Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Yaptırımlar’ önemli ama daha önemlisi İran güçlerini Irak’tan ve Suriye’den çıkarmak | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

ABD’nin Pazartesi günü İran’a karşı uygulamaya koyduğu yaptırımların önemini ve ciddiyetini hafife almamakla beraber, şunu söyleyen bir kesimin olduğuna da bilmek gerekir: ‘ABD Başkanı Donald Trump iyi bilmelidir ki, İranlılar kolay kolay teslim olmayacaklardır, zira onlar 40 yılı aşkın bir süredir bu tip zorluklarla karşı karşıyalar ve artık bu kuşatılmışlık haline dayanmaya alışkındırlar.’

Tahran rejimi bu süre zarfında sadece dayanmakla kalmadılar, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi bazı Arap ülkelerinde askeri, politik ve ekonomik bakımdan nüfuzla arttırdı.

Şimdiki gibi bir Cumhuriyetçi Başkan’ın döneminde ABD’nin, 2003 yılında Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından sonra İran akınına karşı Irak’ın kapılarını açtığı bilinmekte.

George Bush (oğlu), Amerikan vesayeti altına giren bu Arap ülkesinde, İranlıların her istedikleri şeyi yapmalarına izin vermişti.

Buradaki durumun daha da kötüleşmesine, Cumhuriyetçilerden sonra gelen Demokratlar neden olmuşlardır.

Mollalar Mezopotamya diyarını adeta bir sömürge ülkesine dönüştürdüler. Buranın kapılarını Tahran ve Devrim Muhafızlarına açarak vesayet yönetimini bu topraklarda hâkim kıldılar.

Barack Obama, Humeyni ve Velayet-i Fakih rejiminin hayranıydı ve 20’den fazla ülkeye bölünmüş olan Arap durumunun aksine tek elden yönetilen bir rejimle daha kolay işbirliği yapılabileceğini düşündü.

Washington’un İran petrol ve bankacılık sektörlerine uyguladığı yaptırımlar son derece önemlidir. Fakat her halükarda, İran davranışını değiştirmezse, arzulanan netice elde edilmemiş olacaktır ve Donald Trump tarafından tehdit edildiği gibi, nihayetinde “ekonomik felaket” ile karşılaşacaktır.

Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin devrilmesinden sonra ortaya çıkan, diğer bir ifade ile 1979 Humeyni devriminin bir uzantısı olan bu devlet, tüm zorlu mücadelelere uyum sağlamaya alışmıştır.

Bunu da öncelikle, İran halkının temel ve zaruri taleplerinin pahasına, ikinci olarak da başka Irak olmak üzere komşu ülkelerin pahasına yapmaktadır.

Nuri Maliki’nin iktidarda olduğu dönemde, İran hazinesine 70 milyar dolardan fazla paranın gönderildiği söyleniyor. Buradaki sorun, yani Trump ve ABD’nin yaşadığı sorun, AB ülkelerinin dahi Washington’un kararını “üzüntü” ile karşıladıklarını ifade etmeleridir. Ancak Avrupalıların üzüntülerini ifade etmekten başka yapabilecekleri bir şeyin olmadığı da çok açıktır, çünkü Avrupalı şirketler, İran’a yapılacak yatırımlar için, Amerika’daki milyarlarca dolarlık yatırımlarını gözden çıkaramazlar, zira -en iyi ihtimalle- İran’daki yatırımları 3 milyar doları geçmemektedir. Bu da, ilgili Avrupa ülkelerinin, nihayetinde ekonomik çıkarlarının lehine bir tutum sergileyeceği anlamına gelir. Velayet-i Fakih rejimine bağımlı olarak hareket etmenin, yakın ve uzun vadede kesinkes kaybettireceğince dair yaygın bir kanaat var.

Avrupalılar için geçerli olan bu durum, Büyük olasılıkla, ABD ile büyük ekonomik çıkarları olan Çin için de geçerlidir. Eninde sonunda bu çıkarlarından yana tavır alacaktır.

İran’ın petrol ve bankacılık sektörlerine yönelik ABD yaptırımlarının ikinci aşaması yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Çin bunu dikkate almış olmalı ki, yaptırımlar yürürlüğe girmeden önce Çin bankalarının İranlı tüccarlar ve İran bankaları ile işbirliği yapmasını askıya almıştır.

Bu bağlamda, Arap “Ahvaz” muhalefet liderlerinden birinin Danimarka’da İran istihbarat birimleri tarafından hedef alınması, özellikle İskandinav ve Avrupa ülkelerinin tutumları üzerinde etkili olmuş, Amerikan hamlesini destekler bir pozisyon almalarına neden olmuştur.

Şüphesiz, Çin için geçerli olan şey, birçok Asya, Avrupa, Afrika ve Latin Amerika ülkesi için de geçerlidir, Devletler ve halkların da kendi çıkarları vardır. Bu ülkeler ve halkları, çıkarlarının İran’la beraber hareket etmekten geçmediğini çok iyi biliyorlar.

Bu yaptırımlar başarılı ve ciddiyetle uygulanırsa, İran’ın iflas etmiş bir devlet haline geleceği tahmin ediliyor.

Başta yanında yer alan ülkeler olmak üzere, İran’la beraber hareket eden ülkelerin de –ki aralarında bazı Arap ülkeleri de var- iflas edeceği öngörülüyor.

Rusya Federasyonu’na gelecek olursak, gerek Suriye krizi, gerekse Ortadoğu’ya dair birçok meselede İran’la müttefik olmalarından dolayı, çıkarlarını düşünerek İran’la süregelen ilişkilerini korumaya çabalıyor.

