Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Yemen’de tünelin sonu göründü mü? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kişilerin Ali Abdullah Salih’in karakteri ve onun tecrübeleri hakkındaki görüşlerine bakılmaksızın, gözlemciler olarak, bu sabahın “Şii Hilali” Projesi savunucuları için mutlu bir sabah olmadığını söyleyebiliriz.

Yemenliler, kabile, bölgesel ve mezhepsel ayrışmalarına rağmen, İran Devrim Muhafızlarının birkaç yıl önce Yemen’e dayatmak istediği Husi alternatifini yeterince gördüklerine karar verdiler.

Seyf b. Ziyezen sizlere teşekkür ediyor… Hediye teşekkür ile geri döndü. Burada Habeş tehlikesi yoktur. Ne Ebrehe ne Eryata … Ne de Haile Selassie bu sefer.

Yemen konusu hiç şüphesiz çetrefilli bir konudur. Diğer boyutları göz ardı edip sadece bir boyuta odaklanarak bu konuyu ele almak, amaca hizmet etmez ve etkili çözümler sunmaz. Dahası, Yemen halkı ayaklanmasını izleyen son yıllar, çoğu kimseye farklı ve yeni bir “Yemen” hayal etme – bu onların hakkı – iznini verdi.

Yemenliler, diğer tüm Arap halkları gibi ilerleme, gelişme ve açılım talep etme hakkına sahiptir. Bazı güçler, iç organizasyonları ya da gelgit türünden dahi olsa dış destekleri ve bazı durumlarda halk ayaklanmalarının “esir aldığı” yerler olması nedeniyle başarılı olmasına karşın, birçok faktör, ayaklananlar ve kendisine karşı direnilen kesimi çetin bir imtihanla karşı karşıya bıraktı.

Sonuç olarak, Körfez ve uluslararası girişimlere paralel olarak, bölünmüşlüğün devam etmesi isteğinin ve mezhep afeti üzerine oynanan bölgesel planın ortaya çıkmasıyla birlikte, bu girişim Yemenlilerin bizzat kendilerinden geldi… Diğer bir ifadeyle kimliğini korumada birinci derece hak sahibi olanlardan.

Doğrudur, Yemen’i veya başka bir Arap ülkesini, Araplara ve ulusal varlıklarının birliğine saldırmak için bir üs haline getirmek kabul edilebilir bir şey değildir, ancak sonuç itibariyle Yemen’de yaşananlardan doğrudan etkilenenler bizzat Yemen halkının kendisidir. Dün, Yemenliler harekete geçti ve bu anormal durumu sona erdirmek için kaderlerinin ve ulusal kimliklerinin kabileler, askeri ve siyasi örgütler eliyle ellerinden alınmasını reddettiler… Ve Yemen’in ve bölgenin tarihine yabancı Husi hareketi ile Tahran’ın amaçlarına son verdiler.

2011’in başlarında, “Arap Baharı” olarak adlandırılan değişim hareketinin ritmi sokaklarda ve meydanlarda köpürmeye başladığında…

Politikacılar ve yorumcular, bir şeylerde yolun sonuna gelindiğine dair işaretler olmasına rağmen, olanları ve olacakları değerlendirmekte ihtilafa düştüler.

Bazılarına göre bu durum tıkanmış ve bezmiş olan bir halkın Deşarj olmasıydı. Cumhuriyet yönetimi mi yoksa saltanat rejimi mi olduğu belli olmayan iktidarlar karşısında halkın sabrının taşması olarak görenler de olmuştur. Çoğunluğu belli bir olgunluğa ulaşamayan -yaşları geçmesine rağmen- idealleşen romantik partiler ile yöneten seçkinler tarafından üretilmiş rejimler arasında kalmış halklar… Askeri veya mezhepsel – askeri ya da kabile – askeri ya da güvenlik – gibi farklı isimler altında ortaya çıkmış rejimler… Ancak hiçbirinin çağın getirdiği şartlarla alakası yoktu. Bütün bu yaşananların arka planında, ciddi ekonomik, çevresel, gelişimsel, demografik ve politik krizler vardı. Ancak seçkin yöneticiler bırakın gerekli önlemleri almayı bunu anlayabilecek durumda dahi değillerdi.

