Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Veliaht Prens: Ortadoğu’da yeni bir Hitler’e izin vermeyeceğiz | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman bin Abdulaziz, İran’ın bölgedeki yayılmacı tavrıyla yüzleşmek gerektini vurguladı. İran’ın dört Arap başkenti olan Şam, Sana, Bağdat ve Beyrut’u kontrol ettiğini söyledi. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’i “Ortadoğu’nun Hitler’i” olarak nitelendirdi.

Muhammed bin Selman, dün The New York Times (NYT) gazetesinde çıkan röportajında, “Avrupa’dan öğrendik ki yatıştırma politikaları işe yaramıyor. Ortadoğu’da ve Avrupa’da yaşanların tekrar edilmemesi için İran’da yeni bir Hitler istemiyoruz” dedi.

Prens Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan’daki yolsuzluk dosyalarının 2015 yılından bu yana hazırlandığını belirterek “Yolsuzlukla mücadele kampanyasının iktidarın bir aracı olduğunun söylenmesi ironikti” diye konutu.

Suudi Arabistan Prensi Muhammed bin Selman ile röportaj yapan Thomas Friedman, sunumunda şu ifadeleri kullandı; “Bugün buna tanık olacak kadar yaşayacağımı hiç düşünmemiştim. Suudi Arabistan, Ortadoğu’nun herhangi bir bölgesindeki en önemli reform sürecine tanık oluyor. Siz yazdıklarımızı doğru bir şekilde okuyorsunuz. Kış başında Suudi Arabistan’a gelmiş olsam da ülkenin Suudi tarzında Arap Baharı’ndan geçtiğini gördüm. Tunus’ta yaşananlar hariç diğer ülkelerdeki herhangi bir Arap Baharı’nın aksine hepsi aşağıdan yukarıya doğru oldu ve çok büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu ülkenin 32 yaşındaki prensi Muhammed bin Selman tarafından tepeden aşağı doğru götürüldü ve başarılı olursa sadece Suudi Arabistan’ın karakterini değiştirmekle kalmayacak aynı zamanda dünyanın her yerinde İslam’ın anlam ve kavramını değiştirecek. Konuyu daha iyi anlamak için Riyad’a giderek, Kasım ayının başında gerçekleşen olağandışı olaylar hakkında konuşmayan kamuoyunda kısaca MBS olarak anılan Muhammed bin Selman ile görüştüm. Hükümette düzinelerce Suudi prens ve işadamı yolsuzluk suçlamasıyla tutuklandı ve daha sonra yasadışı kazançlarını teslim edene kadar geçici olarak lüks bir hapishaneye dönüştürülen Ritz-Carlton Oteli’ne yerleştirildiler. Böyle bir olaya tanık olmak çok nadirdir. Riyad’ın kuzeyinde Auja’daki ailesinin yüksek duvarlı süslü sarayında geceleyin bir araya geldik. MBS, İngilizce konuştu, kardeşi Prens Halid, ABD’nin yeni Suudi büyükelçisi ve birkaç kıdemli bakan, farklı kuzu yemekleri eşliğinde konuşmalara katıldılar. Birlikte yaklaşık dört saat konuştuk, gece yarısı 1.15’te Prens Muhammed bin Salman’ın gençliğinin şiddetine teslim oldum. Bununla birlikte herhangi bir Arap liderinin ülkesinde bir geçiş yapmak için benimle konuşmasından bu yana çok uzun bir zaman geçmişti.”

Söyleşiyi yapan Thomas Friedman yazısında, kısa süre sonar yolsuzluğa ilişkin daha fazla bilgi edindiğini söyledi: “Daha sonra açıkça soruları sormaya başladım: Ritz Oteli’nde neler oluyor? Bu, kendi güç oyunuydu; burada, babası Kral Selman’ın önünde Prens Muhammed’in elinde olan Krallık’ta kendi rakiplerini ailesinden ve özel sektörlerden çıkarmaya çalıştığını mı söylemeye çalıştı? Bu yolsuzlukla mücadele kampanyasının iktidarı ele geçirmenin bir yolu olduğunu söylemeye yönelik ‘Komik’ ifadesini kullandı. ‘Yolsuzlukla mücadele kampanyasının bir güç kapmak olduğun öne sürmek saçma’ dedi. Ritz kalabalığının pek çok tanınmış üyesinin kendisine ve reformlarına bağlı olduğunu ve Kraliyet ailesinin çoğunluğunun zaten arkasında olduğunu kamuoyuna açıkladığını belirtti.”

