Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Veliaht Prens’in İngiltere ziyareti üzerine ikinci bir okuma | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan Veliahdı Prens Muhammed Bin Selman’ın İngiltere ziyareti hakkında çok şey yazıldı, daha da çok şey yazılacak.

Elbette bu yazılanlar önemli kuşkusuz!

Suudi Arabistan açılımı çok önemli bir olay. Engellerin olduğu kadar müjde dolu haberlerin de olduğu geleceğin araştırılması ve gözlemlenmesi pragmatizm ve gerçekçilik taşıdığı kadar önem de taşımaktadır. Aşırı rahatlığı reddeden ve yıkıcı tembelliği reddeden, risk almamak adına inisiyatif almaya karşı olan, tarihin devinimini inkar edenlerden başka herkesin inanmadığı sebeplerden dolayı toplumun yarısı olan kadınların imkan ve yapabileceklerine karşı gelenlerin önünde duran Suudi Arabistan’da beliren gençlik dinamizmi de çok önemlidir.

Üzerinde çalışılmış ve planlanmış gelişimin artık bir seçenek olmadığı gerçeğine dair samimi ve cesur bir inanç var Suudi Arabistan’da…

Hatta gelişimin, acil bir zorunluluk ve bağlayıcı bir yükümlülük olduğuna da dair bir inanç ta var. Bu gelişim, Arap dünyasının birçok parçasını gölgede bırakan kasvetli resme tamamen aykırı olan iyimserlikle Suudi Arabistan’da başarılmıştır.

İngiliz sokaklarında Riyad’a karşı önyargıları olanlar dahi- ve bu arada, bunlar da az değiller – bu ziyaret sırasında ziyaret eden heyetin farklı olduğunu ve kibirli veya göz ardı eden bir çekimserlik içinde davranmadığını gördüler. Bu heyetin otoritenin içinden veya otoriteye yakın çevrelerden dahi gelen öz eleştiriye açık olduğunu gördü.

Bunların tümü gelecek vaat eden fenomenler. Ancak, Prens Muhammed Bin Salman’ın geçtiğimiz aylardaki medya röportajlarında bir kereden fazla temas ettiği “travmayı şoklama ile tedavi etme” ilkesine dayanarak, hem İngiliz, hem Suudi hem de Arap taraflarında yanılsamaların düşürülmesine devam etmek gerekiyor. Aslında, her iki tarafta da vehim ve yanlış bilgilere dayalı peşin fikirler var ve hatta birikmiş vaziyetteler.

Bazı Britanyalılar, bazı Avrupalılar gibi, bizim problemlerimiz ve özlemlerimiz, algımız ve kültürümüz hakkında pek bir şey bilmiyor olabilirler. Daha da kötüsü, bu gruplar arasında bazı grup ve akımlar problemlerimizi ve özlemlerimizi umursamıyor ve bilmek istemiyorlar. Tabii ki, yarından önce bugün değişmesi gereken dezavantajımız olmadığını iddia etmiyorum, ancak bu grupların ve akımların sorunlarımızı, şikâyetlerimizi ve ıstıraplarımızı ele alırken hala ‘çifte standart’ uyguladıklarını görüyorum.

Bu nedenle, esas olarak ırkçılık ya da kıskançlıktan kaynaklanan bu kasıtlı yapılan “çifte standart” kısmının çözülmesi imkânsızdır. Ancak, kasıtsız kısım genellikle yanlış anlamadan kaynaklanır. Burada, kendimizi organize etmede ve Batılı zihni, ülkemizde alıştığımız ideal ya da doğaçlama tarzda değil de anladığı dilde konuşmamız gerek ve tutumumuzu akıllıca ve bilerek ele almalıyız ve ona yönelik planlama yapmalıyız.

Bu çerçevede iki tecrübeye dikkatleri çekmek isterim. Birkaç on yıl önce, Allah’ın rahmetine kavuşmuş Filistinli bir arkadaşımla Londra’nın parklarında muhabbet esnasında Filistin’in Yafa kentinden tanıdığı bir aile çocuğunun 1948 Nekbesi’nden önce Amerikan Packard arabalarının ithalatçısı olduğunu söylemişti. İkinci deneyim de birkaç hafta önce gerçekleşti; bir Arap entelektüel göçmen Arap basınının bitmesi gerektiğini söylediği ve telekomünikasyon alanındaki devrim gibi gelişmeleri bahane ederek bu medyanın Arap ülkelerine geri dönmesi için çağrı yaptığında.

