Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Sentosa Zirvesi ve sonrası! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

1998 yılında, Hindistan, Endonezya ve Çin gibi Asya ülkelerini kapsayan bir gezi esnasında Singapur’u da bir gazeteci olarak ziyaret etmiştim. Amacım ise İslamabad ve Yeni Delhi tarafından başlatılan nükleer denemenin sonuçlarını ve etkilerini ve o günlerde gündemde olan Asya ekonomik krizini takip etmekti. Singapur, Yeni Delhi’den Cakarta’ya giderken yol üstündedir. O günlerde bu adayı ziyaret edenler, ana adadan coğrafi ve jeolojik nedenlerden dolayı zamanla kopmuş gibi görünen Sentosa adasını ziyaret etmek durumunda kaldılar. Yine o günlerde ana ada, uluslararası arenada Asya Kaplanları olarak bilinen yapının ön safındaydı. Küçük ada ise, dört milyon turistin ziyaret ettiği popüler bir turistik yerdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz askeri komutanlığının merkezi olan bu yere hem seyahat hem de tanıma amaçlı gittik. Hint Okyanusu’nun suları üstünde konumlanmış restoranlara sahip bu ada, Asya ve Çin kültürel mirasının birçok özelliğine sahip olduğunu da biliyoruz. Büyük ada’dan sadece kısa bir köprü ile ayrılan bu ada, 12 Haziran’da küresel basının ilgi odağıydı. Çünkü ABD Başkanı Donald Trump ile Kuzey Kore Başkanı Kim Jong-un arasında gerçekleşen buluşmanın güvenli yeriydi. Bulutların veya imkânsızın buluşması ya da bir yıl öncesinde çılgınların kucaklaşması olarak nitelen buluşma…

Her ne kadar demeçler savaşı ve alışılmadık derecede sıcak bir diplomasi trafiği yaşanmış olsa da toplantıda yaşananlar, geçen aylarda bu konu hakkında bu sütunda yazılanlardan çok farklı değildi. Bütün mesele ABD ve Kuzey Kore arasında değildi, aynı zamanda Güney Kore ve Japonya, daha da önemlisi uluslararası ve bölgesel etkisi ile Çin ile ilgili bir meseleydi. Bütün bu taraflar harekete geçti ve önemli roller oynadılar. İki ülkenin liderleri ise kazanımları olabildiğince azami seviyeye çıkarmaları ve riskleri olabildiğince azaltmaları gerekiyordu. Her ikisi de müzakere masasındaki risklerden daha fazla riskleri içerisinde barındıran kendi içişleriyle uğraşmak zorundaydılar.

Başkan Trump’ın önünde kongre ara seçimleri var ve Cumhuriyetçilerin çoğunluğu kaybetmesini istemiyor, dolayısıyla Cumhuriyetçi Partinin kazandığı sandalye sayısını koruması gerekiyor. Hem partideki rakiplerini hem de Demokratik rakibi Hillary Clinton’ı yenmek için farklı tercihlerde bulunmuştu. Şimdi yine Amerikan kamuoyu karşısında iç ve dış büyük zaferlere ihtiyacı var. Geçmişteki kişisel skandalları ve Rusya’nın başkanlığı kazanmadaki rolüne dair devam eden soruşturmalar bunu zorunlu kılıyor. İçeride, Donald Trump, gelişmiş bir ABD ekonomisine ve düşük vergilere sahip, dışarıda ise Ortadoğu’nun -en azından yakın bir gelecekte- başarılı olunabilecek bir yer olmadığını biliyordu, ancak Doğu Asya ona daha cazip geldi. Diğer tarafta Kim Jong-un, her sabah Amerika’nın Büyük Şeytan olduğunu kendi toplumuna pompaladı ve Güney Kore de bir süre onu takip etti. İktidarını miras olarak devralmıştı ve bu da meşruluğunun bir parçası olmuştu. Ancak bu durum beraberinde kötü ekonomik koşulları getirdi. Kuzey Kore “sosyalist” ülkeler arasında kaldığı sürece bu durum ciddi problemlere yol açmadı. Ancak Çin ve Vietnam’ın kapitalist dünyaya entegre olmaya başlaması durumu değiştirdi.