Hızlı nüfus artışı, çölleşme, çarpık kentleşme, açık ve gizli işsizlik, seçkin okuryazar elitin cahilliği ve küreselleşmenin getirdiği tehditler gibi kritik zorlukların boyutlarını nasıl anlayabilirlerdi? Ya da toplam nüfusun yüzde 70’inden fazlasını oluşturan nesiller ile ciddi diyaloğun önemini anlamaları elbette beklenemez…

İletişim devrimi sayesinde, ideolojik-fikri alternatif yokluğunda yenilmiş ve karamsarlığa düşmüş Arap dünyasının dışına çıkıp her gün gerçekleri gören ve hayaller kuranları anlayabilirler mi? Ya da iç bölünme ve harici yetersizlikten dolayı geleceklerinden endişe duyan gençler için ikna edici önlemler sunabilirler mi? Zira artık “ulusal birlik” ve “tarihsel kahramanlık” sloganları – çoğu da şüpheli – onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Bu arada komşu bölgesel güçler ilerlemeye devam ediyor. Hayalleri ve elde edilmiş hakları yok edecek imparatorlukların ihtişamını tekrar elde etmek veya kalıcı bir işgal kurmak istiyorlar.

Bu durumda bir hayal kırıklığı ve huzursuzluk halinin olması çok doğaldı. Şikâyet edilen şeylerle sebepleri hakkında fikir birliği olması kadar normal bir şey olamazdı… Ancak çözümler üzerinde fikir birliği bulunmamaktadır.

Tunus, Mısır, Suriye, Yemen, Libya ve diğer ülkelerde harekete geçen gençler, güzel bir yaşama sahip olma haklarına olan inançlarıyla silahlanmışlardı ve ne isteyip istemediklerini de çok iyi biliyorlardı. Öte yandan sivil toplumlardaki yöneticileri, bunların her zaman güdülmeye ve yönlendirmeye ihtiyaç duyduklarını ve onların çıkarlarına olan şeyleri kendilerinin daha iyi bildiklerini bu gençlere hissettirmişlerdi… Ancak önlerine herhangi bir çözüm koymadılar.

Böylece, intifada patlak verdikten ve farklı farklı reaksiyonlardan sonra, ilgili tüm ülkelerde göze çarpan bir ayrışma meydana geldi. “Derin devlet” in, sivil toplumların ve güçlü kurumların bulunduğu Tunus ve Mısır’da değişim nispeten düzgündü. Nitekim, intifada öncesi güçler intifada’nın “travmasına” karşılayabildiler ve alternatif güçlerin inisiyatif alma ve halk konsensüsünü yerine getirmeyi başaramaması üzerine, kendilerini yeni duruma kolayca adapte ettiler.

“Suriye’deki durumun” çıkmaza girmesinde Yakın Doğu’daki “Şark Meselesi” nin ve jeopolitik “deprem hattı” nın bir parçası olmasının etkisi olsa da, Libya ve Yemen’deki kabile, bölgesel ve hizipçilik yapıları sosyal dokuyu parçalara ayırmakla tehdit ediyordu.

Suriye’de ve Suriye’ye karşı, halk ayaklanmasını kışkırtmak için çeşitli kritik unsurlar önemli rol oynamıştır. Bu faktörlerin en belirgin olanı, uzun süredir bölgesel müdahaleler ve dış korumanın bahanesi olarak görülen dini-mezhep-etnik yapıdır. Suriye ayrıca İsrail, İran ve Türkiye’nin “hırsları” nın ve onların arkasındaki Amerika ve Rusya’nın stratejik hesapları arasında önemli bir kesişme noktasıdır.

Libya’da, terörizm fenomenleri ve bunu Avrupa’nın kullanmasından kaynaklanan uluslararası boyutta ağırlaşan gerçek bir iç kriz var.

Yemen’e gelince…

Burada İran’ın Yemen’de ve Arap Yarımada’sında genel olarak planladığı karmaşa olmasaydı durum bir süre istikrarlı kalabilirdi. Eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, bir süre için, güneybatıdaki bazı bölgelerde kabile çatışmalarını ortadan kaldırmayı ve El-Kaide ile başa çıkmayı başarabildiği gibi Husi olgusunu da istediği gibi kontrol edebilirdi. Ancak, Salih -taraftarları ve muhalifleriyle- ve Körfez ülkeleri, Husi olgusunun sadece “Hamaney” in bu bölgede oynamak istediği rolü oynayan “beşinci tabur” dan başka bir şey olmadığını fark edince her şey değişti.

Bu gerçeği çoğu insan geç anlamış olabilir… Fakat bu rolün açıklaması bizzat İran Devrim Muhafızları’ndan geldi.