Thomas Friedman, yazısında Prens Selman’ın sözlerine ayrıntılarıyla yer verdi. Selman’ın sözleri şu şekilde oldu: “Ükemiz 80’lerden günümüze dek yolsuzluklara tanık oldu. Uzmanlarımızın hesaplamaları, hükümet harcamalarının kabaca yüzde 10’unun her sene üst düzeyden alt kademelere kadar yolsuzluklarla heba olduğu yönündedir. Yıllar geçtikçe hükümet birçok kez yolsuzlukla savaş başlattı ve hepsi başarısız oldu. Neden!? Çünkü hepsi aşağıdan yukarıya doğru başladı.”

Thomas Friedman yazısında Prens Selman’ın babasının yolsuzluğu sonlandırmak için söz verdiğini söylediğini aktardı: “Riyad’ın prensi olduğu beş yıl boyunca hiçbir zaman yolsuzluk suçlaması yapmaktan şüphelenmeyen babası, 2015 yılında (petrol fiyatlarının düşük olduğu bir dönemde) tahta çıktığında, yolsuzluğu sona erdirme taahhüdü verdi. Selman tüm bunlar için ‘Babam, ülkemiz bu yolsuzluk seviyesinde büyürken G20’de kalmanın mümkün olmadığını gördü. 2015’ten önce babamın ekibine verdiği ilk emirler yolsuzlukla ilgili tüm verileri en üst kademede toplamaktı. Ekip iki tam yıl boyunca çalıştı ve daha doğru bilgi toplanana kadar yaklaşık 200 isme ulaştılar’ ifadesini kullandı. Muhammed bin Selman, yolsuzluk gerekçesiyle prenslere, bakanlara ve işadamlarına yönelik tutuklamaların bir güç mücadelesi olmadığını söyleyerek tutuklu kişilerin suçlarını kabul ettiklerinin altını çizdi. MBS bunu, ‘Onlara elimizdeki bütün dosyaları gösterdik ve görür görmez yüzde 95’i anlaşma yapmaya razı oldu’ açıklamasıyla savundu. Ardından açıklamasında “Zanlıların yüzde 1’i masumiyetini kanıtlayabildi ve onlara yönelik suçlamalar zamanında düşürüldü. Yaklaşık yüzde 4’ü yolsuzluğa bulaşmadıklarını ve avukatlarının mahkemeye erişim talep ettiğini söyledi. Suudi yasalarına göre, Başsavcı bağımsızdır. Çalışmalarına müdahale edemiyoruz ve Kral’dan başka kimse onu görevden alamıyor. Ancak şu anda süreci yönetiyor. Herhangi bir ihmalkarlığa neden olmaktan kaçınmak için hiçbir şirketin bu süreçte iflas etmemesini sağlayacak uzmanlarımız var”ifadelerini kullandı.”

Thomas Friedman, Prens Selman’a söyleşide tutuklu kişilerden geri alınan meblağa ilişkin ise net bir soru sorduğunu, Prens’in 100 milyar doları bulabileceğini söylediğini aktardı. Meşru çıkarlarını yerine getirmek için rüşvet veren Suudi işadamlarının, onları zorla çalıştıran bürokratlar tarafından kovuşturmaya uğradığını aktaran Thomas Friedman Selman’ın “Tutuklananlar, hükümetin paralarını fiyat ve rüşvetle kaldırdı” ifadesini kullandığını aktardı.

