Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Yeni bir Arap sisteminden ne zaman bahsedebiliriz? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Yazının başlığını ben koymadım. Bu, meşhur Amerikalı siyaset yazarı Marc Lynch’in ‘Amerikan Dışişleri’ adlı derginin son sayısında (Eylül-Ekim 2018) ortaya attığı bir soru. Okuyucu, yazarın sorduğu bu soruya cevap bulmaya çalıştığı zannına kapılmasın. O kendisini, Abdunnasır ve Kral Faysal zamanındaki Arapların durumu (Malolm Kerr’in tabiriyle ya da kitabının başlığına göre Arap Soğuk Savaşı zamanı) ile bu iki adamın vefatından sonra Suriye, Irak ve Mısır’ın yükseldiği zamanı karşılaştırmaya vermiş.

Tabi makalenin ilk bölümünde Arap Baharı hüsranını ele almış. Yazar, iki dönem arasını (1975-2011) ele alırken ise Cemal Abdunnasır’ın mirasını almak isteyen söz konusu üç Arap ülkesinin kaderini takip etmekle meşgul. Mısır, İsrail ile uzlaşmak suretiyle önce denklemden çıkmış, ardından da içe kapanmış. Irak da İran ve Kuveyt’e karşı başlattığı iki savaştan çıkmış ve sonra sırasıyla Amerikan kuşatması, Amerikan işgali ve İran ile Amerika’nın ülkeyi bölüşmesi ile yüzleşmiş. Suriye ise rejim ile halkı arasındaki çekişmeden, Rusya ve İran’ın yarım milyonunun kurban gittiği ve içeride dışarıda 10 milyonunun da sürgün düştüğü halkına bizzat yardım etmesi arasında parçalara ayrılmış. Libya’da da makul bir seyir takip eden iki yılın ardından silahlılar anayasacılara üstün gelmiş.

Amerikalı yazarın vardığı sonuç şu: Şimdi ve yakın gelecekte yeni bir Arap düzeninden bahsetmek mümkün değil. Çünkü iki büyük uluslararası taraf olan Amerika ve Rusya, birçok bölgede stratejik karar mekanizmasını üzerine almış. Çünkü İran, başarısızlığın kıyılarında dolaşan Lübnan, Irak ve Suriye gibi pek çok devletin kaderine hükmediyormuş.

Gelin başarısız Arap ülkeleri konusundaki çelişkiye bakalım: Lübnan, halkı için elektrik temin edemiyor. Yakın bir zamana kadar elektriği Suriye’den alıyordu. Şimdi ise jeneratörlere ve kıyılarında demirleyen Türk gemilerine bağımlı! Birkaç gün önce Cezayir’de kolera salgını olduğuna ve Basra’nın içme suyu ve sulama eksikliği yaşadığına dair haberler geldi. Basra, Irak’ın Şattülarap denizinde bulunan ve petrol kuyularının en büyük kısmının yer aldığı antik kent. Onun sorunu da Cezayir’inki ile aynı!

Bu kapsamlı derdin sebep olduğu musibetleri ve çöküşleri saymaya devam edelim mi? Bunun Arap sitemindeki ‘dönüşümleri’ ve başarısızlıkları anlamaya bir faydası olsaydı söz konusu takip yerinde olurdu. Ancak hepimiz biliyoruz ki Arap ulusal devletlerin yapısındaki sorunlar ve başarısızlıklar, yaklaşık on yıldır ortada. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı merhum Suud Faysal, bu huzursuzluk halini bekliyordu. Hatta şu an yıkık bir halde olan Libya’nın Sirte kentinde 2010 yılında düzenlenen Arap Zirvesi’nde de önce bölgesel ardından uluslararası müdahalelerin sebep olduğu ‘stratejik boşluk’tan bahsetmişti. Faysal, zamanında Ramallah ve Gazze arasındaki Filistin ayrışmasını, İran’ın Gazze’deki etkinliğini ve Irak ve Lübnan’ın iliklerine kadar sızdığını fark etmişti. O zamanlar Amerika’nın tükenmiş Irak’tan çekileceği çokça konuşuluyordu. Ancak Faysal, tabiatın boşluk kabul etmeyeceğini de biliyordu. Yani Amerika gerçekten çekilse de onun yerini Rusya veya başka büyük bir devlet alacaktı. Nitekim bugün ABD’nin gerek DEAŞ gerek ‘Irak, tek başına İran’a kalmasın’ bahanesiyle tekrar Irak’a döndüğünü görüyoruz. Öte yandan İranlı General Kasım Süleymani, Putin’in Suriye’ye müdahale etmeye ikna olduğunu iddia ediyor. Bu boşluk mantığı, İran’ı boğan ve İsrail’in ekmeğine yağ süren Rus müdahalesine yol açıyor.

