklarına ulaşma ve Siyonist düşmanı hedef alma bahanesiyle Lübnan Hizbullah milislerinin bir kısmının Ürdün topraklarına sızması yönünde çalışmalar yaptılar. Bu girişimlerin çok erken başladığına dikkat çekmek gerekir. Söz konusu Hizbullah uzantılarının bir kısmı tutuklandı ve ikisi de Ürdün başkentine kısa bir ziyaretten sonra Beyrut uçağıyla geri dönen Lübnan eski Cumhurbaşkanı Emil Lahud’a teslim edildi. Tüm bu güvenliği sarsma girişimlerine ek olarak ilk andan itibaren defalarca medya saldırısı düzenlendi. Aynı zamanda yüzlerce “elektronik” posta ve sosyal medya mesajı yollandı. Ve birçok uydu kanalı, özellikle raporları ve yorumları topçu ve füze saldırılarından daha etkili ve şiddetli olan Katar El Cezire televizyonu bu minvalde yayın yaptı. Ürdünlüleri daha fazla gerilime ve şiddete çekmeye çalıştılar. Uluslararası Para Fonu’nun kararlarının askıya alınmasını ve yeni taslak vergi yasasının geri çekilmesini yeterli görmediler. Bilakis Ürdün hükümetinin düşmesi gerektiği üzerinde durdular.

İran ve Esed medyasındaki yayınların benzerlerini İngiltere merkezli BBC radyo ve televizyon kanallarında, Türkiye’den yayın yapan uydu kanallarında ve El Cezire televizyonunda görmeye başladık. “Uydurma” ve yanlış raporlar, bazı Arap sosyal medya hesapları üzerinden servis edildi. Kardeşlerimizin ve dostlarımızın bir kısmı da Ürdün’de olup bitenlerin, sadece Tunus’ta gerçekleştiği söylenen Arap Baharı’nın yeni bir halkası olduğunu dahi söyledi. Bilindiği gibi Suriye, Libya ve Irak’ta tutuşturulan alevler halen yanmaya devam ediyor.

Şüphesiz genelde olumlu ve destekleyici olan bir Arap medyası da mevcuttur. Bunlar söylentilerden uzak duruyor ve genel olarak barışçıl ve talepkar olan protestoları, şiddet ve hatta silahlı çatışmalara dönüştürmeye çalışan “Beşinci Bir Kol Faaliyeti” olmaktan kaçınıyorlar. Ayrıca yapılan soruşturmalar sonucunda bu türden davranış sergileyenlerin Suriye rejiminin uzantıları, İran hesabına çalışan bazı ajanlar, bazı Batı Avrupa ülkelerindeki oluşumlar ve gençlik örgütlerinden etkilenen bazı marjinal gruplar olduğu ortaya çıkarıldı.

Bütün bunlar bir yana, söz konusu protestoların başlangıcının rasyonel ve kendiliğinden olduğu gayet net olarak biliniyordu. Kırktan fazla Ürdün partisinin -hepsi de “sayısı çok bereketi az ” tanımına uymaktadır- bu konuda herhangi bir rolü yoktu. Buna iyice marjinal bir konuma gelmiş ve Mısır’daki kardeşlerinin yaşadıkları erken başarısızlıktan dolayı etkinliğini kaybetmiş Müslüman Kardeşler de (İhvan) dahildir. En büyük Arap devleti rejimini komplo ve çeşitli yöntemlerle ele geçirdiler ama bunu sürdüremediler. Mısır halkı artık onları desteklemiyor ve istemiyor. Zira kısa süren başarısız bir tecrübeden sonra devleti idare etmeye liyakatlerinin olmadığı anlaşılmıştır. İktidara gelir gelemez zaten her şey birbirine karışmıştı.