Rahmetli Filistinli arkadaşımın dedikleri beni şaşırtmıştı ve kendisine sordum: ‘Azizim, bildiklerini kaç kişi biliyor? Amerikalıların Amerikan arabalarının Filistin’de, yani İsrail’in kurulmasından önce, ithalatçısı olduğunu biliyorlar mı?’, kendisi bana basitçe: ’Yok Vallahi, zannetmem’ dedi. 1948 den beri, hatta öncesinde dahi, Amerikalılarla konuşurken kullandığımız dilin kendileri için bir şey ifade etmediğini söyledim.

Amerikalı vatandaşa yeni gelen göçmenlerin toprağını elinden aldığını söylemek onun için bir şey ifade etmez, zira; kendisi de, tanıdıkları da kendisinin olmayan yerlere ve topraklara kurulmuşlardır. Filistin’le ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını peşi sıra okumakta fayda etmeyecektir. ‘Ülkenin boş bir çöl olmadığını, halksız ve İsraillilerin cennete çevirmediğini, Ford, Chrysler, Packard ve Chewrolet arabalarının cadde ve şehirlerinde yürüdüğünü, otellerin, restoranların, okulların, hastanelerin ve gemi şirketlerinin olduğunu ‘Halksız toprakların topraksız halka’ verilmesi yalanına kanan ortalama Amerikalıya söylersen şoke olacaktır. Özetle; kültürü bizim kültürümüzden ve değerleri bizim değerlerimizden farklı olan Amerikalıların nasıl düşündüğünü anlamalıyız.

Aynı şey 40 yıldır içinde olduğum ‘Göçmen Arap Gazeteciliği’ için de geçerlidir. Bu öncü gazetecilik türü yurtdışında başladığında hakkında bir çok şey söylenmişti; beyin göçünün Batıya yöneldiğini ve yazarların orada bulunduğunu, kötü güvenlik şartlarının insanları vatanlarını bırakmaya zorladığını ve daha özgür bir alanda yazabilme imkanından bahsedildi.

Bu deneyin bir parçası olarak şunu söyleyebilirim ki, yukarıda anlatılanların tümü, önemli olsa da gerçek sebepler değil. Arap göçü günden güne fazlalaşıyor, Başarısız ülkelerin çoğaldığı Arap Dünyasında ise güvenlik sistemi gitgide kötüye gidiyor, hatta 40 yıl öncesine göre daha da kötü olmuş durumda. Editöryel ve ilanla ilgili özgürlüklere gelince, eskisine göre daha iyi durumda değil, hatta daha da kötü durumda.

Göçmen Arap Medyasının varlığı ve gerekçesi, bence, öğrenme, başkalarını anlama, başkalarından etkilenme ve en sonunda da başkalarını etkilemedir. Güçlü ve sorumlu Arap medyasının Batıda bulunması bir teknolojiyi almak babından değil de, Batı gelenek ve kültürünü anlamak, bilmek ve etkileşimde bulunması için elzemdir.

Açıkçası, Batıyı daha iyi anlamaz ve daha fazla etkileşimde bulunmazsak, Batıyı etkileyemeyiz. Bu gelecekte Çin için de geçerli olacaktır, Hindistan için de.

Bir çoğumuz Batıya gelip yıllarca ikamet ettik, aramızda Batıdan yüksek akademik diplomalarla dönenler de var, ama çoğumuz diploma almakla uğraştığından içinde olduğu ortamı anlamakta kusur etti. Bu örnekleri teşkil edenler Batıyla istenilen kültürel-pragmatik interaktif köprüyü inşa edemezler, kesinlikle. İnteraktif olma ‘Şok ederek tedavi etme’ gibidir, değişim rüzgarı ve çıkarların alt-üst olması önündeki güçlü ilişkilerin başarılması için tek anahtardır.