Şu an Arap güvenlik sisteminin çatlamasının temelinde yatan üç büyük sorunumuz var: Bunlardan İlki toplumlar ve ülkelerde içerde yaşanan başıbozukluklardan ve kalkınma politikasının olmamasından kaynaklanan yapısal zaaf. İkincisi bölgesel ve uluslararası müdahaleler. Üçüncüsü ise içerileri kargaşadan koruyabilecek, istikrarın sağlanması için uluslararası sistemler ve onların büyük güçleri ile müzakere edebilecek ve nihayet bölgesel güçlerin, birkaç Arap ülkesini ordular ve kiralık milisler tarafından işgal edilen etkinlik noktalarına çevirmesini engelleyebilecek bir Arap ekseninin olmayışı.

Başıbozukluk ve kalkınma siyasetinin yokluğu, şiddet yanlısı fanatizmin en büyük sebeplerinden ikisi. Suriye’nin 70’lerden bu yana ‘köylü kovucusu’ haline geldiğini unutmamamız gerekir. 90’larda Küçük Lübnan’daki Suriyeli istihdamı, tercihli bir şekilde milyonu aştı. Bir milyon da Ürdün’de var. Bundan dolayı 2011 yılındaki ayaklanma hareketi başladığında onların isyan etmesi işten bile olmadı. Olaylarda bu insanların nasıl kullanıldığı artık herkesin malumudur. Hizbullah ve Suriye istihbaratının DEAŞ ile bağlantısını olduğuna inanmıyorduk. Ta ki 2013 yılında Lübnan’a girip 2017’ye kadar çıkmadıklarını görene kadar. Yayan gelmişlerdi ama ‘cihatçı’ görevleri bittiğinde klimalı otobüslerle çıkış yaptılar!

Yazar Deborah Amos, Iraklı Sünnilerin akıbeti hakkındaki kitabında çoğu köylü 3 milyon Sünni nüfusun halkını kovan Suriye’ye göç ettiklerinden bahsediyor. Zira Amerikan işgalinden sonra yaşanan kargaşa ortamında yaşamak onlar için imkânsız hale gelmiş. Zaten öncesinde de yaklaşık on beş yıldır kanlı bir kuşatma hüküm sürüyordu.

İşte ülkeler bu şekilde başarısız oluyor. Bir yandan şiddet yanlısı zulüm sebebiyle diğer yandan kalkınmanın olmayışı ve tarım sektörünün yerle bir oluşundan ötürü. Zulüm, kalkınma ve göçten bahsedilince neden konudan sapılıyor? Toplumsal ve siyasi istikrarı geri getirebilecek olan Arap ekseninin herhangi bir politikası ulusal devletin toplumsal ve siyasi yapısının yeniden sağlığına kavuşmasına dayalı da ondan. Siyasi ve ekonomik idaredeki başarısızlık, şiddet ve huzursuzluk üretiyor.

İstikrar ve doğu bölgesindeki ulusal devlet adına başka bir gelecek tasavvuru için bir Arap ekseninden bahsederken Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt, Mısır ve Ürdün’ü kastediyoruz. Bu ülkeler, yetenekleri konusunda birbirlerinden oldukça farklı. Ancak etraflarını kuşatan huzursuzluk yıllarında işbirliği ve dayanışma sergilediler. İran’ın müdahalesi ve uluslararası güçlerin tepkisizliği sebebiyle kan kaybını durdurmada her zaman başarılı olamasalar da huzursuzluğun önünü almak veya şiddetini azaltmak için farklı tarzlarla olaya müdahale ettiler.

Birçok uzman ve siyasetçiye göre Arapların Yemen’e müdahalesi artık ötelenemez bir durumdu. Zira aksi halde tüm Körfez’in güvenliği tehdit altında olacak, tutunma ve çıkış olanakları için geride kalanları da kaybedecektik. Yemen için gerekli olan bu modelin farklı tarzlarda da olsa bir benzerinin Libya için de söz konusu olması gerekiyor. Körfezliler, Bahreyn ve Ürdün’ü kurtardılar. Şimdi de Libya’yı kurtarmak için çaba göstermeleri gerek. Bir veya iki modeldeki başarı, kalkınmada olduğu gibi güvenlik alanında da Suriye ve Lübnan için ümit vaat edebilir.

Amerikalı yazar her ne kadar yeni bir Arap sisteminin yol işaretlerini kargaşa ve dış müdahalelerin büyüklüğü sebebiyle açıklayamadıysa da Arapların kendileri ve komşuları için vizyonu, umutları ve bağlılığı, her koşulda uygun bir tarzla olaya müdahale etmesini gerektirir. Bir hayatımız, daha iyi bir yaşamımız olsun diye…