Thomas Friedman yazısına şu şekilde devam etti: “Prens Muhammed bin Selman’ın başlattığı yolsuzlukla mücadele kampanyasında karşılaştığı riskler çok yüksek. Sistemi uzun süre rahatsız eden ve gelecekte yerli ve yabancı yatırımcılara, yani herkese kanunun hakim olacağını açıkça gösterecek şekilde yolsuzlukla savaştıklarını hissederse, halk hükümete çok fazla güvenir. Ancak sürecin keyfi bir şekilde yürütülmesi halinde, iktidar için daha fazla güç toplamayı ve yasal bir egemenlik sağlamayı amaçlamıyorsa, Suudi Arabistanlı ve yabancı yatırımcıları ülkenin karşılayamayacağını endişelendiren kaygılar ortaya çıkacaktır.
Ancak emin olduğum tek şey, burada geçirdiğim üç gün boyunca istisnasız olarak Suudi Arabistan’dan konuştuğum herkesin yolsuzlukla mücadele kampanyasına verdiği mutlak desteği ifade ettiğidir. Suudi Arabistan’ın sessiz çoğunluğunun devlet paralarını çalmış birçok prensin ve milyarderin utancı yüzünden bıktığı açıktır. Benim gibi yabancılar, bu süreçte yasal çerçeve hakkında soru sorduğu Suudiler ‘Sadece hepsini baş aşağı çevirin, parayı ceplerinden sallayın ve hepsi gidene kadar sallamayı bırakmayın’ fadesini kullandı. Ama tahmin edin ne oldu? Bu yolsuzlukla mücadele kampanyası, yalnızca Prens Muhammed bin Salman tarafından başlatılan en olağandışı ve önemli girişimlerin ikincisidir. İlk girişim, Suudi İslam’ı 1979’da çarpıtılmış daha açık ve ılımlı köklerine kavuşturmaktı. Prens Muhammed bin Selman, geçtiğimiz günlerde Riyad’da yapılan Dünya Yatırım Konferansı’nda ‘Diğer dinlerin, geleneklerin ve halkların dünyasına açılan ılımlı ve dengeli bir İslam’ olarak nitelendirdiği şeyleri anlattı.”

Thomas Friedman, yazısında o yılları net hatırladığını söyledi: “O yılı iyi biliyorum. Kariyerime 1979’da Beyrut’ta Ortadoğu muhabiri olarak başlamıştım. O yıl bölgeyi üç büyük olay şekilldendirdi: Kabe Baskını, İran Devrimi ve Sovyetler’in Afganistan’ı işgal etmesi. Her üç olay da o sırada Suudi toplumunun sert biçimde İslamileştirilmesini savunan bir grup radikal din adamına körü körüne tabi olmalarını ve İran’ın ayetullahlarına karşı küresel rekabeti daha fazla üretebileceklerine dikkati çekti. Afganistan’da Rusya’ya karşı “Mücahitler” terimi ile ABD’nin bu eğilimi kullanmaya çalışmasına yardım etti. Kısaca, İslam’ın küresel olarak radikalleşmesine ve 11 Eylül olaylarına yardım etmesine yol açtı. Muhammed Bin Selman, Suudi İslamı’nı ılımlılığa kavuşturmak için çalışıyor; sadece geçmişte bir terör kaynağı olan Suudi polis teşkilatının aşırılıklarını kısıtlamakla kalmadı, aynı zamanda kadınların araba kullanmasına da izin verdi.”

Ilımlı İslam ve Sosyal Özgürlükler

Yazıda Prens Selman’ın şu ifadelerine geniş yer verildi: “İslam’ın ‘yeniden yorumlanması’ üzerinde çalıştığımızı söylemiyoruz. Fakat İslam’ın kökenine dönmek, 1979’dan önce Suudi Arabistan’daki günlük yaşamda da olmasının yanı sıra, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) de en önemli aracıdır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) döneminde, erkek ve kadınlar bir aradaydı. Arap Yarımadası’nda Hıristiyanlara ve Yahudilere saygı vardı. Medine pazarındaki ticaret hakimi, bir kadındı. Peygamberimiz bunları memnuniyetle karşıladı diye, O’nun Müslüman olmadığını söyleyebilir misiniz?”

