Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Veliaht Prens: Ortadoğu’daki sorunların ardında İran var ama en büyük tehlike İhvan | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Amerikan Time dergisine verdiği röportajda, Ortadoğu’daki sorunların ardında İran olmasına rağmen en büyük tehlikenin Müslüman Kardeşler (İhvan) olduğunu dile getirdi. Muhammed bin Selman ayrıca Suudi Arabistan’ın bugüne kadar kapasitesinin sadece yüzde 10’unu kullandığını, henüz kullanmadığı yüzde 90’lık bir kapasiteye daha sahip olduğunu vurguladı.

Suudi Arabistan’ın eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde terörle mücadele alanında Washington ile birlikte çalıştığını ifade eden Veliaht Prens, Riyad ve Washington’ın İran rejimi ve onun yarattığı tehlikeye dair fikir birliği içerisinde bulunduğunu, aralarındaki tek farkın İran rejimi ile başa çıkma yolu olduğunu dile getirdi.

Veliaht Prens: ‘Şer Üçgeni’ aşırılık yanlısı bir imparatorluk kurmaya çalışıyor

Muhammed bin Selman, Tahran’ın ekonomisinin veya ordusunun, Suudi Arabistan’ın ekonomisi ve ordusuyla kıyaslanamayacağını, bu yüzden de Ortadoğu’daki bütün sorunların arkasında olan İran’ın Suudi Arabistan için büyük bir tehdit oluşturmadığını söyledi.

Terör grubu olarak sınıflandırdıkları İhvan’ın büyük bir tehdit olduğunu vurgulayan Veliaht Prens, Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Ürdün ve Ortadoğu’daki diğer birçok ülkenin onlara karşı iyi bir strateji izlediğini ancak İhvan’ın ana hedefinin Avrupa’da yaşayan Müslüman toplumları aşırılık yanlısı hale getirmek ve bundan 30 yıl sonra Avrupa’nın İhvan’a tabi olan bir kıta olmasını ümit ettiklerini söyledi.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Amerikan Time dergisine verdiği röportajın tamamı;

-ABD ziyaretini ne zamandır gerçekleştirmeyi düşünüyordunuz? Bu ziyaret ile hedefleriniz nelerdir?

ABD turunu düşünmeye başladığımda Suudi Arabistan için bir planımız vardı. Bu planları gerçekleştirmek ve uygulamak için elimizden geleni yapıyoruz. Gerçekleştirmek istediklerimizi uygulayabilmek için dünyanın dört bir yanından çok sayıda ortağa ihtiyacımız var. ABD, bizim uluslar arası alandaki en eski müttefiklerimizden biri. Bizler Ortadoğu’daki en eski müttefikleriz ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de oldukça derin.

-Washington’da geçirdiğiniz zaman nasıl geçti? Başkan ve ailesiyle çok yakın bir ilişkiye sahipsiniz…

Tabii ki Başkan Trump, ailesi, ekibi ve yönetimdeki herkesin yanı sıra her iki partiden de birçok Kongre üyesi ve diğer birçok Amerikalı ile çok iyi ilişkilerimiz var. Herkes, karşı karşıya olduğumuz tehlikeler karşısında her iki ülkenin birlikte olmasının önemli olduğuna ve daha iyi bir gelecek yaratabilmek için bu ilişkilerin devam etmesi gerektiğine inanıyor.

-Önceki ABD yönetimi ile işler çok çetrefilli bir hal almıştı. Özellikle de Yemen çatışmasıyla ilgili olarak…

Evet. Bazı konu ve görüşlerde Başkan Obama ile anlaşamıyorduk. Ancak aynı zamanda birçok konuda da hemfikirdik. Bu nedenle 2016 yılının başında Başkan Obama ile terörle mücadele konusunda birlikte çalıştık. İran rejimi ve onun yarattığı tehlike hakkındaki görüşlerimizi paylaştık. Bu konuda aramızdaki tek fark, İran rejimi ile hangi yolu izleyerek başa çıkacağımızdı. Bu da büyük bir fark değil. Yüzde 99 oranında aynı safta yer alırken aramızdaki fark sadece yüzde 1’di. Ancak, bildiğiniz gibi insanlar yüzde 1’e odaklanmaya çalışıyor ve mutabık kaldığımız yüzde 99’u göz ardı ediyor.

-İran’a konusuna gelirsek… Malum, ABD Başkanı Donald Trump, John Bolton’ı Ulusal Güvenlik Danışmanı görevine getirdi. Bolton özellikle İran konusunda sizinle aynı görüşlere sahip bir isim. Göreve getirildiği zaman tepkiniz ne oldu?

Biz ABD ile çalışıyoruz. Onu kim temsil ederse biz onunla çalışırız. Çıkarlarımızın ABD ile ortak olduğuna inanıyorum. Tabii ki kendisiyle birlikte çalışabiliriz. Onun görüşleri üzerinde pek durmuyoruz. Çünkü bunlar ABD’nin değil kendisinin kişisel görüşleridir. Bu göreve getirildiği zaman ABD’nin görüşlerini temsil edeceğine, onunla birlikte çalışabileceğimize emindim. İşler nereye gidiyor göreceğiz. Elbette ki kendisini destekleyeceğiz.

-Suudi Arabistan’a yönelik planlarınıza hangi yöntemlerle ulaşacağınızı gerçekten çok merak ediyorum…

Şu an İbn Suud olarak bilinen dedem Kral Abdulaziz tarafından kurulan Suudi Arabistan’da 3. devlet dönemini yaşıyoruz. Suudi Arabistan 300 yıl önce kuruldu. Bu nedenle Kral Abdulaziz ve Kral Suud döneminden sonra Kral Faysal çok büyük ve genç bir ekiple geldi. Ekibinde Kral Halid, Kral Fahd, Kral Abdullah, Kral Selman, Prens Sultan, Prens Nayif ve daha birçok isim vardı. Bu ekip, Suudi Arabistan’ı kerpiç evlerden modern şehirlere, gelişmiş altyapıya sahip uluslararası standartlara ve dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birine sahip bir ülkeye çevirdi. Halen yapacak çok şey olduğu konusunda onları ikna etmek zor. Çünkü 50-60 yıllık dönemleri boyunca gerçekleşenler, ABD tarihinde son 300-400 yılda yapılanlara benziyor. Hayatlarında bütün değişimleri gördüler. Ancak biz genç bir nesil olarak bunları görmedik. Çünkü modern ve görkemli bir şehirde doğduk ve dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında olan bir ekonomiye sahip bir ülkede yaşıyoruz. Kaçırdıklarımız ve yapamadıklarımıza odaklanıyoruz. Şu ana kadar Suudi Arabistan’ın kapasitesinin sadece yüzde 10’unun kullanıldığını ve henüz kullanılmayan yüzde 90’lık bir bölümüne sahip olduğumuza inanıyoruz. Planlarımız ve vizyonlarımız, bu yüzde 90’lık ‘kayıp’ durumunda olan ve henüz kullanılmayan kapasitemize odaklanıyor. ‘Bu projeleri mümkün olan en kısa zamanda nasıl uygularız?’ diyerek planlarımızı güçlü yanlarımıza dayanarak oluşturuyoruz. Bunu yaparken de başkalarını taklit etmek istemiyoruz. Örneğin, Silikon Vadisi’ni inşa etmek istemiyoruz. Suudi Arabistan’da Silikon Vadisi’ni inşa ettiğimizi öne süren bazı medya kuruluşları var. Bu doğru değil. Biz ekonomimizi petrol, ulaştırma, maden ve doğalgaz gibi güçlü yönlerimize dayanarak planlıyoruz. Kızıldeniz’de birçok doğalgaz alanı keşfettik. Yerel değerlerimiz ve ödeme dengemiz var. Yılda 230 milyar doları Suudi Arabistan’ın dışında harcıyoruz. Eğer hiçbir şey yapmazsak bu rakam 2030’da 300-400 milyar doları bulacak. Planlarımızın yarısı Suudi Arabistan’da gerçekleştirilecek. Bunu başarmak için de birkaç programımız ve özelleştirmemiz var. Piramidin tepesinde ARAMCO, devlet varlıkları ve 2 trilyon dolarlık bir fona sahip olan Kamu Yatırım Fonu’ndaki nakit rezerv geliyor. İki yıl önce Kamu Yatırım Fonu’nun büyüklüğü 150 milyar dolardı. Bugün ise 300 milyar dolar değerinde. 2018 sonunda yaklaşık 400 milyar dolar, 2020’de 600-700 milyar dolar ve 2030’da da 2 trilyon dolardan daha fazla olacak. Suudi Arabistan’ı etkin bir hale getirmek için bu paranın yarısını yatırımlarda kullanacağız. Geriye kalanını da dünyada gelişmekte olan sektörlerin bir parçası olması için yurtdışındaki yatırımlarda kullanacağız.

