Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Yaptırımların ve Devrim Muhafızları’nın kıskacı arasında İran halkı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Devrimlerin yönetim sistemlerine dönüşmesi zor ayrıca içeride kendi halkıyla dışarıda ise komşularıyla çatışmaktan vazgeçmesi, hele ki imar sürecine başlaması ve geçmişin mirası ve nefretiyle ilgilenmek yerine okul, hastane, ekonomi ve geleceğe yönelik projelerle ilgilenmesi çok daha zor!

Humeyni’nin öncülük ettiği İran devriminin üzerinden 40 yıl geçti. Uzun yılların geçmesine rağmen hem İranlılar hem de çevre ülkelerdeki halk için rahatlık ve güvenlik gerçekleşmedi. Devrimler, sloganlar ve savaşlar ihraç edildi. Milisler, bir ülkeden diğerine genişleme ve rejimleri parçalama projelerini taşıdı.

Tahran’da son günlerde İranlı vatandaşların, ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından İran sokaklarına yayılan endişelerden dolayı ülkelerini terk edip yaşamaya uygun ve kendilerini karşılamaya hazır başka bir ülkeye gitmek istediklerini söylediklerini ekranlar vasıtasıyla duyduk.

İran halkının ülkesini içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için şansını denemediğini söylemek mümkün değildir. Yurtiçinde siyasi değişim konusunda pek çok girişim meydana geldi. Birçok lider, açılım ve değişim düşüncesini taşıyarak ileri atıldı. Hepimiz onların nasıl bittiğini biliyoruz. Aynı durum, İran’la normal ilişkiler kurmaya çalışan komşu ülkelerin de başına geldi. Bu girişimler, devrimcilerin söz konusu ülkelerin içişlerine müdahale etmeyi araştırmaları konusunda kapıyı daha fazla araladı. Devrimciler, açılımın İranlı liderler için bir zayıflık ve perişanlık göstergesi olduğunu zannetti.

Başkan Barack Obama’nın öncülüğünde nükleer anlaşma aracılığıyla İran’la normalleşmeye yönelik yapılan uluslararası girişim, bölge ve dünya devletleriyle ilişkilerinde “normal” bir devlete dönüşmesi için İran’a fırsat sağlayacağı düşünülüyordu. Aslında bu anlaşma, Başkan Donald Trump’ın söz konusu ittifaktan çekilmeye ve Tahran’a yaptırımları yeniden getirmeye karar vermesinden dolayı başarısız olmadı. Bu anlaşma, bundan uzun süre önce başarısız olmuştu. Çünkü nükleer anlaşma, başta Obama olmak üzere Batılı yetkililerin zihinlerindeki amacı gerçekleştirmekte aciz kaldı. Devletler, uluslararası düzlemde eşitlik ve karşılıklı çıkar ilişkisi kapsamında ve yurtiçinde de halkıyla eşit görevler ve haklar temelinde işbirliği yapar. Açıkçası nükleer anlaşma, İran’ı çevresiyle bu şekilde işbirliği yapmaya ikna edemedi.

Tabi Batılı devletleri İranlı liderlerle yan yana getiren temel faktör, İran’ın nükleer programıdır. Amaç, nükleer programı makul ve barışçıl bir sınırda uluslararası denetim altında tutmak, İran ekonomisini yaptırımların etkisinden kurtarmak ve İran petrolünün küresel piyasaya yeniden sürülmesine izin vermekti. Tüm bunlar, anlaşmaya vardıktan sonra “ılımlı” hareketin liderlerini desteklemenin ve “yeni bir İran” inşa etmenin garantisi olacaktı. Yeni İran, zamanla dünyaya daha fazla açılacak, çevresiyle ve komşularıyla ilişkilerde daha fazla gerçekçi ve daha az saldırgan olacaktı.

Tabi Batı’nın bu isteği, anlaşmanın maddeleri içerisinde yer almadı. Aksine bu beklenti, 4 Batılı devletin kendisiyle müzakere yapan tarafın yani Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif’in temsilciliğinde İran’daki “ılımlı” kanadın başarılı olması düşüncesine dayanıyordu. Bu ekibin anlaşmayı yapması, İran içerisinde işlerini kolaylaştıracağı ve engeller karşısında halk tabanını genişleteceği varsayılıyordu. Söz konusu ekibin karşısına bu engelleri, Dini Lider Ali Hamaney’in gözetiminde Devrim Muhafızları getirdi.

