Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Evimizde yaşayan ölüler | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Alex Haley, “Kökler” romanını 1976’da yayınladığında gördüğü büyük ilgi karşısında şaşkınlık yaşadı.

ABD’deki siyahların yaşadığı trajedi ve sıkıntıların can yakıcı tasvirleri, doğrudan ve belirli bir suçlamayı içermekteydi.

Suçlamanın ana teması ise toplumun ve Amerikan devletinin, tarihin ayıbından kurtulmak için gerekli önlemleri alması gerektiğiydi.

Haley, ünlü sivil hakları savunucusu Malcolm X’in konumundan etkilenmiştir; Bunun da ana teması; “bugünle barışmak için tarihimizi bilmemize ihtiyaç vardır.” Geçmişin hayalleri ve üzüntüleri, şüphe ve endişe kaynağı olarak miras kalan hususlar bize yakışır bir hayat kurmamıza yardım etmediği gibi güç ve kudretimizi yansıtan bir gelecek inşa etmemize de yardımcı olmuyor. O acılarla dolu tarihi bilmeli ve sonra da bunları aşmalıyız.

“Kökler” romanı hayali bir senaryo değildir, gerçek bir tarihe dayanmaktadır. Haley öncelikle günlüklerini toplamış ve bunları Kunta Kinte’nin kişisel biyografisi olarak sunmuştur. Bu genç 1776’da Batı Afrika sahilindeki köyünden köle tüccarları tarafından kaçırılır, Maryland’daki bir Amerikalı çiftçiye satılır, sonra da kızı başka birine satılır. Alex Haley onun torunlarından biridir.

Roman yaklaşık 6 milyon satış yaptı ve 35 ana dile çevrildi. Ayrıca, dünya çapında milyonların seyrettiği bir televizyon dizisine dönüştürülmüştür. O yıllarda, birçok eleştirmen şunu merak etti: İnsanları tarihe geri dönmeye hevesli kılan şey nedir? Bunun nedeni, insanlığın geçmişin karanlıklarını aşmayı başardığı duygusunun keyfini çıkarmamız mıdır yoksa eski dönüşümlerini arayarak kendimizi tanımlamaya mı çalışıyoruz?

Bu soru Arap toplumunda daha önemlidir, çünkü açıkça söylemek gerekirse tarih ile kültürel bir tecrübe olarak uğraşmamaktayız.

Tarihimiz günlük hayatımızın bir parçasıdır, kendimiz ve yaşadığımız dünyanın vizyonunu şekillendirmeye büyük katkıda bulunur. Bir arkadaşım, “Tarihle olan ilişkimiz, bilmekten daha öte bir anlam taşıyor. Atalarımızın cesetlerini omuzlarımızda taşıyoruz. Onunla yaşıyoruz ve onu dinliyor ve bazen onunla konuşuyoruz ” derdi.

Sanırım, tarihe olan özlem, dört güdünün birinden etkileniyor. Bazı insanlar tarihi geçmişlerine müzeleri ziyaret eder gibi giderler. Amaçları sadece bilgi elde etmek ya da alışık olduklarından farklı bir hayat deneyimini yaşamaktır. Kimileri de mevcut sorunlardan kurtulma arayışıyla tarihe giderler, fakat bu sorunların kökleri geçmişe uzanmaktadır. Örneğin Ermenilerin, 1915’te Osmanlılar tarafından yapıldığı söylenen soykırım için Türk hükümetinden, özür dilemesini talep etmesi ve Cezayir ve Afrika ülkelerinin, Fransız hükümetinden, sömürge döneminde işlenen zulümlerden ötürü özür dilemesi talebi gibi. Bunlar, zalim ile mazlumlar arasında bir tür ahlaki uzlaşı oluşturan bir özür sayesinde dramatik anılarının hatıralarından kurtulmak istiyorlar. Bazıları da tarihe gitmekle, mevcut siyasi çatışmalarda kullanılabilecek bir kimliğin “yeniden inşa edilmesi” çabası içerisine giriyorlar.

Benedict Anderson’ın “Hayali Toplumlar” adlı referans kitabında sunduğu derin analize göre, bu yaklaşım ümmet kavramı ve evrensel kimlik için esastır. Son olarak bazıları tarihe, günümüz zorluklarıyla baş etmedeki yetersizliklerini ikrar etmekten kaçmak için gidiyorlar veya o kişi kendini günümüz dünyasından tamamen kopartacak derecede geçmişin kültürüne batmış durumdadır. Dolayısıyla ölenlerle temas kurma tek teselli kaynağını oluşturuyor. Böylece onların tarihlerini yaşıyor, onların diliyle konuşuyor, kıssalarını tekrar yaşıyor ve kostümlerini giyiyor.

Bazılarımız dört güdüden en az birini kendi şahsında tecrübe etmiş veya bu tecrübeyi edinmiş kimselerden öğrenmiş olmalıdır.

Her halükarda, geçmiş ile şimdiki arasındaki ilişkide, özü itibariyle, şu sorunun yerli yerine oturması gerekir:

Kim kime hükmediyor?

Tarihimizle olan ilişkilerimizde hükmeden konumda mıyız, yoksa, tarihe boyun mu eğiyoruz?