“Dünyanın ‘en iyi eğitim sistemleri’ arasında Fransa 40, Suudi Arabistan 41. sırada yer alıyor”

-Suudi Arabistan’daki eğitimin niteliği ve kültürel beklentilerin değiştirilmesi ne kadar zor?

Her şeyden önemlisi bizim eğitimimiz fena durumda değil. Dünyanın en iyi eğitim sistemleri arasında 41. sıradayız. Fransa ise 40. sırada. Yani, eğitim sisteminin kalitesi açısından neredeyse Fransa ile aynı konumdayız. Bu listedeki ilk 10 ülkenin gelişmiş veya büyük bir ekonomiye sahip olması mümkün değil. Bu çok zordur. Çünkü en iyi 10 eğitim sistemine bakarsanız aralarında Singapur’u göreceksiniz. Yani eğitim sistemlerine kolaylıkla odaklanabilen küçük devletleri göreceksiniz. Bununla beraber biz bu sıralamada Fransa ile yan yana yer almak ile yetinmek istemiyoruz. Önümüzdeki yıl içinde dünyanın en iyi eğitim sistemleri arasında 20. veya 30. sırada olma arzusundayız. Özellikle eğitim metodu dünyada değişirken bunu yapmak istiyoruz. Dolayısıyla eğer 41. sıradan memnun olup hiçbir şey yapmazsak gelecek 10 yıl içinde listede ilk 100 içerisinde bile olmayacağız. Bu yüzden üzerinde dikkatle çalışıyor ve bu pozisyonda devam etmek istemiyoruz. Önümüzdeki 12 yıl içinde daha iyi bir konumda olmak istiyoruz. Tabii ki bu bahsettiklerim eğitim konusunda.

Kültürel ve sosyal yönlerimizle ilgili olarak da en yeteneklileri iknaya çalışıyor, onları yurtdışından gelerek Suudi Arabistan’da yaşamaya ve çalışmaya davet ediyoruz. Yüksek sosyal ve kültürel standartlara sahip olmalısınız. Eğer gelişmek ve ekonomik olarak çok daha büyük olmak istiyorsanız düşük yaşam ve kültür koşullarına sahip olamazsınız. Yani bu çok önemlidir. Evrim geçirmeye çalışıyoruz.

Suudi Arabistan’ın son üç senede, son 30 yılda yapılandan çok daha fazlasını gerçekleştirdiğine inanıyorum. İslam açık. Aşırılıkçıların 1979 sonrası İslam hakkında göstermeye çalıştığı gibi değil. Bu nedenle bu alanda çok çalışıyor ve elimizden gelenin en iyisini yapma konusunda çaba gösteriyoruz. Suudi Arabistan’da 10 milyondan fazla yabancı yaşıyor. Bunların çoğunu ülkemizde çalışanlar ve aileleri oluşturuyor. Bu sayının azalmayacağına, bilakis artacağına inanıyoruz. Çünkü biz, Suudi Arabistan’ın amacına ulaşabilmesi için çok daha fazla insan kaynağına ve gücüne ihtiyaç olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle Suudi Arabistan’da gerçekleştirmeye çalıştığımız projeleri uygulamak için Suudiler için olduğu kadar yabancılar için de birçok iş fırsatı yaratılacak.

-Bir çalışma kültürü elde edebileceğinizi düşünüyor musunuz?

Tabi ki. Bunu yapmalı ve rakip olmalıyız.

“Yasalarımız, Kur’an ve Peygamberimizin (s.a.v) sünnetinden türetilmiştir. Bu yasalar, belirli bir mezhep veya düşünce ekolüne göre şekillenmez”

-Tanımladığınız İslam anlayışı ülkenizdeki herkesin kabul ettiği İslam anlayışı olmak zorunda değil…

Bugün birkaç ülkede uygulanan İslam anlayışının gerçek İslam uygulamaları olmadığına inanıyoruz. Bilakis, bunlar İslam’ı bozan kişilerin uygulamaları. Bunlar, Suudi Arabistan’da 1979 öncesine kadar yaşanan sosyal yaşam uygulamaları olmadığı gibi, ilk Suudi devletinden bu yana İslam’ı takip eden bir devlet olan Suudi Arabistan’ın fikirleriyle de örtüşmüyor.

Görebileceğiniz gibi ilk Suudi Arabistan devleti bunu düzeltmeye çalıştı. İslam, radikallerin bugün teşvik etmeye çalıştığı şeyden oldukça farklı. İlk Suudi devletinde insanlar Allah’a ibadet etmeye çalışıyordu, bir hurma ağacına değil. Çünkü o zamanlarda kadınlar hamile kalabilmek için hurma ağacına ibadet ediyordu.

Radikaller, ilk Suudi devletinin fikirlerinin yayılmasını önlemeye çalıştı. 1979’dan sonra yapmak istedikleri şey de buydu. Bunu özellikle eğitim sistemi ve birçok alanı bozarak ve manipüle ederek yapmaya çalıştılar.. Suudi halkına göstermeye çalıştığımız şey, onların birinci, ikinci ve üçüncü Suudi devletinin uygulamalarına ve Peygamberimizin (s.a.v) yaşamı boyunca uyguladığı sünnetlerine meydan okuduklarıdır.

‘Kadınların spor yapmaya hakkı yok’ diyen biri peki Peygamberimizin (s.a.v) eşi Ayşe (r.a) ile koşu yarışı yapmalarına ne diyecek? Birisi de ‘Kadınların ticaret yapma hakkına sahip olmadığını’ söylerse, Peygamberimizin (s.a.v.) eşi Hatice’nin (r.a.) bir iş kadını olmasına ve birlikte çalışmalarına ne diyecek?

Benim zamanımı boşa harcamak istemediğimi biliyorsun. Genç biri olarak Suudi halkının yüzde 70’inin bunlardan kurtulmak için hayatlarını boşa harcamasını istemiyorum. Bunu hemen şimdi yapmak istiyoruz. Zamanımızın yüzde 70’ini ekonomimizi geliştirmek, iş üretmek, yeni şeyler yaratmak ve projelerin gerçekleşmesini sağlamak yolunda harcamak istiyoruz.

