Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Yahudi ulus devlet’ yasası: Filistinlilere ne kaldı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İsrailliler zamanı teknik bir konu görerek yaşadılar. Hareketlerinin tüm adımlarını Filistin’de kendileri için bir ulus devlet kurma yolunda kullandılar. Siyasi hedeflerin tarımsal mevsimleri, toprakları ve tohumları vardır. Herzl, Filistin’deki Yahudiler için ulusal bir vatan inşa etme fikrini ortaya attığı günden beri, Yahudi siyaset, medya ve finans endüstrisi dünyanın karar verici mahfilleri arasında mekik dokumaya başladılar.

I. Dünya Savaşı’nın ortasında İngiltere, gelecekteki haritaların jeopolitik mimarıydı. İngiliz aklını esas alarak, Yahudi politik, mali ve propaganda odasının kurulması, dünyanın aktif gücünü oluşturan ülkelerdeki etki alanlarını genişletmiştir.

İngilizlerin Balfour Bildirgesi, Modern Yahudi Çağı’nın ilk adımıydı. Bilakis kendileri açısından “vaat edilen toprak” düşüncesinin siyasi aşamasını teşkil ediyordu. ‘Yahudi Çağı’, kendi toprağının alanıdır. Sürekli olarak uluslararası denge ve çatışmaların gelişimine göre değişiklik gösterir. Filistin’deki Yahudiler için ulusal bir vatan kurma hayaline doğru hareket silsilesinin her bir halkasında, siyasi ordu, tohumların ekilmesi için toprak katmanlarını açan akıllı pulluk mesabesindedir. Mevsimlerin ve zamanların hesaplanmasındaki bilinç, hedefe yönelik hareketin belirlenmesi, onlar açısından tükenmeyen kutsal bir yakıt gibidir. Yahudi göçleri iki Dünya Savaşı arasında Filistin’e doğru yöneldi. Yahudi borazanlığı yapan kaypak İngiliz politikası, inatçı bir tırmanışla karşı karşıya kaldı. Yahudi göç dalgası, ikili çalışan İngiliz zekâsından daha güçlüydü. Filistinliler, binlerce Yahudi ile dolu gemilere kapılarını kapatamadılar. Filistin topraklarındaki demografik patlama bir gerçekliğe dönüşmüş oldu. Yahudi gücü İkinci Dünya Savaşı’nı kullandı, onu yeni bir tarla yaptı ve eski tohumları buraya ekti.

Yahudilere karşı Nazi zulümleri, dünyanın vicdanını sarsan insani bir kıvılcımdı. Yahudilerin Nazizm’in ellerinden Almanya’da ve yurtdışında yaşadıkları acılar, Filistin topraklarına Yahudi göçünün bahanesi haline gelmiş oldu. Binlerce Yahudi ise, Müttefik Kuvvetlere katılarak, diğer eksene karşı savaştılar. Böylece, savaş güçlerinin bir parçası oldular ve iki hedef elde ettiler: İlki “Vaat edilen(!) toprak” Filistin’de gerçekleşecek bir sonraki savaşa hazırlanmak için askeri eğitim, diğeri ise dünyadaki bir sonraki siyasi gücün ön saflarına katılım ki bu da koalisyon devletleridir.

Herzl’in hayali bir anlamda gerçekleştirildi. Filistin’deki Yahudilere BM kararıyla ulusal bir vatan kurmak için Yahudilerin mali, politik ve medya gücü seferber edildi. İsrail devletinin ilk sivil mimarı olan David Ben-Gurion, siyasi tarım sanatında ustalaşmıştı. Yahudilerin dünya savaşında elde ettikleri askeri tecrübeden istifade ederek Araplarla savaştı. Bölünme kararını hayata geçirdi ve Filistin topraklarının büyük bölümünü işgal etti. Filistin halkını yerinden etti ve Yahudilere göç kapılarını açtı. Süveyş Kanalı krizinde, savaş aracına Fransa ve İngiltere ile beraber bindi ve o, Mısır’a saldıran güçler arasındaki savaşın tek kazananıydı. Fransa’nın nükleer teknolojinden faydalandı, atom bombasını kullandı ve hava kuvvetlerinin desteğinden yararlandı. İsrail, yerel ve uluslararası olarak mevsimsel politikaları kullanmayı hiçbir zaman terk etmedi.

1967 Altı Gün Savaşı, İsrail’in askeri ve politik hülyalarını gerçekleştirmesinin önünü açan bir Arap fikriydi. İsrail, soğuk Savaş’ın ortasındaki uluslararası kuvvet haritalarında yerini güçlendirmiş, Ortadoğu’da aktif bir kart olmuştur. Çoğu Arap devleti Doğu komünist bloğun müttefikleri iken, ABD onu önemli bir müttefik olarak yanına aldı.

1973 Ekim Savaşı, askeri olduğu kadar politik bir savaştı. İsrail birçok sayfayı kendi lehine çevirdi. En önemlisi iki Arap devletiyle ilişkilerin normalleşmesiydi.

