Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Yanardağın ateşine gönderilen BM elçileri | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İç savaşların ardından her yanı ateş yerine dönen, alevleri bu ülkelerin başkentleri ve tarafları arasında sürekli uçuşup duran Arap ülkelerine gönderilen BM elçilerinin listesi uzundur. Suriye, Yemen, Libya ve öncesinde de Irak’a BM Genel Sekreteri’nin destek elçisi olarak birçok isim gönderilmiştir. Amaç elbette bu ülkelerdeki taraflara yardım etmek, onları ateş ve barut çemberinden çıkarmak, sosyal barışı sağlamak ve iç savaşların üstesinden gelecek bir çözüm bulmaya yardım etmektir. “Destek” elçinin misyonudur, nihai çözüm ise sadece -her tarafı yangın yerine dönmüş- o ülkenin vatandaşlarının sahip olduğu bir şeydir. Suriye’ye destek misyonu teslim edilen ilk isim BM Sekreterliği’ne liderlik eden, buranın merkezinde eğitim almış, koridorlarında tecrübe edinmiş ve siyasi eğilimleri iyi bilen Kofi Annan’dır. Suriye yanardağının içine girebilecek kabiliyetinin olması ve uluslararası çapta bir isim olması omuzlarına büyük umutların yüklenmesine neden oldu. Diyalog kurdu, manevralar yaptı, gerilimi azaltmaya gayret etti. Ancak hiçbir kazanım elde edemeden, hayal kırıklıklarıyla ayrılmak durumunda kaldı. Başlangıçta çatışmalar sadece Suriyeliler arasındaydı. Bugün olduğu gibi uluslararası müdahaleyi gerektirecek bir durum yoktu. Suriye devrimi, Arap Baharı’nın bir dalgası olarak, kalabalığın alkışları (halk rejimi devirmek istiyor) arasında barışçıl bir şekilde başladı.

Tunus’tan başlayan, Mısır halkının kitleleri arasında yayılan ve genç Libyalı kitleler tarafından tekrarlanan alkışlar… Rejim, Tunus ve Mısır cumhurbaşkanlarının düşüşünü gördükten sonra göstericilere ateş gücüyle karşılık vermeye karar verdi. Göstericiler silahlandılar ve rejimle çatışmaya girdiler, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un yanı sıra İranlı yetkililer tarafından da zaman zaman teyit edildiği gibi rejim, birkaç hafta içinde düşecek hale geldi. Suriye ordusundan büyük taburların devrimin saflarına katılarak iktidardaki siyasi figürlerin bölerek muhalefet kanadına geçmesinden sonra silahlı hareketlilik uluslararası bir boyut kazandı. Annan’ın göstergelerin ışığında hareket ettiği yön, Esed rejiminin alternatifinin doğduğu şeklindeydi. Zira Hüsnü Mübarek Mısır’da, Bin Ali Tunus’ta ve Kaddafi de Libya’da iktidarı bırakmıştı. Uluslararası alandaki yönelim de bu yöndeydi. Fakat İran ve Rusya’nın pozisyonu Esed rejiminin hayatta kalması yönünde ilerledi. Kofi Annan, Suriye krizine yönelik siyasi çözümün kilitlendiğini fark etti. Sessizce ayrıldı.

Sonrasında ise tecrübeli Cezayirli politikacı ve diplomat olan Lahdar İbrahimi devreye girdi. Bölgedeki krizleri takip etti ancak pek bir netice elde edemedi. Bu ismin seçilmesi daha ziyade Suriye’deki duruma dair tecrübesine, Arap kimliği ve ulusal mücadelenin tarihi hakkındaki bilgisine dayanıyordu. Suriye yanardağına yaklaşır yaklaşmaz, yerel ve uluslararası komplikasyonlar genişledi. Sivil siyasi muhalefet kanadı çeşitlendi, ülkedeki silahlı güçler her tarafa yayıldı. Bunların bir kısmı radikal unsurlardı, diğerleri ise etnik, mezhep merkezli ve bölgesel saiklerle hareket ediyorlardı. İran’ın Hizbullah tarafından desteklenen silahlı müdahalesi, askeri açıdan etkin bir gerçekliğe dönüştü. Uluslararası tutumlar birbirinden farklı çizgilere kaydı ve krize ek olarak negatif bir yük haline geldi.

İbrahimi baskı yapabilecek bir Arap gücü toplamak için çalıştı ancak iş çığırından çıktı ve ipler birbirine dolanmaya başladı. Çözümleri örmek daha da imkânsız hale geldi. Tecrübeli emektar Arap diplomat, elindeki söndürme aletleri yanardağın alevlerine yaklaşmaya imkân vermediğinden emin olur olmaz yanardağın kenarını terk etti.

Afrikalı-Ganalı uluslararası şahsiyet Kofi Annan ve Cezayirli Arap diplomat Lahdar İbrahimi’den sonra yangını söndürme görevi İtalya-İsveç kökenli Staffan de Mistura’ya verildi.