-Bunun herhangi bir şekilde güvenliğiniz için bir tehlike oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Elbette Vehhabilerden uzak durma girişiminden bahsediyorum…

Vehhabi kimdir? Vehhabi’nin kim olduğunu açıklamalısın. Çünkü ‘Vehhabi’ diye bilinen bir şey yok. Bu deyim, aşırılık yanlısı fikirlerden biri hakkında söylenmiş. Birinin bana Vehhabilik öğretilerini anlatmasına ihtiyacım var. Çünkü Vehhabi diye bir şey yok. Suudi Arabistan’da iki mezhebimiz var: Sünni ve Şii. Bizim inancımıza göre Sünni İslam’da 4 fıkıh mezhebi var. Suudi Arabistan’da da birçok Şii medresesi var ve ülkemizde normal bir yaşam sürüyorlar. Suudi Arabistan’da bir Suudi olarak yaşıyorlar. Yasalarımız Kur’an ve Peygamberimizin (s.a.v) sünnetinden türetilmiştir. Bu yasalar, belirli bir mezhep veya düşünce ekolüne göre şekillenmez. Suudi Arabistan’daki Bakanlar Kurulu’nda Şii üye var. Suudi Arabistan Şura Konseyi’nde Şii var. Dünyanın en büyük şirketlerinden Aramco’nun İcra Kurulu Başkanı Şii mezhebine bağlı. Ortadoğu’nun en önemli üniversitesi Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nin (KAUST) başkanı kim? Şii mezhebine bağlı biridir. Bu nedenle Suudileri mezheplerine göre ayırmıyor, Suudi Arabistan’da sadece Suudiler olarak yaşıyoruz.

Her iki mezhepten de Vehhabilik fikrinin yayılmasını sağlayanlar oldu. Bu iki mezhepten Sünni tarafında, Suudi Arabistan’ın ‘Vehhabilik’ pençesine düşmesini isteyen radikaller, bu fikrin yeni değil eski olduğunu, Suudi Arabistan’ın temelini oluşturduğunu ve buna bağlı kalmamızın icap ettiğini söyledi.

Şiilik tarafına gelirsek de; İran rejimi, Suudi Arabistan’da farklı bir mezhep yarattığımızı iddia ederek bizi tüm İslam dünyasından izole etmek, ayırmak istedi. Fetva Meclisi diye bilinen Ulema Meclisi’mize bakarsak; Hanbelî, Hanefi, Şafi ve Maliki fıkıh mezheplerine mensup olduklarını görürüz. Suudi Arabistan’da bu çeşitliliği teşvik ediyoruz.

Size bir örnek vereyim… Son Suudi Arabistan Milli Günü. Bildiğiniz gibi, Suudi Arabistan halkı ilk başta Milli Gün kutlamalarını çok önemsemedi. Çünkü birçok aşırılık yanlısı tarafından Milli Gün kutlamalarının haram ve yasak olduğu söylendi. Suudi Arabistan’daki yetkililer her şehir ve kasabada Milli Gün için programlar düzenlediğinde radikaller saldırarak bunun İslam’a aykırı olduğunu ve kimsenin gitmeyeceğini söyledi. Bu halkın iradesine karşı gelmektir.

Şimdi Milli Gün’ün sokakta milyonlarca insan tarafından kutlandığını görürsünüz. Açıkça belli ki insanlar bunu destekliyor. Onların desteği olmadan bir şeyi gerçekleştirmek imkansızdır.

“Fransa’nın mutlak monarşi konusunda yardımı olmasaydı ABD farklı bir ülke olurdu”

-Suudi Arabistan’ın ilerleyeceğini ve gelecekte mutlak monarşiden daha farklı bir sistem geleceğini düşünüyor musunuz? Bir gün Ürdün Kralı Abdullah’ın dediği gibi anayasal monarşiye geçmek ister misiniz?

Odaklanmamız gereken şey amaçtır, araç değil. Bu amaç, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, eylem özgürlüğü ve güvenliktir. Bunlar herkes tarafından kabul edilen hedeflerdir. Suudi Arabistan’da kendi yolumuza kattığımız hedefler bunlardır. Bu amaçlara ulaşmak için bu araçları takip etmeliyiz.

Amerikalıları hatırlayalım. Eğer mutlak monarşi olmasaydı ABD bugünkü ABD olmazdı. ABD’nin bağımsızlığında üç yüz yıl önce ona kim yardım etti? Fransa’nın mutlak monarşisinin yardımı olmasaydı ABD çok farklı bir ülke olurdu. Bölge farklıydı. Tarih farklıydı. Öyleyse odaklanmamız gereken şey nasıl bir sistemin ABD’ye tehdit oluşturabileceğini görmek. Örneğin Sovyetler Birliği gibi… O zaman bununla başa çıkılabilir. Ancak ABD veya diğer ülkelerle birlikte fırsat ve ilerleme yaratabilecek bir sistem varsa bu, insanların başarıya inandığını gösteren bir sistem olduğu anlamına gelir. Bunu, 2011’de yaşanan Arap Baharı’nda halkına uygun olmayan ülkelerin rejimlerine ve kurumlarına ne olduğuna bakarak görebiliriz. Onlara ne oldu?

-Sadece yeni nesli temsil etmiyor, aynı zamanda bir aileyi de temsil ediyorsunuz. Yani halk nazarında daha dikkatli ve ihtiyatlı olabileceğiniz düşünebilirdi. Ancak çok güçlü hamleler yaptınız.

Hayır. Aslında, ilk olarak Kral’ın Veliaht Prensi seçme hakkı vardır. Kral Abdulaziz’in oğullarını temsil eden 34 seçmen arasında oylama yapılmadan hiç kimsenin Veliaht Prens olması mümkün değildir. Suudi Arabistan tarihinin en yüksek oy oranını aldım. Hem de benden önceki herkesten çok daha fazla. Suudi Kraliyet Ailesi’nin 34 üyesinden oluşan Bağlılık Konseyi’nde 31 oy aldım. Bu en yüksek orandır. Benden önce Suudi Arabistan’da şimdiye kadar alınan en yüksek oy 22’ydi. Bu yüzden, tarihsel olarak, Kraliyet Ailesi içindeki destek oylarında bir rekora ulaştım. Böylece resmi olarak Veliaht Prens oldum.

İkinci olarak; kendi başıma çalışmıyorum. Kraliyet Ailesi içinden, benim neslimin gerçekten en zeki olanları ile birlikte çalışıyorum. Örneğin benim kuşağımdan, benimle aynı yaşta olan 13’ten fazla Prens var ve 13 alanda çalışıyorlar. Bakanlar Kurulu’nda görev alıyorlar ve gerçekten çok çalışıyorlar. Ayrıca çeşitli devlet dairelerinde farklı görevlerde de yer alıyorlar. Bu yüzden Suudi Arabistan’da bir şeyler yapmak için 40’tan fazla Kraliyet Ailesi üyesiyle, farklı branşlarda birlikte çalışıyorum.

“Ne zaman Ortadoğu’da bir sorun yaşansa arkasında İran’ı bulursunuz”

-Geriye dönüp İran anlaşması hakkında konuşmak istiyorum. Beyaz Saray’daki temaslarınızda bu konuya değindiniz mi? Anlaşmanın iptal edilme olasılığı nedir? Daha önce, eğer İran nükleer silah geliştirirse Suudi Arabistan da aynısını yapar demiştiniz. Hükümetten, ne yapılabileceği ve bu çalışmaların en kısa sürede nasıl sonuçlandırılabileceği ilgili bir takım araştırmalar yapmasını istediniz mi?

Şuan bunun hakkında konuşamam. Ama size şu kadarını söyleyebilirim ki; Ortadoğu’daki sorunların başlıca sebebi İran’dır. Ancak Suudi Arabistan için öyle büyük bir tehdit oluşturmuyorlar. Fakat İran’ı sürekli olarak takip etmezseniz, gün gelir büyük bir tehdit haline gelir. Sorunların ana sebebidir. Ama Suudi Arabistan için bir tehdit değil.