Aslında, İran devletine yeni ABD yaptırımlarının getirilmesinden önce bile bu konumu vurgulamaya başlamıştı. Ancak İran da çok iyi biliyor ki –boş tehditlerine kışkırtmalarına rağmen- Amerikalılar ve diğerlerine karşı yürüttüğü bu savaş, kendi açısından hiç de kolay olmayacak. Hatta diyebiliriz ki bedeli de çok ağır olacak ve sonuç itibariyle de kaybedilmiş bir savaş olacaktır.

Bu bağlamda söylenebilecek olan şu ki, bu boğucu siyasi ve ekonomik krizle zaten boğuşan İranlılar, kendilerince farklı bir argüman geliştirmeye çalıştırıyorlar ve şunu söylüyorlar: “İran devletinden çok daha küçük iki ülke -Küba ve Kuzey Kore- ABD’ye karşı koyabildiler ise bizler daha güçlü bir ülke olarak rahatlıkla karşı koyabiliriz.”

Fakat İranlıların hesaba katmadıkları şey, bugünün dünyasının dünden farklı olduğudur. Bu iki ülkenin jeopolitik konumu İran’dan farklıdır.

İran, birçok büyük ülkenin çıkarlarının kesiştiği iltihaplı bir bölgede bulunuyor. Batı ülkeleri ve ABD’ye giden petrol boru hatları İran’ın kontrol ettiği Babu’l-Mendeb üzerinden geçiyor.

Arap Körfezi’nin coğrafi yakınlığı da bu stratejik konumu daha da önemli kılmaktadır.

Tabii ki, İran rejiminin -en alt tabakasından en üst tabakasına kadar- yetkilileri, Amerika tarafından cendereye alındıklarını bildikleri halde, bu kritik aşamada dünyanın ABD’nin arkasında yekvücut olamayacağını söyleyerek kendi “halkını” ikna etmeye çalışıyorlar.

Ülkelerin birçoğunun, İran’la beraber hareket edeciğini, zira petrol silahını etkili bir şekilde kullanabileceklerini ve bu ülkelere cazip fiyatlarla petrol satabileceklerini ve bu alanda bilinen “takas” yöntemini kullanabilecekleri düşünüyorlar. Amerika’nın yaptırımları, ABD Doları’nın bu tür tali alışverişlerde kullanılmasını engelleyeceğinden dolayı takas yöntemini bir çıkış yolu olarak görüyorlar.

Bu yöntemleri kesinlikle gerçekleştirecekler. Zira birçok ülke İran petrolünü düşük ve cazip fiyatlarla alabilmek için bu yaptırımları delmeye çalışacaktır.

Şu anda ABD yaptırımlarının ilk aşamasına karşı koymak için “takas” yöntemi zaten kullanılmaktadır. İran’ın bu alanda gerçek başarılar kazanacağı kesindir, özellikle de askeri, siyasi ve mezhepsel genişlemesine dayandığı sürece… Bu genişleme, herhangi bir Arap ülkesinde veya herhangi bir İslam ülkesinde de olabilir, netice değişmeyecektir.

Her ne kadar Amerikalılar, yaptırımların sert ve ağır olacağına, İranlıları yıkıcı ve terörist faaliyetlerinden vazgeçmeye zorlayacak kadar caydırıcı ve yeterli olacağına inanmış olsalar da, İran, ABD’nin yaptırımlarının ikinci turu karşısında sınırlı bir süre dahi olsa dayanabilir. Ancak her şeye rağmen bu yaptırımlar işe yaramayabilir, zira halkının ıstırabı ile ilgilenmeyen otoriter rejimlerde bu türden araç ve yöntemler etkili olmayabilir. İran gibi rejimler, Ortadoğu’nun ötesine geçen, Arap ve Arap olmayan pek çok Afrika ülkesine uzanan genişlemeci hedeflerine ulaşmak için kendi halkının yarısının telef olmasını dahi umursamazlar.
Uzun bir tarihsel geçmişi olan bu baskıcı ve zorba rejimin, halkının taleplerini göz önünde bulundurarak, bu yaptırımlara boyun eğmesini ve teslim olmasını beklenmemelidir. Çünkü aslen bu rejim kendi halkını, bildiğimiz anlamda bir halk olarak görmemektedir. Onlar açısında bu halk, güdülmesi gereken sürülerdir ve ABD Başkanı Donald Trump’ın neden olduğu ekonomik felaketten daha fazlasını taşımak zorundalar. Safevi döneminde olduğu gibi ulaşılması gereken kutsal hedeflere varmak için bedeli ne olursa olsun ödenmelidir.

Bu nedenle, sonuçta, yaptırımların bu ikinci ayağına aynen birinci ayakta olduğu gibi bir şekilde karşı konacaktır. Yaptırımların sert olması bu gerçeği değiştirmeyecektir.

Her ne zaman İranlılar, hem askeri hem politik hem de mezhepsel “Milisleri”ni Irak’tan, Suriye’den, Lübnan’dan, Yemen’den ve Filistin’deki “ileri karakolu” olan ve Hamas’ın etkin olduğu Gazze’den çekilirse işte o zaman ciddi bir mesafe alınabilir.

Yeni öğün bu yaptırımlarının çok önemli olduğuna şüphe yok; ama en önemlisi, bu Arap ülkelerini İran etkisinden ve İran hegemonyasından kurtarmaktır. Belki de burada üzerinde önemle durdurulması gereken şey, İran’ın Devrim Muhafızları komutanı Muhammed Ali Caferi’nin yaptığı şu kışkırtıcı konuşmadır:” Bu Arap ülkesindeki üç önemli makam (Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı) İran kampının bir parçası haline gelmiştir.”