İran hükümetinin yaklaşık üç yıl önce Batı kamuoyunu ikna etmek için yaptığı nükleer anlaşma müzakereleri sırasında yaptığı propaganda kampanyasının, bölgede barışa yol açacağı ve uzun süren anlaşmazlığın sona erdireceği iddiası üzerine kuruluydu.
Bu propaganda esnasında, Tahran hükümeti bilinen yöntemlerin dışına çıkarak yurtdışındaki İran topluluklarıyla da temas kurarak propagandasını genişletti. Hatırlatmak isterim, yurtdışındaki İranlıların çoğu 1979 devriminden bu yana Tahran rejimine muhaliftir.
İran rejimine muhalif oldukları bilinen birkaç kişinin anlaşmayı savunanlar arasında görmek benim için şaşırtıcıydı…
İki grup arasında nadir bulunan bir uzlaşma olgusu dikkatimi çekti, beni şaşırttı. Nedenini araştırdığımda, bazı analistler İran lobisinin muhalifler üzerindeki etkisinden bahsederken, bir diğeri de uzlaşmaya eski ABD yönetiminin muhalefet güçleri üzerindeki baskısına yordu ve elbette muhalefetin anlaşma taraftarı olmakla birlikte, rejime karşı olduğuna inananların da olduğunu gözlemledim.
Görünen o ki, Hasan Ruhani hükümeti anlaşmanın imzalanması için büyük bir çaba sarf etti ve geleceğin İran’ına ilişkin olumlu bir tablo çizerek, ülkesinin, çoğu Batı’da yaşayan, yaklaşık beş milyon İranlı ile olan küslüğünü sona erdireceğini ve ülkenin olumlu yönde değişeceği konusunda Diaspora İranlılarına umutlandırmayı başardı.
Anlaşmanın propagandasını yapmak için yazdığı mektubunda, Ruhani, bütün siyasi yönelimleriyle yurtdışındaki İranlılara odaklandı; Ülkelerinin nükleer silahlara sahip olma hakkını savunmalarını, rejimle olan görüş ayrılığına rağmen, bu hakkı destekleme çağrısında bulundu. Ruhani’nin dışişleri bakanı Zarif de İran diasporasına benzer bir mektup yazarak benzer telkinlerde bulundu. Bu argüman, ABD’deki bazı İranlı seçkinler tarafından dile getirilerek İran’ın, açıklık ve hoşgörü ile daha iyiye doğru evrileceğini vurguladı.
Nükleer anlaşmanın imzalanması ve uygulamaya konulmasından sonra anlaşmayı savunan muhaliflerin görüşünün ne olduğunu bilmiyorum. Kendilerine şu soruyu sormayı çok isterdim; anlaşmanın imzalanmasından önceki dönemle kıyaslandığında, günümüz Tahran rejiminin muhaliflere ve İranlılara, genel olarak, daha iyi davrandığını, davranışlarında bir iyileşme belirtisi olduğunu söylemeniz mümkün mü?
Kendi gözlemlerime göre, rejimin davranışında herhangi bir değişiklikten bahsedilemez, hatta baskısını daha da arttırdığını, kendine yakın olanları da kapsadığını da söyleyebilirim, İran yönetiminin son dönem lideri Haşimi Rafsancani’nin oğullarına ve eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin yakın dostlarına uygulanan baskısı biliniyor.
Çok yakın dönemlerde gördüğümüz, İran’da oynanan, ve bir türlü sonu gelmeyen, dengeler oyunu çerçevesindeki, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ortaklarının tutuklanması da söz konusu baskıların bir örneği.
Temmuz 2015’te İran ile Batı arasındaki Müşterek Kapsamlı Eylem Planı Anlaşması’nın (JCPOA) imzalanmasından bu yana, rejimin vaad ettiği hoşgörülü sivil topluma doğru ilerlemeden dolayı yurtiçi ve yurtdışındaki elitlerden övgüyle bahsedenleri duymadık. Dolayısıyla, Ruhani’nin geçen seferki desteği bir kere daha toplaması için tekrar ne tür oyunlara başvuracağını bilmiyoruz.
Geçen sefer, Ruhani, milliyetçi söylem geliştirerek projenin yalnızca İran rejimine ait olmadığını, tüm İran’ın malı olduğunu söyleyerek, İranlıları, bilimsel ve uygar bir projeye sahip olmanın gurur verici olduğuna ikna etti ve anlaşmanın bir sonucu olarak yasağı kaldırmanın İran’ın hayatını daha iyi hale getireceğini söyledi.
Hiç şüphe yok ki İranlıların başarılarından dolayı gurur duymaları hakkıdır, ancak bu başarının başka savaşlar ve başka milletleri hakimiyetleri altına almak için kullanıldığında bundan gurur duyulamaz. Şurası bir gerçek ki, İran ve Batı ülkeleri arasındaki bu anlaşma, Devrim Muhafızları gibi baskı aygıtlarının durumunu güçlendirdi.
Uluslararası ambargo ve izolasyona rağmen, İran rejimi, isteği ve politikaları doğrultusunda, Gazze, Lübnan, Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen’deki silahlı gruplar için her yıl milyarlarca dolar harcamakla kalmayıp Afrika, Güneydoğu Asya ve hatta Güney Afrika ve Güney Amerika’daki radikal gruplardan oluşan ağ üzerinde de desteklerini sunmaya devam ediyor.
Kuzey Kore halkı rejiminin devlet propagandasına maruz kaldığı gibi, devlet propagandasından etkilenen İran halkı da Ruhani’nin dezenformasyonuna maruz kalacağını tahmin ediyorum. Ruhani liderliğindeki İran Hükümeti, Washington’un İran vatandaşlarına vize vermeyeceği kararını da kullanarak, ABD hükümetinin kararının, özellikle İran halkını hedef alan saldırgan ve baskıcı bir karar olduğunu empoze edecektir.
Bu aşamada, Washington İran halkına tutumunu anlatmalıdır; Tahran hükümetine karşı alınan yaptırımların kaçınılmaz olmadığını, ancak bu hükümetin tutumundan kaynaklandığını ve ABD yönetiminin zamanında Tahran hükümetine askeri maceracılık ve yurtdışındaki radikal grupların finansmanını durdurması için taahhütte bulunma fırsatı verdiğini de İran halkına vurgulamalıdır. Prensip olarak, ABD’nin bu tutumunun, Tahran rejiminin davranışlarından ve ülkelerinin parasını dünya çapında militanlara dağıtmasından bıkan, İran halkının çoğunluğu tarafından beğenileceğini de tahmin ediyorum.