Kendisine bölgesel ve uluslararası düzeyde birkaç kapı açılmış oldu. Irak’ın Kuveyt’i işgal girişimi birçok siyasi süreci değiştirdi. 1991’deki Arap-İsrail müzakerelerinin yapıldığı Madrid istasyonu, yeni tohumların atıldığı bir alan oldu. Arap-İsrail barışı konusundaki görüşme ve müzakereler ikili değil, kolektif olmaya başladı.

Filistinliler ve İsrailliler arasındaki Oslo görüşmeleri, ilk defa taraflar arasında doğrudan bir anlaşma sağladı. Filistinliler İsrail’i bir devlet olarak tanıdılar ve bütün tarihi topraklarını talep etmekten geri çekildiler. İsrailliler için bu, savaşsız bir zaferdi. Oslo’da Kudüs, mülteci ve yerleşim gibi en önemli ve en ciddi meseleleri erteleme kararı aldılar. Bu alan, aşırılıkçı bir Siyonist çiftçi olan Binyamin Netanyahu’nun siyaset tarım mühendisliği ile meyvelerini alacağı verimli bir tarlaydı. Aldattı ve kazandı. Oslo, İsrail’in istediği şeyi elde ettikten sonra pasifize edildi. Yerleşim politikası desteklenmeye devam edildi ve bir Filistin devleti hayali, karanlığın gölgesindeki seraba dönüştürüldü.

Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti bir Siyonist koalisyondan oluşuyor. Bu (Siyonist) onun resmi lakabıdır. Bizler siyasal medyamızda “Siyonist” kelimesini farklı bir bağlamda kullanıyoruz. Bu hükümet Batı Şeria’nın İsrail topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğuna ve Filistinli Arap halkının burada yeri olmadığına inanıyor. Yerleşim yerlerinin Yahudi hakkını yeryüzünde tesis eden birer sağlam belge olduğunu zannediyor.

İsrail parlamentosu (Knesset), İsrail’in ‘Yahudi ulus devlet’ olmasını karara bağlayan tasarıyı kabul etti. Buna göre Kudüs’ün tamamı İsrail’in başkenti olacak. İbranice tek resmi dili olacak. İsrail Devleti, dünyadaki bütün Yahudilerin ulusal vatanı olacak ve İsrail Devleti’nde kendi kaderini tayin hakkı, sadece Yahudi halkı ile sınırlı olacak. Bu yeni bir gerçeklik yaratıyor. İsrail nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan ve İsrail vatandaşlığını elinde tutan 1948 Filistinlileri için başka bir yerinden olma programına kapı aralıyor. “Ulus Devlet Yasası” olarak adlandırılan bu yasa sadece ırk ayrımcılığı getirmiyor, bilakis resmiyette kimlik ve yerleşim yeri kalmayan Filistinli Arapların etnik olarak temizlenmesi anlamına geliyor. Yasa, Siyonist Yahudi bayrağı ve marşı gibi sembollerin devletin temeli olduğunu vurgulamış oldu. Bu Temel Yasa, dünyadaki başka hiçbir mevzuatta bulunmayan bir hüküm içermektedir, yani Devletin (özellikle) dini gruplar ve bir ulusun mensupları ile kentler kurma hakkını vermektedir.

Yasa, İsrail devletinin sadece Yahudi halkına ait olduğunu belirlemiş oluyor. Bu, Filistinli Müslüman ve Hristiyan Arapların İsrail Devletinde yeri olmadığı anlamına geliyor. Soru şu: İsrail hükümeti şu anda bu cesareti nereden alıyor ve bu korkunç ırkçı yasayı yayımlayabiliyor? BM Genel Kurulu’nun 1975’te “Siyonizm bir ırkçılık şeklidir ve ırk ayrımcılığıdır” şeklinde bir karar almış olması tarihi ve ilginç bir ironidir. Karar, tüm dünya ülkelerine, uluslararası barış ve güvenlik için bir tehdit oluşturan bu Siyonist ideolojiye direnme çağrısında bulunmuştu. Bu karar, işgal altındaki Filistin’deki egemen ırkçı İsrail rejiminin, Zimbabwe ve Güney Afrika’daki iki ırkçı rejimin ortak bir sömürge kökenine sahip olduğunu ve tek bir ırkçı yapıya sahip toplam bir varlık oluşturduğunu söyleyen Afrika Birliği Örgütü’nün bir kararına dayanarak kabul edildi.

1991 yılında Genel Kurul tarafından kabul edilen BM kararı ile bu madde iptal edildi, zira İsrail bu maddenin kaldırılmasını Madrid Konferansı’na katılma şartı olarak öne sürmüştü.

Genel Kurul kararı bugün yeni İsrail yasasına tamamen denk düşüyor. Ancak İsrailliler siyasetin tarımsal mevsiminden çok iyi yararlanabiliyorlar. Bugün bütün tarlalar yalnız onlar içindir. Hayal kırıklıkları ise Araplar için. Filistin’in Gazze ile Ramallah arasında bölünmüşlüğü, ABD’nin İsrail’i her halükarda desteklemesi, İsrail’e tarla, tohum, su ve pulluk veriyor. Gerek içeride gerekse dışarıda Filistinliler için ne kaldı?