Thomas Friedman yazısında Prens’in kendisine izlettiği görüntüleri aktardı: “Bu sözlerin ardından Prens bakanlarından birinin cep telefonuna gönderdiği 50’lerdeki Suudi Arabistanlı kadınların görüntülerini izletti bana. Görüntülerdeki kadınların başları açık ve halk arasında erkeklerle dolaşıyorlardı. Ülkede konserler düzenleniyor ve sinemalar gösterime giriyordu ancak bu tablo 1979’dan sonra değişti.

Görüntüleri izlettirdikten sonar Prens ‘Suudi Arabistan, 1979 sonrası İslamofobi virüsüyle mücadele edebildiyse ılımlılığı Müslüman dünyaya yayabilir. Suudi Arabistan’da, 30 yaşın altındaki genç nüfusun yüzde 65’i tarafından ılımlı İslam hoş karşılanıyor’ ifadesini kullandı. Orta yaşlı bir Suudi bankacı, ‘Benim kuşak 1979’da rehin alındı. Fakat şimdi çocuklarımın rehin olmayacağını biliyorum’ diyor. 28 yaşındaki bir Suudi sosyal girişimci ise ‘On yıl önce, Riyad’da müziği sadece konuşabilirken artık CD’leri satın alabileceğiz’ fadesini kullandı. Suudi Arabistan belki Batı’nın ifade özgürlüğü ve kadın haklarına benzer standartlarına sahip olmayacak. Ancak 30 yıldan fazla bir süredir Suudi Arabistan’a gelen biri olarak Riyad’da artık ilk kez klasik Batı müziği konserlerine katılabileceğinizi söyleyebilirim. Popüler şarkıcı Toby Keith’in geçen eylül ayında sadece erkekler için bile olsa bir konser verdiğini duyduğumda da şaşırmıştım. Bu konser, bir Suudi sanatçı ile işbirliğine tanık oldu. Lübnanlı soprano Hiba Toukhi’nin 6 Aralık’ta kadınlar için burada konser verebilecek ilk şarkıcılar arasında yer alacağını duyduğumda da şaşırdım. Muhammed bin Selman, yakın zamanda kadınların spor alanlarına girmesine ve futbol maçlarına katılmasına izin vermeye karar verdiğini de söyledi. Suudi radikal din adamları da değişime tamamen teslim oldu.”

Dijital Eğitim

Thomas Friedman yazısında Suudi Arabistan’da eğitim alanında yapılan reformlara da yer verdi; “Suudi Eğitim Bakanı, bütün ders kitaplarını dijital kitaplara dönüştürme, değiştirme ve becerilerini geliştirmek için Finlandiya gibi ülkelerdeki uluslararası okullara her yıl 1700 Suudi öğretmen göndererek, geniş bir eğitim reformu üzerinde çalıştığını söyledi. Suudi devlet okullarında ilk kez öğretmenler tarafından denetlenecek olan kendi projeleri üzerinde çalışarak bilim ve sosyal konulara duydukları tutkuyu keşfetmelerini sağlamak için günde bir saat ek eğitim konuldu. Bu reformların birçoğu için geç kalındı. Ancak geç kalınması hiç olmamasından iyidir.”

Thomas Friedman’ın gündeminde Suudi arabistan’ın dış politikası da vardı; “Dış politika açısından Muhammed bin Selman, Lübnan Başbakanı Saad Hariri ile arasındaki ilişkiyi tartışmamayı tercih etti. Suudi Arabistan’a geldi ve görünüşe göre baskılar yüzünden Beyrut’a geri döndüğünde istifasını geri çektiğini ilan etti. Bir Sünni Müslüman olan Hariri’nin esasen Tahran’ın kontrolü altında olduğunu, Şii milis Hizbullah’ın kontrolü altındaki Lübnan hükümeti için siyasi koruma sağlamaya devam etmemesi gerektiği konusunda ısrar etti. Ayrıca, Veliaht Prens insani drama dönüşen Yemen’de Suudi destekli mücadelenin Suudi Arabistan’a sadık meşru hükümetin yararına olacağını vurguladı. Şu anda meşru hükümet ülkenin yüzde 85’ini kontrol ediyor ancak ülkenin geri kalanını kontrol eden İran yanlısı Husi milislerinin Riyad’a roket atması tüm ülke kontrol edilmezse sorun yaşanacağı anlamına geliyor.
Prens, ABD Başkanı Trump’ı ‘doğru zamanda doğru insan’ olarak nitelendirdi. Suudiler ve Arap müttefikleri İran’a karşı bir ittifak kurmak için yavaş yavaş çalışıyorlardı. Bununla birlikte, şüphelerim var: Sünni Arap dünyasındaki türbülans ve rekabet, birleşik bir cephe oluşturulmasını engelledi. Bu nedenle İran, dört başkenti, Şam, Sana, Bağdat ve Beyrut’u dolaylı olarak kontrol ediyor. Muhammed bin Selman’ın İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’i düşmanlık ve sert eleştirilerini abarttığına inananlar var. Muhammed bin Selman ‘İran Dini Lideri Ortadoğu’da yeni bir Hitlerdir’ diyor. ‘Böyle bir durumda yatıştırmanın işe yaramayacağı Avrupa’dan öğrenildi. Avrupa’da Hitler ile yaşananın Ortadoğu’da yaşanmasını istemiyoruz’ ifadelerini kullanıyor.”

