Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ortadoğu’da ‘büyük bir söylem’ var mı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Küçük toplumlar ve daha büyük topluluklar, daima büyük idealler içeren söylemlere ihtiyaç duyarlar. Genelde “ideal gelecek söylemi”, devam etmek, ilerlemek ve mevcut olmak için topluma, bölgeye ve dünyaya bir sebep sunan sağlam fikirleri içerir. Genellikle bu yaygın “anlatı”, gelişmeye sevk eden veya en azından doğaya üstün gelmek için insanın mücadele hikâyesini yansıtan dünyevi bir söylemdir. Toplumları başarı ve gelişme dünyasına sevk eden dünyevi bir anlatının yokluğunda bireyler ve toplumlar, anlaşılmayan ya da üstesinden gelinmesi zor olan dünyevi olguları açıklamak için metafiziksel bir söyleme ve bazen de hileye başvuruyorlar.

Sömürgecilik sonrası süreçte 50’li ve 60’lar “büyük söylem”, üçüncü dünya ülkelerindeki özgürleşme hareketlerini destekleme ve Arap Birliği idealiydi. Nasırcılık ideolojisinin hezimete uğramasından sonra Arap ve İslam Ortadoğusu, Sünni İslami hareketlerin ortaya çıkmasına ve İran’da Şii dini devrimine neden olan metafiziksel düşünme sürecine girdi.

Bu söylem, Kapitalist ve Sosyalist rekabet döneminde yaygınlaştı. Belki de Kapitalizm ve Sosyalizm payandalarına dayanmaya devam etti. Komünizm’in çökmesiyle birlikte Sosyalizm’e dayanan İslami projenin hâkim söylemi de idealleriyle birlikte çöktü. İslamcı proje yapıbozuma uğrayarak dağılma sürecine girdi. İslamcılık söylemi, kendisini küçük cihatçı örgütler gibi daha ufak hareketlere ve El Kaide gibi “Küresel Cihatçı” hareketlere, DEAŞ’a ve Ensar Beyt el-Makdis’e bıraktı. Bu proje bile alevini kaybederek içine kapandı.

Bölgede bir çeşit kabile ve mezhep kollarıyla devam eden bu söylem, neredeyse Afrika ve Doğu Avrupa gibi yerlerde küçük kimliklerin geçtiği noktalardan geçecekti. Şöyle ki bu söylem, mezhep düzleminde din ve mezhep; kabile düzleminde ise aile ve aşiret seviyesine kadar parçalanmaya başladı.

Temel nokta, Ortadoğu’da egemen anlatının ya da büyük bir söylemin olmamasıdır. “Arap Baharı” bile tarihimizde sadece açılıp kapanan bir pencere oldu.

Bugün şahit olduğumuz fenomen, doğasında etkileyici bir ‘Söylem’ gibi görünen ancak dağınık söylemlerden ibaret olan anlatılardır.
Dar kitlelere hitap eden propaganda çevreleri dışında kimsenin ilgisini çekmese de bu azınlıklar propagandada idealize edilen söylemin tüm dünyaya egemen olduğunu zannederler. Bu yanılsamanın da detaylı bir analizi olsa da makalemizin yeri buna müsait değil…

Yemen’de meşruluğu ve istikrarı kazanma savaşı, Suriye’de insani felaket ve her ikisinde de İran’ın müdahalelerinin olduğu bir öykü var. Yine siyasi tıkanıklıklarıyla Mısır’ın öyküsü ve zaman zaman da burada yer alan başarı öyküleri bulunuyor. Aynı şekilde Suudi Arabistan’da toplumsal, ekonomik dönüşüm ve Körfez krizi hikâyeleri var. Bu tecrübelerden hiçbirisine “Ortadoğu’nun büyük Hikâyesi” dememiz mümkün değil. Bu hikâyelerin hepsi, büyük bölgesel sonuçları olmayan her devletin kendi içerisindeki yerel ayrıntılardır.

Diğer bir problem ise yazmayı cam üstünde yürümek gibi yapan yeni hassasiyetlerin olduğu bir ortamda siyasi bilimlerde öğrendiğimiz şeylere göre herkese faydalı olacak tarzda objektif bir şekilde yazı yazmak artık mümkün değil. 40 yıl boyunca öğrendiğimiz şeyler yararlı olabilir. Ancak bölge, reklam panolarına benzeyen basit düşünce ve sloganları karşılamak için kendisini serbest bıraktı. Bunun için ne ciddi düşünmeye ne de ciddi bir analiz yapmaya fırsat var.

Arapça yazmaya başladığımdan beri şu anki süreçte olduğu gibi yazı yazmanın yok olma sürecine yaklaştığımı hatırlamıyorum. Sadece yazı yazmak yok olmuyor, aksine fikirlerin ortaya çıkmasını sağlayan hayal ve düşünce alanı da daralıyor. Buna rağmen bunun genel bir durum mu yoksa benim kişisel durumumun bir yansıması mı olduğundan emin değilim. Bunun benim kişisel durumumun bir yansıması olduğunu temenni ediyorum. Bundan dolayı bu mesele, gerçekleri boyamaya iştirak etmeden önce kendimi gözden geçirmeye ihtiyaç duyabilir ya da bu, 40 yıllık eğitime bir ihanet olabilir. Makalenin başlığında yer alan “Ortadoğu’da gerçek anlamda mevcut ya da idealize edilecek güçte bir Söylemi var mı?” sorusunun cevabı ise kısaca “hayır”dır.