Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Avrupa’da neler oldu? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

28 ve 29 Haziran’da Avrupa ülkelerinin liderleri 27 Avrupa ülkesini kapsayan Avrupa Birliği Konseyi çerçevesinde toplandılar. Toplantı, AB projesinin örgütsel çerçevesi bağlamında gerçekleşmesine rağmen, uluslararası ilişkilerdeki bu politik mühendisliğin öncü girişiminde birçok çatlağın yaşandığı bir sır değildi. Bu girişim 1950’lerin başında Avrupa Demir Çelik Topluluğu kurulduğunda başladı. Avrupa projesi, önündeki engellere rağmen, ticaret serbestîsi, sermaye ve işçi hareketi ve Üye Devletlerarasındaki Gümrük Birliğine kadar bir dizi anlaşma ile ilerledi. Schengen Vizesi’nin temsil ettiği Avrupa Topluluğu’na girenler, tek Avrupa para birimi “Euro” ve Merkez Bankası’nın kurulması ile artık birleşik bir güvenlik halkasına sahiplerdi. Geçen yüzyılın sonunda, dünyaya iki dünya savaşına mal olan kıta, ülkeleri arasındaki savaşın imkânsız olabileceği bir sistem kurdular. Aralarındaki karşılıklı güven ve tüm devletlerin özgür ve kapsamlı bir pazara sahip olması, devletlerarasındaki ilişkileri yönetmenin bir yolu olan silahların uzak tutulmasına neden oldu. Uygulamada kıtanın bölünmesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra sona erdi. Avrupa Topluluğunun AB’ye dönüşmesiyle en büyük genişlemesini eski Varşova Paktı Devletleri ve daha sonra Yugoslav Birliği’nden çıkmış olan devletler ve bir dizi Akdeniz ülkesinin buraya ilhak edilmesiyle sağlandı.

İnsanlık tarihinde, liberal felsefenin temellerine dayalı demokratik hükümetler ile insanlık arasındaki iletişim ve işbirliği sayesinde, Avrupa’da daha önce hiç bu kadar barış ve ekonomik büyüme sağlanamamıştır. “Avrupa projesi” uluslararası ilişkilerde örnek bir tecrübe haline geldi ve hatta Fas ve Türkiye gibi bazı Avrupalı olmayan ülkeler de bu Birliğe katılmak istiyor. AB ekonomik anlamda küresel bir güç haline gelmişti ve Avrupa içinde bu Birliğin ABD ve Çin ile birlikte gerçek bir süper güç olmasını isteyenler vardı. Bu durum uzun sürmedi, küresel ekonomik kriz 2008 yılında geldiğinde, tüm AB ülkeleri sert bir imtihandan geçtiler. Birliğe ve Avrupa Bölgesi’ne giriş için gerekli olan şart, genel bütçe açığının gayri safi millî hâsılanın (GSMH) yüzde 3’ünden az olmasıdır. Ancak İtalya, İspanya ve İrlanda gibi birçok Avrupa ülkesi bu şartı taşıdıklarını iddia ederek Birliğe girdiklerinde dürüst olmadıkları ortaya çıktı. Bu bağlamda kumar oynayan bir ülke de Yunanistan’dı, sadece gerçekçi olmayan rakamlar sunmakla kalmamış, iflasın eşiğine geldiği ortaya çıkmıştı. Ayrıca kamuoyu, Avrupa reformu baskılarını reddetmişti.