Thomas Friedman yazısında reformların geleceğine ilişkin düşüncelerine yer verdi; “Ancak Muhammed bin Selman ve ekibi bu değişim sürecini tamamlayabilir mi? Tekrarlıyorum, tam olarak bir tahminim yok. Prens’in Suudi Arabistan’ın 21. yüzyıla taşınmasına yönelik bu görevi yerine getirmesi zorunlu. Kendim için, reform çabalarında başarılı olmasını şiddetle istiyorum. Öteyandan değişim dalgası birçok Suudi genç tarafından destekleniyor. Örneğin 30 yaşındaki Suudi bir sosyal girişimcisi ‘Geçmişe ve gelecek arasındaki köprü olmaya tanık olmak bizim için şans. Bir önceki nesil kadınların bir gün araba süreceğini hayal bile edemezken sonraki nesil araba süremeyecek olmalarını hayal edemeyecek. Bu düşünülemezdi’ ifadesini kullandı. Bu reform çabası, gençliğe ülkeleri için yeni bir gurur kaynağı kazandırıyor. Suudi gençleri, dünya tarafından potansiyel terörist olarak görüldüklerini ya da 11 Eylül’den sonra kendilerine terörist muamelesi yapıldığını söylüyor. Şimdi, dinî ve ekonomik reformları gerçekleştiren, ileri teknolojiye sahip bir dille konuşan genç bir liderleri var ve artıları olmayan ama gelecek için çok hızlı bir şekilde kalkmak isteyen bir lider var. Çoğu bakan şimdi altmışlarında değil kırklarındadır. Radikallerin boğucu elinin kaldırılmasıyla onlara ülkeleri ve Suudiler olarak kimlikleri hakkında yeni bir düşünme fırsatı buluyorlar. Bir STK için çalışan Suudi dostumuz ‘Kültürümüzü radikallerin ele geçirmeden önceki haline döndürmek zorundayız. Suudi Arabistan’daki her bölgenin kendi mutfağı olduğunu biliyor muydunuz? Ancak dünyadaki hiç kimse meşhur yemeklerimizi bilmiyor’ diyor. Ne yazık ki Suudi Arabistan’ın kimliğinin yanı sıra dış dünyaya kapalı kırsal ve geleneksel geniş halk tabanı da bulunuyor. Bu da Suudi Arabistan’ın 21. yüzyıla taşınmasının bir zorunluluk olduğu anlamına geliyor. Bu, kısaca, ülke bürokrasinin köklü biçimde değişmesini gerektiriyor. Bürokratlar artık Muhammed bin Selman’ın istediği reformları yapıp yapmadığını görmek için onları her an arayabileceğini biliyorlar.”

Thomas Friedman, yazısını Veliaht Prens’in sözleriyle bitiriyor. Prens Selman son olarak şöyle diyor; “Çünkü öleceğim gün aklımda olanları yapamadan hayata veda etmekten korkuyorum. Hayat çok kısa, çok şey oldu ve bunu kendi gözlerimle görmekten çok heyecanlıyım. Bu yüzden acelem var. “