“Sentosa Zirvesi”, tarihi değiştiren zirvelerden biridir ve her iki taraf da diğerinin meşruiyeti ve meşru çıkarlarını tanıdığı için “Sedatvari bir an” (Mısır Eski Devlet Başkanı Enver Sedat ve onun İsrail ile ilişkilerine nispetle) olarak adlandırılabilirdi. Amerika’nın yapması gereken, Kuzey Kore’nin uluslararası varlığını tanıması değil, -dünyanın birçok ülkesi tarafından zaten tanınmış durumda- bilakis bölgesel ve uluslararası güvenlik sisteminin bir parçası olarak tanımasıdır. Kim Jong-un’un Pyongyang’daki rejimi bir Amerikan meselesi değil, Kore Yarımadası’nın kuzeyindeki Kore halkının meselesidir. Kuzey Kore, ABD’nin bir süper güç olduğunu ve bu nedenle, Doğu Asya’da, özellikle Güney Kore ve Japonya’da politik, ekonomik ve stratejik çıkarları olduğunu ve öngörülebilir bir gelecekte askeri bir varlığa ihtiyaç duyduğunu kabul etmek zorundaydı. Her iki taraf da diğerini kabul ettikten/tanıdıktan sonra, müzakere edilecek önemli konuların ne şekilde ele alınacağına dair genel ilkeler benimsenmeli ve sonra tüm detaylar müzakere konusu yapılmalıdır.

1978 Mısır-İsrail müzakerelerinin çerçevesini ortaya koyan Camp David’de olduğu gibi, iki devlet başkanının büyük anlaşmanın genel çerçevesini ortaya koyan ortak açıklamasıydı; Kuzey Kore, nükleer silahlarından vazgeçip, ondan ve üretim araçlarından kurtulacak, ABD ise Güney Kore ile gerçekleştirdiği ortak askeri tatbikatlardan vazgeçecek. Bunun ilk neticesi, Kore yarımadası nükleerden arınmış olacak yani Güney Kore, endüstriyel kapasitelerine rağmen nükleer silah üretme hakkına sahip olamayacak, aynı şekilde ABD, yarımadada taktiksel veya stratejik nükleer silahlar geliştirme hakkına sahip olmayacak. İkincisi, ABD’nin Kuzey Kore’ye saldırma ihtimali tamamen ortadan kalkmakta, böylece Kuzey Kore’nin siyasi rejimi bir düşman olmaktan ziyade bir dost olmaktadır. Rejim değişikliği bu anlaşmanın bir amacı değildi.

Anlaşmanın ve çerçevesinin üzerinde anlaşmaya varıldığı sürece, bir sonraki aşamada taraflarca üzerinde anlaşılacak birçok ayrıntı olacaktır. Kuzey Kore’nin nükleer silahsızlanma süreci, neyin ne olduğunu ve neyin gizlendiğini bilmeyi gerektirir. Bunların denetim ve incelemeye tabi tutulması gerekir, bu da Ortadoğu deneyimlerinden faydalanmayı zorunlu kılmaktadır. Anlaşmaya Kore yarımadasının tümünün dâhil edilmesi, sadece Kore Savaşı’nı (1950-1953) sona erdirmekle kalmayıp, iki Kore arasında daha fazla işbirliğinin kapısını aralamaktadır. Aynı zamanda iki siyasi rejimi kabul eden, ancak belki de tek bir ekonomik sistem üzerinden yürüyen bir Kore ortaya çıkacaktır. Görünen o ki, Doğu Almanya’yı Batı’ya dâhil eden Alman deneyimi, öngörülebilir bir gelecekte tekrarlanmayacak gibi duruyor. Ancak Güney Kore, güneyde bu kadar zenginlik varken kuzeydeki yoksulluğun devam etmemesi gerektiğini biliyor. Zira ancak bu şekilde çatışma ve çekişmeler sona erebilir ve tarafsız silahlı bölgeler inşa edilebilir. Ortak bildirimde ayrıntıların olmaması özellikle amaçlanmıştı, çünkü bu aşamada bu ayrıntılar önemli değildi, ilk olarak ana konular çözülecek, sonrasında ise yol haritası belirlenecek, temaslar kurulacak, Washington ve Pyongyang’a ziyaretler yapılacak. Bu durum, Kuzey Kore’nin ekonomik kalkınmasına kapı araladığı gibi Güney Kore’nin refah ve ekonomik ilerlemesinin fırsatını ortaya çıkardı. Japonya, konvansiyonel veya nükleer savaşın önlenmesine dair umut ışığı almış oldu. Çin, Kim’i Singapur’a bir Çin uçağıyla göndermekle kalmadı, ayrıca Çin’in bölgesel ve uluslararası çıkarlarını da beraberinde taşımış oldu.