Ancak, Yunan ekonomik krizini ve diğer ülkelerdeki krizleri çözmüş olmaları, AB için bir başarı hikâyesidir. Fakat bu reformun maliyeti diğer ülkelerde, özellikle de sekiz yıl süren ekonomik krizden sonra büyük bir çatlak yarattı. İngiltere, AB’den çıkmak için bir referandumda karar kıldı. İki yıl sonra Brexit gerçek oldu ve İngiltere Birlikten çıktı ve bu büyük bir çatlaktı. Başta Fransa, Almanya ve Hollanda olmak üzere, AB’deki ilk tepki Birliği destekleme yönünde olsa da, Brexit, Birliğin artık hazzetmediği ulusal nitelikteki muhafazakâr sağcı siyasi hareketler tarafından benimsenen bir yoldu. Bu, Polonya, Macaristan ve daha yakın zamanda İtalya’da gerçekleşti, şimdi ise AB’den çıkışı talep eden hiçbir politik hareket yok. Ekonomik krizin bedeli ve İngilizlerin Birlikten çıkışından sonra üçüncü bir çatlak, Ortadoğu ve Afrika’daki iç savaşların meydana getirdiği göç dalgaları oldu ve bu durum Avrupa liberal ideolojilere meydan okumaya başladı. Avrupa her zamanki gibi, her yeni çatlakla birlikte, yarıkların iyileşmesi için girişimlerde bulundu. Bunların onarımı elbette yeni mali yükler getirdi, Almanya gibi en büyük bedeller ödeyen ülkeler ve halklar şikâyet etmeye başladılar. Almanya ya da Fransa’da muhafazakâr ve ırkçı olarak bilinen bir kesim hesap sorma aşamasına geldi.

AB’nin yükselişinin nedenlerinden biri, “küreselleşme” olgusuna benzer bir yükselişti ve Birlik bizzat en önemli düzenlemelerden biri oldu. Ancak on yıl boyunca bir dizi zorlukla karşılaşmaya başladılar, küreselleşmenin her açıdan iyilik getirdiği söylenemez. Ama dünyanın en büyük insan geçişlerini üreten bir durum yarattı ve dünyanın kuzeyi ile güneyi arasında farklılıklar oluşturdu. Dahası, devletlerarası çatışmalar sona ermesine rağmen, terörizm olgusu ve onun yarattığı savaşlarda somutlaşan medeniyetler ve kültürler çatışmasına son verilemedi ve Avrupa bu tiyatroların oynandığı sahnelerden biri haline geldi. 20. yüzyılda uluslararası ilişkilerin ayırt edici özelliklerinden biri olan Avrupa-Amerikan ittifakı, Donald Trump ABD başkanlığını kazandığında büyük bir darbe yedi. Trump, Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya’yı içeren “eski” Avrupa ile Sovyetler Birliği’nin mantosunun altından çıkan ülkeleri içeren yeni Avrupa arasındaki uçurumu derinleştirerek AB’de büyük bir çatlak yarattı.

Trump, Avrupa ülkelerinin Washington tarafından korunma maliyetinin ödemesini talep ettiğinde ve NATO’nun savunma ödeneklerini düşürdüğünde, Rusya ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yakınlaşmayı çağrıştıran demeçler vermeye başladığında ve Avrupa mallarına gümrük tarifeleri uygulayarak AB ülkeleriyle bir ticaret savaşı başlattığında AB, daha önce karşılaşmadığı zor durumlarla karşı karşıya kaldı. Dahası, ABD, Kore Yarımadası’ndaki ilk barış adımından Orta Doğu’daki durumun çözülmesine kadar önemli uluslararası meselelerde tek başına hareket etmeye başlamıştır. Rus-Amerikan zirvesi 16 Temmuz’da gerçekleştiğinde, özellikle Ukrayna ve diğer Avrupa’yı ilgilendiren meselelerle ilgili olarak Avrupa’nın pahasına ABD-Rusya’nın uzlaşması meydana geldiğinde, Avrupa için şartlar pek de sevindirici olmayacaktır.

Avrupa Konseyi’nde Avrupalı liderlerin yakın tarihte yaptığı toplantıda bir takım mutluluklar da yaşandı, Çünkü Avrupa’ya akın edenlerin sayısı 2015’e oranla yüzde 96 azaldı. Ancak bu, AB’nin temel aldığı ilkelerin çoğunun pahasına değildi ve bir Avrupa metropolünden diğerine hareket edenlerin tabi oldukları bir zorunluluktan ziyade Schengen sistemine bağlı kalmakla ilgiliydi. Ayrıca, AB’nin altı kurucu ülkesinden biri olan İtalya’daki son seçimleri muhafazakâr sağ partiler ve Birlik karşıtı taraflar kazandı. Birlik içindeki bu türden çatlaklar tüm Avrupa projesini tehdit etmektedir. Bütün bunlar Avrupa’nın son hikâyeleri olmayabilir, eski kıtanın uzun hikâyeleri vardır, ama not edilmelidir.