Yabancı uyrukluların nüfuz edemediği, şiddet ve kan dökmeye çalışanların başarısız olduğu, kendiliğinden ve barışçıl amaçla ortaya çıkan Ürdün protestoları gerekli ve haklıydı. Bunun ispatı, Ürdün güvenlik hizmetleri ile protestocular arasında gerçek bir çatışma olmaması ve Ürdün Kralı Abdullah bin Hüseyin’in tüm slogan ve talepleri olmasa da birçoğunu üstlenmesidir. Bu durum başta Esed rejimi ve İran olmak üzere dâhili ve harici fitnecileri kızdırdı. Bu kızgınlıkları sözleri ve tutumlarına yansıdı. Zira Esed rejimi çoğu İran Devrim Muhafızları’ndan oluşan, Afganistan’dan ve Pakistan’dan, hatta Irak, İran ve Lübnan’dan (Hizbullah) topladığı milis kuvvetlerini Dera ve Kuneytra’nın da içinde bulunduğu “Güney Cephesi”ne toplamaya başladı.

Burada en tehlikeli olanı “kardeş” bir Arap ülkesi olan Katar’ın görsel ve yazılı basın organlarıyla saldırması yetmiyormuş gibi “Ürdün yangını” olarak isimlendirdikleri olaya benzin dökmekle meşgul olmalarıdır. Bilakis bunun da ötesine geçerek Ürdün ile Suudi Arabistan’ın arasını bozmaya çalışıyorlar. Ürdün Haşimi Krallığı ve genel olarak tüm Arapların destekçisi olan bu sevgili kardeş ülkenin, ABD Başkanı Donald Trump’ın herhangi bir açıklama ya da “detay” vermeksizin söylediği “Yüzyılın Anlaşması”na teslim olması için Ürdünlülere maddi ve siyasi baskı uyguladığını iddia ediyorlar. Bunların tamamı zor ve tehlikeli koşullardan geçen Ürdün devletini ve halkını hedef alan yalan ve iftiralardır. Ve bu durum Katar medyasının bulanık suda balık avlama teşebbüsüdür.

Doha’dan yönetilen ve denetlenen bir medya operasyon odası var. Burada -ne yazık ki- İsrail’den ithal edilen aletler de bulunuyor. Bu oda, Ürdün protestolarının hararetlendiği hassas dönemlerde faaliyete başladı. Burayı halen Katar eski Başbakanı Muhammed bin Casim El Sani’nin idare ediyor olması uzak bir ihtimal değildir. Zira kendisi Ürdün protestolarının doruğa ulaştığı zamanlarda son derece çirkin demeçler vermiştir. Ürdünlüleri hedef alan bu kötü niyetli ifadeler, aynı zamanda dost ve kardeş bir ülke olan Suudi Arabistan’a karşı kışkırtma niteliği taşımaktadır. Suudi Arabistan bu kardeş ülke için desteğini her zaman sözlerle değil fiili olarak da hayata geçirmiştir. Bu son “kriz” sırasında bazıları Ürdün’e çok parlak sözler verdiler. Ancak Körfez’deki “hibe” payları da dâhil olmak üzere Ürdün’e bir kuruş bile vermediler.

Bu ders zordu ve Ürdünlüler en başından itibaren İran tarafından hedef alındıklarını hissetti. Daha da ötesi dost ve müttefik bir ülke olması beklenen ABD’nin bile bu olup bitenlerden memnun olduğuna dair bir kanaat var. Bu kanaat, geçtiğimiz günlerdeki protestoların sona ermesini bekleyen ve birkaç geçiştirmeye yönelik cümle ve açıklama dışında hiçbir adım atmayan tüm Batı Avrupa ülkeleri -bazı farklılıklar olsa da- için de geçerlidir.

Belki de nihayetinde dikkat çekilmesi gereken nokta bu protestolar sırasında Ürdün’ün kendisini hedef alınmış ve yalnız bırakılmış hissetmesidir. Ancak Ürdün’ü desteklemek adına Kral Selman bin Abdülaziz’in girişimi ile gerçekleştirilen ve çok önemli kararlar alınan Mekke toplantısı, bu ümmetin Ürdünlüleri terk etmeyeceğine dair güvence verdi. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri her zaman olduğu gibi bu defa da “Kan hiçbir zaman suya dönüşmez, bazı hataların telafisi yoktur” stratejik derinliği ile hareket etmişlerdir.