Neden değil? Çünkü İran, Müslüman dünyasındaki en büyük beş ekonomisinin arasında yer almıyor. Suudi Arabistan ekonomisi, İran ekonomisinden iki kat daha büyük. BAE, Mısır ve Türkiye ekonomileri, İran ekonomisinden daha büyük… İran ekonomisinden çok daha büyük ekonomilere sahip Müslüman ülkeler var. Aynı durum ordu için de geçerli. İran ordusu, Ortadoğu’daki beş büyük ordu arasında değil. Daha birçok geride kaldıkları konu var. İran rejiminin asıl sorunu ülkelerini sömürmek. İdeolojik amaçlarına ulaşabilmek için devlet imkânlarını kullanıyorlar. 1979 devriminden bu yana her gün, ideolojilerini yaymaya çalışıyorlar. ABD’de bile bunu yapıyorlar. Gizli imamlarının oraya çıkıp ABD’den Japonya’ya bir bütün olarak tüm dünyayı yönetecek. Buna inanıyorlar ve bunu çok net bir şekilde söylüyorlar. Eğer bu gerçekleşmeyecekse, bu röportajdan sonra İran’ın Dini Lideri çıkar, sözlerimi inkar eder ve söylediklerime inanmadığını söyler.

Bunu 1979’dan beri yapıyorlar ve ne zaman Ortadoğu’da bir sorun yaşansa, arkasından İran çıkıyor. Irak, Yemen, Suriye ve Lübnan’da istikrar yok çünkü orada İran var. Birde istikrarlı ülkelere bakalım: Mısır? İran orada yok. Sudan? İran orada yok. Ürdün? İran orada da yok. İran’ın müdahalesi olmadığı için tüm bu ülkelerde istikrar var.

Bu, sadece İran ve Suudi Arabistan arasında olan bir mesele değil. Bu, İran ile Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Kuveyt, Bahreyn, Yemen ve dünyanın birçok ülkesi arasındadır. Yani, gerçekten sağlamak istediğimiz, yapmak istediklerini, kendi sınırları içinde yapmalarıdır. İran’ı Afrika’nın yüzde 96’sından çıkarttık. Aynı durum Asya ve Yemen için de geçerli. Irak’ta, Suudi ve Irak futbol takımları arasında gerçekleşen maçta, 70 bin kişinin Suudi Arabistan ve Irak bayrağı taşıdığını gördük. İran’ın içinde de yaklaşık olarak böyle bir durum var. Bir ulus ve halk olarak İran, başlarındaki bu liderler olmadan, daha iyi bir geleceğin tadını çıkaracağını umuyoruz. Eğer bu liderler değişirse, İran’ın 1979’dan önceki haline daha yakın olacaktır. Fakat eğer bu değişmezse, değişene kadar uzun bir süre daha İran’ın başında kalmanın tadını çıkaracaklar.

-Bu durumda ülkenizi her daim savunmaya hazır olmanız gerekir

Kesinlikle

-Peki silah sahibi olma konusunda araştırmalara başlayacak mısınız?

Nükleer silahları mı kastediyorsun?

-Evet.

Hayır, nükleer silahlarla ilgili olarak hiçbir şey yapmayacağız. İran nükleer silahlara sahip olduğunu açıkladığını görüyoruz. Dolayısıyla, bahsettiğim durum, diğer durum gerçekleşene kadar olmaz. Ordumuzun donanımında herhangi bir sorun yok. Ortadoğu’da kalite ve büyüklüğü bir araya getiren güçlü ve yüksek donanımlı bir ordumuz var. Bölgede daha büyük ordular bulabilirsiniz. Ancak donanım kaliteleri düşüktür. Bizden daha iyi tekniklere sahip sadece bir ordu olduğunu göreceksiniz. Ama biz beş kat daha nitelikli bir orduya sahibiz. Eğer kalite ve büyüklüğü göz önünde bulundurursanız Suudi Arabistan’ın çok iyi bir ordusu olduğunu görürsünüz. İsteğimiz, Suudi Arabistan halkının olan bitenden etkilenmemesi.

Ekonomi zarar görmemeli. Bu yüzden, meydana gelebilecek herhangi bir gerginlikten uzak olduğumuza ve Suudi Arabistan’da sosyal ve ekonomik hayatın etkilenmediğinden emin olmaya çalışıyoruz.

“Ortadoğu’daki bütün seçenekler iyi veya kötü olmuyor”

-Yemen’de karadan askeri müdahaleye başvurulacak mı?

Yemen halkı ve hükümeti, ülkelerinde normal yaşamlarını çalan teröristlerden kurtulma savaşı veriyorlar. Bu onların savaşı. Suudi Arabistan ya da 12 Arap Koalisyonu ülkesinden ne isterlerse vereceğiz. Bugüne kadar savaş meydanında bizden asker istemediler.

-Bunu durumu dikkate alacak mısın?

İhtiyaç olduğunda ve Yemen hükümeti bizden bunu talep ettiğinde, Yemen’in tüm dünya ülkeleri tarafından tanınan ve Birleşmiş Milletler BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından desteklenen meşru ve seçilmiş cumhurbaşkanın talebi ile bunu karşılarız.

-BM, Yemen’deki savaşta yaklaşık 10 bin sivilin öldüğünü açıkladı. Bazı Kongre üyeleri ve bağımsız yardım kuruluşları, devletiniz tarafından düzenlenen hava saldırılarını, savaş suçları sınırına ulaştığını belirtiyor. Bu eleştirilere tepkiniz nedir?

Başlarda yapılan hatalar, düzenlenen her askeri operasyonda karşılaşılan hatalardır. Hiç kimse, hatta ABD, Rusya ve diğer ülkeler, hiçbir hata yapmadan askeri harekât düzenleyemez. Sorun, bu olayların yanlışlıkla mı yoksa kasıtlı mı olduğudur. Hiç kuşkusuz, Suudi Arabistan ya da Arap Koalisyonu ülkeleri tarafından yapılan hatalar, gerçekten istenmeyen hatalardır.

Elimizdeki çatışma kurallarının seviyesini yükseltmek ve askeri operasyonlarda sivillerin ölmemesi için dünyanın dört bir yanında pek çok ülke ile birlikte çalışıyoruz. Burada, Yemen’in tarihteki en büyük yardımcısı olduğumuzun altını çizmeliyim. Yemen’in insani, kamu, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarına destek olmak için elimizden gelenin en iyisini yapmayı sürdürüyoruz. BM veya dünyanın herhangi bir yerinden insani yardım kuruluşu tarafından yapılan doğrudan girişimlere her zaman destek oluyoruz. Bu konuda olumlu bir şekilde çalışmak istiyoruz. Ama bazen Ortadoğu’daki bütün seçenekler iyi ya da kötü olmuyor. Bazen, kötü ile kötü arasında seçim yapmak zorunda kalırız. Ancak size önemli bir şey söyleyeyim; Yemen’deki insani kriz 2015’te başlamadı. Husilerin 2014 yılında harekete geçmesiyle birlikte başladı.

-Peki ya koalisyon ve Güvenlik Konseyi Yemen cumhurbaşkanı ve Yemen meşru hükümetinin talebine cevap vermezse ne olur?

Yemen, iki terörist grup arasında bölüşülür. Ülke, kuzeyde yeni Hizbullah olan Husiler ile güneyde 2015’ten bu yana olan bitenden nemalanmaya ve büyümeye çalışan el-Kaide arasında paylaşılır. Sonuçta iki terör örgütü tarafından bölünmüş bir Yemen görürüz.

Durum Irak’tan daha kötü olurdu. Çünkü DEAŞ 2013 yılında Irak’ın yarısını işgal etti. Diğer yarısında ise orduyla meşru bir hükümet vardı. Bu kötü adamlardan kurtulmak beş yıl sürdü. Bu beş yıl boyunca milyonlarca insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Dünya çapında birçok terör operasyonu yapıldı.