Kriz yanardağının kraterinden yükselen lavlar büyüdü ve püskürmesi hızlandı. Yerel ve uluslararası savaşlar artık yerde ve gökte sürüyor… İran, rejimin kuvvetleri ile beraber olmuş, tüm gücüyle mücadele ediyor. Rusya, Suriye rejimini savunmak için BM Konseyi’nde vetolarına devam ediyor ve sona ermeyen bir savaşa fiili olarak giriyor. Türkiye, Suriye topraklarındaki askeri ve siyasi varlığını gizlemiyor. Suriyeli “muhalefet” artık “muhalefetlere” dönüşmüş durumda. De Mistura, Cenevre’den başka yerlere seyahat edip durdu. Tarafları tek bir masa etrafında bir araya getirmeyi dahi başaramadı. Cenevre’den Astana’ya, oradan da Soçi’ye mekik dokuyordu. Sağırların iletişim çabalarına şahitlik yapıyor, Suriye yanardağını seyrediyordu. Rusya, Türkiye, İran ve Amerika bu yanardağın uluslararası lavları… Rejim ise sadece öfkeli, sessiz ve kafası karışmış bir şekilde bekliyordu. De Mistura şaşkınlık yaşıyor ve öylece bekliyor. Adeta şu şairin dediğini haklı çıkarıyor: Avcının önünde ceylanlar çoğaldı, hangisini avlayacağını bilmiyor. (şaşkınlıktan hiçbirini avlayamıyor) Soru şu: Yanardağdan püsküren kanlar ne zaman bitecek?

Yemen’de ise ülkeye giden ilk elçi, BM’de arabulucu olarak çalışan Faslı diplomat Cemal bin Ömer oldu. BM’de kendisini yakından tanıma fırsatı buldum. Sıra dışı, sakin bir kişiliğe sahiptir ve iyi bir dinleyicidir. BM Genel Kurulu’na başkanlık ettiğinde merhum Ali Türkî ile beraber çalıştı. Tutumları değerlendirme gücüne, tartışma ve diyaloglardan neticeler çıkarma yeteneğine sahipti. Bu yeteneğiyle Yemen’deki tarafları bir araya getirebileceği konusunda iyimserdim.

Yemen’in kendine özgü bir sosyal dokusu vardır. Kabile, aktif bir güçtür. Yıllarca süren komünist idareden sonra kuzey ile güneyin birleştirilmesi her ne kadar rasyonel görünse de Yemen’in geleneksel yapısına uygun değildi. Zira kan, gücü elde tutmanın tek vasıtası haline gelmişti. Kuzeyde el-Hamdi ve el-Gaşmi’nin iki lideri öldürüldü. Güneyde ise sol kanada mensup liderler mücadele halindeyken öldürüldüler. Kanlı suikastlar siyasi, askeri ve kabile çevrelerinden hiç eksik olmadı. Merhum Ali Abdullah Salih, Körfez girişimini kabul etti. İktidarı yardımcısı Abdurabbu Mansur el-Hadi’ye teslim etti. İkisi de Sana’ya döndü. Ancak iktidardan vazgeçen Başkan Salih, yılanların başında dans etmekten vazgeçmedi. Hatta buna bir de tangoyu ekleyerek bir dizi savaşın içerisine daldı. Koalisyon’a sırt çevirdi ve İran’ın silahlı aracı olan “Husilere” yanaştı. Başını yılanın ağzına doğru kaydırdı.

Elçi Cemal bin Ömer konuşabileceği bir muhatap bulamadı, ancak dağlarda ve toplantı masalarının etrafında kavga eden bir grup buldu. Barış, çözüm ve Yemen dışında bütün kelimeler mevcuttu. Cemal üzüntülü ve suskun bir şekilde geri dönmek durumunda kaldı.

Sonrasında ise Moritanyalı İsmail Veled eş-Şeyh getirildi. Kuzeyden güneye uçuşlar yaptı durdu ve taraflarla bir araya geldi. Husiler kendisini dünya tarafından tanınan bir hükümete karşı yanlı tutum sergilemekle suçladılar. O da umutsuzca ayrılıp gitti.

Libya’da ise BM’nin farklı bir girişimi vardı. Tunus ve Mısır’dan sonra Arap Baharı devriminin ortasında kalan üçüncü ülke Libya oldu. BM siyasi müdahaleden önce askeri olarak müdahale etti. BM, İsyancılar ve rejim arasındaki çatışmanın başladığı dönemlerde Ürdün eski Dışişleri Bakanı Abdulilah El Hatib’i gönderdi. Kendisi tanınmış bir siyasi karakterdi. Libya’yı erken bir dönemde bu krizden kurtarabilecek girişimlerde bulundu. Ancak kaçırılan fırsatlar Libya’nın yaşına denkti. O da üzüntülü bir şekilde ayrılıp gitti. Kendisi bir elçiden daha fazlasını yapmıştı. Yerine Lübnan eski bakanı Tarık Mıtri getirildi. Seçimler yoluyla demokratik girişimlerde bulundu. Ancak kurşun sandıkları seçim sandıklarından daha güçlüydü. O da ayrıldı, ancak susmadı. Libya’daki tecrübesi hakkında bir kitap yayınladı ve tecrübelerinden (Başkanlık Konseyi) siyasi bir gerçeklik çıkarmayı başardı. Şimdi ise dokuz üyeden oluşan bir konsey kuruldu. Soru şu: Bu Konsey çözüm için atılmış bir adım mı yoksa püsküren yanardağın etrafında dolanmak mıdır? Ateş dağının etrafını yıllarca dolaşan Alman Kobler geldiği gibi ayrıldı, çözüm ya da deva bulamadı. Ardından sakin, kültürlü ve tecrübeli bir Arap elçi olan Lübnanlı Dr. Gassan Selame geldi. Libya bölgeleri arasında dolaşıp durdu ve tarafları dinledi. Ancak fayda etmedi. Arap yanardağı lavlarını Suriye Yemen ve Libya’da durmadan savuruyor. Hepsinin ortak noktası bu kandan yanardağı söndürecek sihirli su değerinde bir ulusal iradenin yokluğudur. İç savaşlar, insanlık tarihinin dönüm noktalarıdır ve çatışmalar insan yaşamının parlak renkleridir. İrade, ulusal barışın gücünü ortaya çıkaran zorlayıcı bir kuvvettir. Kibir ise vatanı yok eden yanardağ lavlarının üreticisidir.