Ancak radikal hareketin liderleri, Ruhani ve Zarif’in oynadığı rolün amacının yeni temeller üzerinde rejimi yeniden canlandırıp açılım yapmasına izin vermek değil de rejimi çökmekten kurtarmak olduğunu düşünüyorlardı. Açıkçası Ruhani ve Dışişleri Bakanı, bir araç olarak kullanıldı. Ali Laricani ve Kasım Süleymani, müzakere görevini yapmak için kabul edilmediği ve istenmediği sürece, bu görev asıl liderler iktidarda kaldığı müddetçe varsın muhatabınız Ruhani ve Zarif’in olsun.

Bölgesel düzlemde ise İran’ın rolü, Devrim Muhafızları aracılığıyla dış müdahaleler şeklinde devam etti. Beşşar Esed rejimini desteklemek için İran’ın Suriye’deki müdahalesi, ister terörle mücadele etmek isterse “direniş” projesini hedef alan komploya karşı koymak bahanesiyle olsun 2015 yılındaki anlaşmadan sonra daha da arttı. Aynı şekilde İran’ın bu rolü, Lübnan ve Irak’ta da genişledi. İran’ın Yemen’deki rolü ise, Husilere yönelik açıktan ve doğrudan bir desteğe dönüştü. İran rejimi, tüm bunları nükleer anlaşma adı altında Batı’nın bölgedeki faaliyetlerine göz yummasından yararlanarak gerçekleştirdi.

İran’da ekonomik çıkarlarına dikkat eden üç Avrupa ülkesinin(İngiltere, Fransa ve Almanya) nükleer anlaşmayı yeniden aktif hale getirmeye yönelik girişimlerine rağmen şu an bu anlaşmanın bozulma beklentileriyle birlikte İran’da devrim anahtarlarını elinde tutanların yurtiçinde daha radikal ve yurtdışında da daha saldırgan bir hale geleceklerini söylemek mümkün. Bunlar, kendilerine karşı alınan her kararı, komplo projesi olarak değerlendiriyor. Son zamanlardaki gelişmeler, İran’ın anlaşmanın iptal edilmesine Suriye’deki Devrim Muhafızlarının operasyonlarını artırarak ve İsrail’e karşı Golan cephesi üzerinden çatışmanın şiddetini yükselterek yanıt vereceğini gösterdi. Ayrıca İranlılar, Lübnan ve Irak’a uzanan kolları vasıtasıyla parlamento seçimlerinden yararlanarak siyasi meşruiyet kazanmak için bu iki ülkede yönetim kurumları üzerindeki hâkimiyetini artırmaya çalıştı. Lübnan’da Hizbullah, kendi egemenliğindeki bölgelerde tüm muhalif sesleri engelledikten sonra yeni parlamentoda Şii sandalyelerin ezici çoğunluğuna hâkim olarak büyük bir başarı elde etti. Aynı durum, Irak’ta da cereyan ediyor. Şöyle ki İran, Haşdi Şabi gruplarından birisi olan Bedir Örgütü’nün lideri Hadi el-Amiri’yi Başbakan Haydar İbadi’ye karşı yarın başlayacak mücadeleye katılmak için sloganı “Fetih Koalisyonu” olan bir ittifak oluşturmaya yönlendirdi.

Buna rağmen Tahran, kendisinin şu an zor bir durumda olduğunu düşünüyor. Ali Hamaney, ABD’nin çekilmesi halinde anlaşmayı yakmakla tehdit etmesine rağmen Tahran, nükleer anlaşmadan çıkamaz. Ayrıca İran, anlaşmaya en fazla bağlı kalan taraf şeklinde görünmemek için anlaşmayı savunmaya devam etmekte zorlanıyor. İran cumhurbaşkanı, anlaşmayı kurtarmak için Avrupalı devletlerin önünde “sınırlı bir fırsat” olduğunu belirtti. Ruhani, nükleer anlaşmanın iptal edilmesinin cumhurbaşkanlığı görevine geldiğinden beri savunduğu projenin ve dolayısıyla da kendisinin siyasi sonu anlamına geldiğini biliyor. Ancak Ruhani, Batı’nın İran düşmanlığı nedeniyle baştan beri nükleer anlaşma konusunda ikna olmadığını belirtmeye başlayan dini liderin baskılarına ve kararlarına boyun eğmiş durumda. Nitekim Hamaney, Avrupalı hükümetlerin niyetlerinden, Ruhani ve hükümetinin Avrupalı hükümetlerden anlaşmaya devam etmek için “teminat” almalarını istemelerinden şüpheleniyordu.

Hem İran hem de bölge için tehlikeli sonuçları olacak bu açık çatışmanın tek kurbanı, yaptırımların ve Devrim Muhafızlarının kıskacı arasında bulunan İran halkıdır. Ancak bir yerlerden akil birisi çıkıp bu süreci güzel bir şekilde yönetirse o zaman durum değişir. Fakat maceraperestlerin arzularının hâkim olduğu bu tür bir çatışmada akil şahsiyetleri nereden getireceksiniz?