Irak’la karşılaştırdığımızda, Yemen’de hiçbir müttefik, hiçbir hükümet ve hiçbir ordu olmadan ne kadar sürede kurtulacağını bir düşünün? Belki, 5,10 hatta 20 yıl sürer. Bu durumda Yemen’in kurtulması için 60’dan fazla ülkenin ittifakı ile şuan mevcut olandan daha büyük bir koalisyona ihtiyaç duyulacaktı. Bab’ul Mendep boğazını (Yemen ile Arap Yarımadası arasındaki boğaz) kullanan ve dünya ticaretinin yüzde 13’ünü oluşturan deniz yolu, bu terörist gruplar tarafından engellenmeye çalışılacaktı. Fakat Arap Koalisyonu’nun çabaları sayesinde başarısız oldular. Dünya ticaretinin yüzde 13’ünün ne anlama geldiğini biliyor musunuz?

Bu, ABD’nin Çin’in ve dünya ticaretinin yüzde 13’ü demektir. Yani uluslararası ekonomiye zarar vereceği anlamına geliyor.

Bu gerçekleşene kadar beklemeli miydik? Biz buna müdahale ettik. Daha sonra yapmış olsaydık geç kalınmış ve işler daha da zorlaşmış olabilirdi. Önümüzdeki 20 yıl içinde herhangi bir soruna yol açacak mı yoksa harekete geçmeli miyiz? İşte bu yüzden Suudi Arabistan, ABD ve dünyanın her yerinde geleceği okumak, neler olup bittiğini bilmek ve olası senaryoları öngörmek için istihbarat servisleri var. Yemen’de yapılanda budur. Olumlu bir çözüm için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Politik bir çözüm olmadan bitmeyeceğini biliyoruz. Fakat o gün gelinceye kadar, askeri operasyona devam etmekten başka seçeneğimiz yok.

-Hava saldırılarının amacı onları müzakere masasına getirmekti. Bunun için onları üç yıl boyunca bombaladınız. Ancak bu durum onları müzakere masasına getirmekten çok daha fazla balistik füzelerin hedefi olmanızı sağlıyor gibi görünüyor. Bu yüzden, bu savaşı sonlandırmak için ne yapılmalı? Yani, 20 yıl diyorsunuz. Bu, Suudi Arabistan’da bir nesil boyu süren bir savaş demektir.

Hayır, hayır eğer harekete geçmezsek 20 yıl demiştim. Bu sadece bizim için 20 yıl sürmeyecek tüm dünya için 20 yıl sürecek dedim. Husiler, Yemen’in iyiliği ve çıkarları ile ilgilenmiyor. Sadece ideolojilerini, İran ideolojisini ve Hizbullah ideolojisini önemsiyorlar. Ya da ölmek istiyorlar. Onların umursadığı şey bu. Bu sebeple onlarla pazarlık etmek ve çözüm bulmak zor. Bu durum, BM tarafından da açıklandı. Diğer yandan, BM Yemen Özel Temsilcisi, Yemen’deki uzlaşı masasından kaçanların Husiler olduğunu da çok net şekilde açıkladı. Yemen hükümeti veya diğer Yemenli taraflar değil. Tabii ki müzakere masasına geri dönmek ve anlaşmak isterlerse diye kapıyı açık tutmalıyız.

Ancak bugün açık açık söylemeliyim ki; aldığımız istihbaratlara göre Husiler içinde bölünmeler yaşanıyor. Bu yüzden, eğer Husilerden ayrılan ikinci veya üçüncü gruplarla farklı bir gelecek istiyorsak, bu fırsatı onları sunmayı istiyoruz. Onları, Husi ideolojilerini sürdüren liderlerden ayrılmalarına yardım edeceğiz.

“Filistinlilerle barış sorununu çözmeden önce İsrail’le bir ilişkimiz olamaz”

-Suudi Arabistan’ın çıkarları ne ölçüde İsrail’in çıkarları ile örtüşüyor? Suudi Arabistan kalkınma planınızda İsrail’de yer alacak mı?

Görünüşe göre ortak bir düşmanımızın olmasının yanı sıra ekonomik alanda da birçok ortaklık kurabilme ihtimali görünüyor. Ancak Filistinlilerle barış sorununu çözmediği takdirde İsrail’le bir ilişkimiz olamaz. Çünkü her ikisi de yaşama ve birlikte yaşam hakkına sahiptir. Bu gerçekleşene kadar izleyeceğiz ve barış için bir çözüm bulmaya çalışacağız. Barış sağlanması halinde, elbette akabinde İsrail’le iyi ve normal bir ilişkimiz olacak. Herkes için en iyisi de bu olacak.

-Ebu Mazen’e (Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas) barış planını kabul etmesini ya da reddetmesini söylemeniz doğru mu, yoksa yapabileceğinizin en iyisi bu mu?

Ebu Mazen ile yakın bir ilişkimiz var. Bu söylentilere kendisinin yanıt verdiğini ve bunların doğru olmadığını anlattığını düşünüyorum.

-Eğer bu doğru değilse, gerçekte ne oldu?

Aslında Kral Selman, Ebu Mazen’e Suudi Arabistan’da bir deyiş vardır; ‘Mekke halkı Mekke’yi herkesten daha iyi bilir’. Kral Selman bu sözü ona her zaman hatırlatır ve söyler. Kral Selman Mahmud Abbas’a şöyle dedi: “Ya Ebu Mazen, bildiğin gibi ‘Mekke halkı Mekke’yi herkesten daha iyi bilir. Filistinliler de Filistin’i herkesten daha iyi bilir. Yani sizin için sizin uygun gördüğünüz her şeyi destekleyeceğiz. ABD’li müttefiklerimizden duyduğumuz her neyse, ne olursa olsun, bir şeyler yapmaya ve Filistin’i desteklemeye çalışacağız. Eğer bu çözüm sizin için uygun değilse, bu uygun bir çözüm değil demektir.”

-Trump’ın Kudüs’te yaptığı, sizin yeni arabulucu olarak görünmenizi sağladı.

Aslında, elimizden geleni yapmaya ve önümüze çıkacak olumlu fırsatlara odaklanmaya çalışıyoruz. İşler nasıl daha iyi olur? Herhangi bir hata ile nasıl baş edilir?

“Suriye, Ortadoğu’daki Rus nüfuzunun bir parçası”

-Biraz da Suriye hakkında konuşalım. Bu trajedinin gerçek sonu nedir?

Bilmiyorum. Bunu söylerken bazı insanların buna sinirleneceğini biliyorum ama gerçekten hiçbir fikrim yok ve yalan söylemiyorum. İnsanlara yalan söylemenin gerçekten utanç verici olduğuna inanıyorum. Özellikle de 2018 yılında, insanlardan bir şeylerin gizlenmesi neredeyse imkânsız. Bana kalırsa Beşşar şimdilik kalıyor ve Suriye Rusya’nın Ortadoğu’daki nüfuzunun bir parçası oldu. Suriye’nin çıkarlarının, İran’ın Suriye’de orta ve uzun vadede yapmak istediklerine izin verilmesi ile örtüşeceğine inanıyorum. Çünkü Suriye ideolojisini değiştirirse, işte o zaman Beşşar, İran’ın kuklası olacaktır.

Bu yüzden, Suriye’nin güçlü bir rejime sahip olması daha iyi. Bu, Rusya için de olumlu olacaktır. Rusya’nın İran aracılığıyla değil doğrudan bir güce sahip olması daha iyidir. Bu nedenle, bu çıkarlar İran nüfuzunu önemli ölçüde azaltabilir. Ancak bu azalma yüzde kaç olur bilmiyoruz. Ancak Beşşar şimdilik rejimden ayrılmayacak. Beşşar’ın savaş olmadan kalmaya devam edeceğini sanmıyorum. Ancak hiç kimsenin, bu savaşın ABD ve Rusya arasındaki bir çatışma nedeniyle başlamasını istediğini düşünmüyorum. Kimse de bunu görmek istemiyor.

-Yani sonucu kesin olduğu için bir çatışma görmeyi istemiyor musunuz?

Sanırım öyle olduğunu düşünüyorum. Şuan Beşşar’ın kontrolü altında bulunan toprakları var. Toprakların geri kalanı ise ABD destekli Suriye halkının kontrolü altında. Biz Suudi Arabistan olarak Suriyelilere nasıl insani yardım gönderebileceğimize odaklanıyoruz. Yardımları doğrudan gönderemiyoruz. Bu yardımları BM, ABD ve müttefiklerimiz aracılığıyla gönderebiliyoruz. Suriye’de meydana gelen olayların en kısa zamanda durmasını umuyoruz. Çünkü orada insanlar acı çekiyor.

-Başkan Trump, ABD güçlerini Suriye’den çekmeyi düşündüğünü söyledi. Sizce bu iyi bir şey mi?

ABD kuvvetlerinin uzun vadede olmasa bile en azından orta vadede Suriye’de kalması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü ABD, müzakere ve baskı yapmak için gerekli kartlara sahip. Eğer ABD Suriye’den çıkarsa bu kartlar kaybolur. Bu birincisiydi. İkincisi ise, Hizbullah ve İran’ın kontrol noktalarına ihtiyacın var. Eğer ABD güçlerini Suriye’ni doğusundan çıkarırsanız, bu noktalar kaybedilir ve bölgede başka bir gerginlik koridoru açılır.

-Yani bu direkt geçiş koridorundan korkuyorsunuz.

Tabii ki. Ancak bu görevi biz devralacağız. Fakat bu kez daha zor olacaktır.

-Yemen konusuna geri dönmek istiyorum. Trump yönetimi döneminde, hedeflenen operasyonların iyileştiğini söylediniz. Trump yönetimi sürecinde değişen nedir? Hangi hedeflenen operasyonları iyileştiriyor veya hangi istihbarat bilgilerini toplamanıza izin veriyor? Ya da başka hangi durumlar söz konusu?

ABD’den çokta yardım almıyoruz. Fazla destekte istemiyoruz. Bunu Ortadoğu ülkelerinin bir araya geldiği bir koalisyonla yapıyoruz. Bu röportajın başında da dediğim gibi, bunu hem Ortadoğu hem de dünyanın yararına, hem ekonomik hem de güvenli bir şekilde gerçekleştirdiğimize inanıyoruz.

-Elbette. Ancak bunda ABD’nin doğal bir rolü de var

ABD neler olduğunu takip ediyor. El-Kaide ile savaşıyoruz. Suudi Arabistan’da hayata geçirmek istediğimiz pek çok planımız var. Yapacak çok sayıda program var. Yemen’de El Kaide’yi güçlü bir şekilde vurmayı hedefliyoruz. İnsanların özgürce yürüyemediği çok sayıda bölge ve birçok şehir var. Daha önce el-Kaide tarafından kontrol edilen bazı şehirler şuan meşru hükümetin kontrolü altında. Yemen hükümeti 15 yılın ardından ilk kez bu şehirleri kontrol ediyor. El-Kaide, 15 yıldır yaptıklarının ardından son 3 yılda, Yemen’in çeşitli yerlerinde ve mağaralarda saklanmak zorunda kaldı. Yok olmak üzereler. ABD ile birlikte odaklandığımız nokta daha çok Yemen’deki el-Kaide unsurlarına yönelik. ABD, el-Kaide’yi Yemen’den silmemizde üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor.

“Suudi Arabistan aşırılık yanlısı düşüncenin en büyük kurbanı… İhvan-ı Müslimin de en büyük tehdit”

-Gelelim aşırıcılık sorununa. Etkilerini tersine çevirmek için ne yapılabilir? Krallık içerisinde ne yapmaya çalıştığınızı anlıyorum. Peki ya dışarısı?

Evet, her şeyden önce Suudi Arabistan aşırılık yanlısı herhangi bir düşünce yaymıyor. Suudi Arabistan bu tür düşüncenin en büyük kurbanıdır. Ben Usame bin Ladin ya da başka herhangi bir terörist veya radikalist olsam bana özel bu düşüncemi yaymak ve asker toplamak isterdim. Peki, asker toplamaya nereden başlayacağım? Asker toplamak ve bu ideolojiyi yaymak için Fas’a mı gideceğim yoksa Malezya’ya mı? Elbette ki hayır. Eğer ideolojimi yaymak istiyorsam Suudi Arabistan’a giderim. Yani Müslümanların kıblesine; Mescid-i Haram’ı bağrında taşıyan ülkeye gitmem gerekir. Çünkü ben bu düşünceyi orada yayarsam her yere ulaşacaktır.

1979 yılından sonra olan budur. Tüm bu aşırılık yanlısı örgütler ve teröristler, insanlarımızın çoğunu askerleri haline getirmek ve ideolojilerini yaymak için ülkemizi hedef alıyor. Çünkü bunun dünyanın dört bir yanına yayılmasını istiyorlar. Olan bu ve biz bedel ödeyen ilk devletiz. Ödediğimiz bedel de çok ağır. Dünya çapındaki ilk terör saldırıları 90’larda Suudi Arabistan ve Mısır’da meydana geldi. Usame bin Ladin, 90’ların başında insanları suiistimal ediyordu. Biz de Usame bin Ladin’in tutuklanmasını talep ettik. O zaman Suudi Arabistan dışındaydı. Tutuklanması gerekiyordu. Bir The Independent muhabiri bize 1993’te Usame bin Ladin’in özgürlük savaşçısı olduğunu ve düşünce özgürlüğüne sahip olduğunu söyleyerek karşılık verdi. The Independent’taki makaleye başvurabilirsiniz.

Bir insan normal yaşamını sürdürürken bir anda terörist olmaz. Önce biraz muhafazakârlaşır, ardından aşırılık yanlısı düşünceleri benimseye başlar. Daha sonra aşırılığa meyli artar da artar ve böylece terörist olmaya hazır bir kıvama gelir. İhvan-ı Müslimin ağı, bu akımdan biri olarak görülebilir. Usame bin Ladin’i incelediğinizde kendisinin İhvan-ı Müslimin’den olduğunu göreceksiniz. DEAŞ lideri el-Bağdadi’ye baksanız o da İhvan-ı Müslimin’dendi. Aslına bakarsanız herhangi bir teröristin İhvan-ı Müslimin ile bir geçmişi her zaman vardır.

Biliyor musunuz en büyük tehdit ne? İhvan-ı Müslimin, Ortadoğu bölgesinde değil. Çünkü onlar biliyorlar ki Ortadoğu bölgesi, Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Ürdün ve diğer birçok ülke ile kendilerine karşı iyi bir strateji uyguluyor. Onların ana hedefi, Avrupa’daki Müslüman toplumları aşırılık yanlısı haline getirmektir. Bundan 30 yıl sonra Avrupa’nın İhvan’a bağlı bir kıta olmasını ve İhvan-ı Müslimin cemaati yoluyla Avrupa’daki Müslümanları yönetmeyi umuyorlar. Bu, Soğuk Savaş’tan, DEAŞ’tan, El Kaide’den veya tarihin son 100 yılında tanık olduğumuz herhangi bir olaydan çok daha fazla tehdit oluşturacaktır.

Bunun için, aşırılıkla savaşmak sadece aşırılık yanlıları ile savaşmakla olmaz. Modernliğin yayılması da aşırılıkla savaşın bir parçasıdır. Ancak yapılması gereken çok şey var: bu örgütleri iyi tanımak ve onlarla mücadelede gerekli kurallara uymak; teröristleri ayırt edebilmemizi sağlayan ölçütleri belirlemek. Bu düşünce özgürlüğü değildir. İnsanları teröre vardıran bu yoldan uzak durun.

Farklı yollarla ele alınması gereken çok şey var. Biz Suudi Arabistan’da üzerimize düşeni yerine getiriyoruz. Yasalar koyduk ve güvenlik planlaması, güvenlik stratejisi, bilgi stratejisi ve eğitim sistemi düzeyinde uygulamasını gerçekleştirdik. Çok şey yaptık. Son 3 sene boyunca çok iş başardık. Ondan önce de yaptık; gelecekte de sürdüreceğiz. Dünyadaki diğer ülkelerle birlikte de çok işler başardık. Ancak Batı ülkelerinin Batı’da sadece ılımlılık ve açıklık için bir fırsat sunarak bu aşırılıkla mücadele etmeye çalıştığını görüyoruz. Onlarla savaşmaz istiyorsanız onları yasalarınızın gereğince suçlu olarak sınıflandırmalısınız.

-Suudi Arabistan’da böyle mi oluyor?

Evet. İhvan-ı Müslimin senelerdir terörist bir grup olarak tanımlanıyor.

Bizde Sururilerin de dâhil olduğu İhvan-ı Müslimin üyeleri var. Sururileri Vehhabi olarak tarif eden dünya çapında onlarca belgesel film izledik. Doğrusu biz onları Suudi Arabistan’da Sururiler olarak isimlendiriyoruz. Onlar, İhvan-ı Müslimin’in en yüksek tabakası ve Ortadoğu’daki olaylara bakan en radikal topluluğu. Biz de İhvan-ı Müslimin var ve Sururiler de onların içinde. Ve bizim kanunlarımıza göre suçlular. Onlardan herhangi birine karşı elimizde yeterli delil olduğunda mahkemede yargılıyoruz.

“ABD’nin Irak’a girmesi Amerika’nın işlediği en büyük bir hatadır”

-Geçtiğimiz 15-20 sene zarfında ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük hatası sizce nedir?

Hatadır; işlenir. Bunu durduramayız çünkü biz insanız. Bunun için devletler de ülkeler de hata yapacaktır. Bize düşen bu hataları olabildiğince en aza indirmektir. Bence ABD’nin iki hatası oldu. Birincisi Irak’a girmekti ki bu büyük bir yanlıştı. Bana kalırsa ABD’nin, Afganistan’daki görevini tamamladıktan sonra Afganistan, zayıf bir devletten normal bir devlete nasıl çevirebilir, buna yoğunlaşması gerekiyor. Bu ilk hata ile ilgili. İkincisine gelince; ABD’nin güçlerini Irak’tan çekmesi ve Irak ordusunu dağıtmasıdır.

Bu ikisi, Ortadoğu bölgesini yeni sorunlara gebe bırakan büyük hatalardır.

-İç meselelere dönmek istiyorum. İdamların ortadan kalkması veya azaltılması ile kafaların ulu orta kesilmesi ile alakalı bir adım atıp atmayacağınızı sormak istiyordum?

Aşırılık yanlıları hakkında uygulanan idam hükmünü mü kastediyorsunuz?

Zannediyorum, ABD ve birçok devlet şu ana kadar idam hükmünü uyguluyor. Biz de en aza indirmeye çalıştık ancak değiştiremeyeceğimiz kanunlarımız var. Örneğin; birisi başka birini öldürmeye kalkışsa kanunlarımız gereği ona idam uygulanır. Bu noktada değiştirilmesi mümkün olan yönler var. Mesela idam cezası müebbet hapse çevrilebilir. Kral, uykudan uyanıp sadece imzalamak istediği şeyleri imzalamıyor. O da kanunun ve kitabın gerektirdiği şeyi yapıyor. Kralın kral ya da başbakan olarak nasıl iş tutacağı ile alakalı kanunlar vardır.

Biz iki senedir hükümette ve mecliste bu yönde yeni kanunlar yapmak için çalışıyoruz ve sanıyoruz bir sene veya bir seneden biraz fazla bir sürede tamamlanacaktır.

-Öyleyse bu bir teşebbüs.

Evet tam olarak öyle. Yüzde yüz ortadan kaldıramayız ama büyük oranda azaltacağız.

-Bu bağlamda insan hakları örgütleri siyasi aktivist olarak gördükleri kişilere ve hapse atılan yazarlara dikkat çekiyorlar. Bu konu hakkında konuşma noktasında bir çekinceniz var mı? Düşünce özgürlüğünde kendini gösteren yüksek bir ideali çok dillendiriyorsunuz.

Bunu, onları tanımlamak için kullanmaya alıştık. 90’larda Usame bin Ladin’i de bu şekilde tanımlamayı adet edindiler. Daha sonra Usame bin Ladin’in tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük tehdit olduğu ortaya çıktı. Onları bugün de aynı şekilde tarif ediyorlar. Biz onları, İhvan-ı Müslimin partisi, Sururiler partisi veya birçok örgütle bağlantılı ve birçok devletin çıkarlarına hizmet eden insanlar olarak tarif ediyoruz. Her halükârda soruşturmalar sona erdiğinde ayrıntılarını açıklarız.

“Güneş enerjisinin üretimi petrole zarar vermez… Aramco doğru zamanı seçme teklifini ortaya attı”

-Aramco’nun halkın katılımı için ilk sunumunun gecikmesine gelirsek; neden geciktirdiniz ve hala New York Borsası’nda sunmak için mi çalışıyorsunuz?

Biz arzı geciktirmiyoruz. Aramco’yu 2018’e doğru piyasaya sürmeye hazır olacağımızı söylemiştik; hazırız. Tüm yasaları çıkardık. Aramco’yu piyasaya sürmeye hazır hale gelmemiz için gerekli tüm adımları attık. Ancak şimdi mesele doğru zamanı seçmektir. Zannediyoruz petrol fiyatları bu yıl yükselecek ve 2019’da çok daha fazla yükselecek. Bunun için doğru zamanı seçmek için çabalıyoruz. Doğru zaman geldiğinde sunumu yapmak üzere hazırız.

-New York borsasına sokmayı düşünüyor musunuz?

Biz tüm seçenekleri değerlendiriyoruz. Aramco’nun halka ilk arzı için çalışan ekip bana, “Bunun hakkında hiçbir şey söylemeyin” dedi.

-Güneş enerjisi ve içerideki bazı reformlar gibi yaptığınız tüm bu girişimler hakkında soru sormak istiyordum. Sınırlı petrolün doğasına ne ölçüde dayandığınızı merak ediyorum.

Evet.

-Peki, ne ölçüde rol oynuyor?

Bunun, petrolün oynadığı role zarar vereceğini sanmıyorum. Gelin önce biraz petrol hakkında konuşalım, daha sonra girişimler hakkında konuşuruz. Eğer sizin için de sakıncası yoksa tabi. Öncelikle petrole olan talep artıyor ve Aramco’nun beklentilerine göre 2040 yılına kadar yükselme devam edecek. Ancak küresel analizlerde en tutucu durumlarda talebin 2030’a kadar yükselmeye devam edeceğini düşünüyorlar. 2030’a kadar yükselmeye devam etmesi demek yıllık yüzde 1.5 demek. Ondan sonra gerileyecek.

Öyleyse bugün petrole olan talep günlük yaklaşık 100 milyon varile denk geliyor. 2030 yılında yaklaşık 120 milyon varile varacak. 2040 yılında ise tekrar 100 milyon varile dönecek. 2050, 2060 yılında da 80 ila 70 milyon varile dayanacak. Yüzde 85… Bu ihtiyacın (talebin) 85 milyon varili yaklaşık olarak enerjiye gidecek. Ama şehir enerjisini kastetmiyorum. 30 ila 40 milyon varil arabalar için. Diğer kısım ise uçaklar ve gemiler için.

Bugün değişen durum, elektrikli arabalara olan meyil sebebiyle arabalar. Ancak 2030 sonrasına kadar bir etki söz konusu olmayacak. Gemiler ve uçaklar uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor zira bugün kimse elektrik enerjisi ile uçan uçaklar veya dünyayı dolaşan gemilerden bahsetmiyor. Bunlar hakkında konuşulduğunda bu iş 20 seneyi bulur.

Öte yandan petrokimya ve malzemeler üzerine olan 50 milyon varil veya daha az olan talep her yıl yüzde 3.5 oranında artmaktadır. Bu nedenle 2030 yılında yaklaşık 20 milyon varile ulaşacaktır. 2050, 2060 yılında ise yaklaşık 50 milyon varil olacak. Öyleyse bu petrole olan yeni bir ihtiyacı gündeme getirir.

Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse, her biriniz petrokimyasalların ve malzemelerin bir parçasını giyiyorsunuz. Düğmelerinizde, kalemlerinizde, ayakkabılarınızda ve telefonlarınızda bu şeylerin bir kısmını taşıyorsunuz. Ve dahası da gelecek. Karbon lifleri mesela. Karbon lifleri dünyadaki en iyi malzemelerden biridir. Son derece pahalı ama biz buna yatırım yapıyoruz. Maliyeti düşürülecek ve böylece her uçakta, her gemi ve arabada kullanıldığını göreceğiz. Yani artan ve devam eden bir ihtiyaç söz konusu.

Diğer bir konu arz meselesi. Arz edilenlerin büyük bir kısmı önümüzdeki 20 yıl boyunca ortadan kalkacak. 5 sene sonra Çin hiçbir şey üretmeyecek. Bugün onlar günde yaklaşık 4 milyon varil üretim yapıyorlar. 5 sene sonra bir şey üretmeyecekler. Ve diğer ülkeler de. 10 sene sonra ülkelerin çoğu gözden kaybolacak. 10 sene sonra ABD’den gelen arzın büyük bir kısmı yok olacak.

18 yıl sonra 11 milyon varillik Rus arzının tamamı ortadan kaybolacak ve sıfıra düşecek. Öyle görünüyor ki ürettiğimiz 10 milyon varilden tasarruf etmek şöyle dursun, gelecekte çok daha fazlasını üreteceğiz. Bunun için Aramco analizlerini değil de tutucu analizleri ele alsak bile petrolün sürdürülebilir olduğu çok açıktır.

Bu sebeple güneş enerjisi üretimi petrole zarar vermez. Çünkü uçaklar ve gemiler için üretilmiyor. Petrokimyasallara olan talebe de ters düşmeyecek. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yönde bir gidişin, petrolün doğanın korunmasında yeni bir rol oynamasına yardımcı olacağına inanıyoruz. Zira plastik ürettiğinizde ondan kurtulmanız gerekmez. Onları ıslah etmeli ve doğaya zarar vermeyecek bir yolla geri dönüşümlerini yapmalısınız. Otomobiller için petrol üretiminden daha iyi.

Şimdi Suudi Krallığı’nda elde ettiğimiz fırsat güneş enerjisi alanında… Biz, bu alanda ve güneş enerjisi üretimi alanında sıçrama gerçekleştirebilen tek ülkenin Suudi Arabistan olduğunu düşünüyoruz. Çünkü tüm başarı öğelerine sahibiz. Güneş ışınlarının güçlü olduğu birçok ülke var: Cezayir, Hindistan, vb. Bizim de güçlü bir güneşimiz var. Ancak her ülkenin yerel bir talebi yok. Yerel talebe sahip çok az ülke var. Ortadoğu’nun diğer ülkeleri, 30 GW’lık talebe bile ulaşamamaktadır. Bu sebeple büyük talep, bunu gerçekleştirmenin itici gücüdür.

Üçüncüsü, bundan fazlasına sahibiz. Suudi Arabistan’da güneş panelleri üretimi için tedarik zincirini tamamıyla bulunduruyoruz. Dördüncüsü, bunun için gerekli tüm malzeme türleri elimizde mevcut. Silikanın çoğu bizde ama Cezayir ve diğer Afrika ülkelerindeki hatta BAE ve diğer ülkelerdeki silika gibi değil. Suudi Arabistan Krallığı’nın kuzey bölgesindeki silikanın saflık oranı yüzde 99.7’e kadar varıyor. Dünyanın diğer bölgelerindekiler ise yüzde 90’a ulaşıyor. Bunun için Suudi Arabistan’da silikanın üretim ve inşasının maliyeti bir şey değildir. Hiçbir şeye mal olmaz. Bu sıradan bir malzeme değil; ucuz ve yüksek kaliteli bir malzeme.

Silikanın çoğuna sahip diğer ülkelerde bu, daha kalitesiz ve daha maliyetli olarak bulunuyor. Başka türlü malzemelere de sahip olacağız. Bu malzemelerin bir kısmı, kablolar ve kablo kılıfı. Suudi Arabistan’da çok kablo var. Bu malzemeleri ve güneş panellerini üretme işi çok fazla gaz gerektiriyor ve bizim Kızıldeniz’de birçok gaz yatağı keşfimiz var.

Bu nedenle Suudi Arabistan’da farklı maddeler, tedarik zinciri, talep, güneş hepsi mevcut. Dünyanın başka herhangi bir noktasında bu yok. Bunun için biz, “Projeyi iptal ediyoruz, 200 GW’a ulaşamayacağız” dersek bunu bir başkası da yapamaz. ABD, Çin, Japonya; bu proje için dünyanın farklı noktalarından en iyi ortakları bir araya getirmek için son birkaç aydır çok çaba sarf ediyoruz. Biz şimdi yeni Suudi Aramco’yu oluşturmak için son aşamadayız. En büyük ortağımız belki de Japonya’dır. İsmini Jaramco ya da buna benzer bir şey koyabiliriz.

Bu iş Suudi Arabistan’a yıllık 40 milyar dolar sağlamaya yardımcı olacaktır. Suudi Arabistan’ın GSYİH’si 20 milyar dolardan fazla. 100 bin istihdam yaratacak ve dış ticaretimize katkı sağlayacak. Zira tüm dünyaya en ucuz ve en etkin güneş panellerini ihraç edeceğiz. Bu nedenle tüm dünyaya önceden olmadığı kadar düşük bir maliyetle sürdürülebilir enerji üretimi için büyük bir yardım sunuyoruz. Aynı zamanda biz de bölgedeki tüm taleplerimizi karşılayacağız.

-Özel bir sorum olacak. Da Vinci’ye nereden merak saldınız?

Da Vinci… Bunun uygun bir konuşma olmadığını söylemiştik.

-Doğru değil mi?

Ne oluyor? Bunu kaç kez duyurmamız gerektiğini bilmiyorum.

-İnsanlar 60 Dakika röportajını izlediler ve sandılar ki siz yayınlanan tüm raporları onaylıyorsunuz.

Daha önce 60 Dakika programında da söylemiştim, zenginlik suç değil. Günah, yolsuzluk yapmanızdadır. Ben yolsuzluk yaptıysam lütfen bana yolsuzluğumu açıklayın ve delil getirin. Görünen o ki delil sunabilecek kimse yok. Kral Selman’ın oğullarının ve ekibinin tamamen dürüst olduğu, Suudi Arabistan’da herkesçe malum. Size aile sicilimizi verebiliriz. Al Suud ailesi, Suudi Arabistan Krallığı’nın kuruluşundan önceye dayanır. Kral Selman’ın sicili doğumundan beri tutulur. Benim sicilim de aynı şekilde Suudi Arabistan’da parlaktır.

Doğrusu ben sanata ilgiliyim. Yüksek zevk sahibi her insanın da sanatı sevmesi ve takdir etmesi gerektiğini düşünürüm. Dünya çapında harika birçok sanatçı var ve en sevdiğim sanatçı şudur diye bir sınırlama yapamam.

Veliaht Prens: Şeytan Üçgeni aşırılık yanlısı bir imparatorluk kurmaya çalışıyor

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman kimdir?