Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Arap stratejik ittifakı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Uluslararası ilişkiler alanında öğrendiğimiz ve sonra da mesleğimiz gereği öğrencilerimize öğrettiğimiz en temel kural, temel meselelerle, gündelik olayların bir sonucu olarak kopartılan “gürültü”yü birbirinden ayırmanın zaruri olduğudur.

Bu ikincil yani temel olmayan meseleler politik liderlerin kendi iç politik koşullarıyla uğraşırken yaptıkları konuşmalar da olabilmektedir.

Etrafında gürültüler koparılan bu meseleler, büyük işlerin görmezden gelinmesine, güncel, şaşalı ve sansasyonel konularla sürekli meşgul olunmasına neden olabilmektedir.

Konuyu biraz daha açıklığa kavuşturalım. Mevcut on yılın başından beri, sözde Arap Baharı’nın ortaya çıkması ve sonraki olaylarla birlikte, bölgesel ilişkilerde ve uluslararası alanda büyük bir dengesizlik meydana gelmiştir. Ortadoğu’da bölgesel güvenliği tehdit eden üç kaynak ortaya çıkmış oldu:

Birincisi, birçok ülkeye yayılan ve “İslam Hilafeti” adı altında bir devlet kurmaya çalışan radikal, bağnaz ve şiddet yanlısı bir kitlenin ortaya çıkmasıdır.

İkincisi, İran, Irak’taki “Haşdi Şabi”, Suriye ve Lübnan’daki Hizbullah ve Yemen’deki Husiler’de olduğu gibi, doğrudan ya da yerel uzantıları yoluyla birden fazla Arap ülkesinde oluşan boşluğu doldurma yoluna gitmiştir. Üçüncüsü ise, tüm bölge üzerinde doğrudan ve dolaylı etkileri olan sivil devrimler ve iç savaşların neden olduğu kaos ve istikrarsızlık durumu. Şüphesiz, bu üç tehdit arasında da bağlantılar var. Her halükarda, bunların hepsi, kronik bir bölgesel istikrarsızlık durumuna, her türlü askeri ve istihbarat müdahalesine, bölgesel ve uluslararası müdahalelere neden olmuştur.

Bunlar, Arap ülkelerinin bir vakıa olarak yaşadığı bölgesel güvenliğin temel meselesi olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Kısa bir süre önce ABD, “Ortadoğu Stratejik İttifakı” (MESA) adlı bölgesel güvenliği sağlamaya yönelik bir proje açıkladı. Bu öneri, Arap dünyasında keskin tartışmalara neden oldu. Kısa bir süre sonra Arap dünyasında iki farklı gürültü koptu: ilki gazeteci Cemal Kaşıkçı olayı, diğeri ise ABD Başkanı Donald Trump’ın çelişkili açıklamaları. Çok geçmeden Kongre Üyelerinin ABD-Suudi ilişkilerine yönelik taraflı açıklamaları, bütün medyada yer aldı ve Arap karşıtı duruşlar yüksek bir tonda seslendirildi. Ama bizim için gerçekten önemli olan, Ortadoğu’daki durum, orada neler olup bittiği ve bu tehlikeli ve istikrarsız duruma nasıl bir yaklaşım sergileneceğidir? İlginçtir, bir kısım Arap yazarının Amerikan önerisine yaklaşım tarzı olumsuz olmuştur. Birçoğu hemen eskilere döndü ve “Bağdat ittifakı”, “Merkezi Antlaşma Teşkilatı ” (CENTO) hatırlatmasında bulundu. Elbette bu türden kuruluşlar ABD’nin nüfuz ve hâkimiyet için kullandığı sinsi mekanizmalardır ve pek tabii ki bu da “Siyonist varlığın” çıkarları içindir. Diğer taraftan ise yine bazı yazarlar, 1950’de imzalanan “Ortak Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasını” hatırlattı, zira Arap ittifakı başarısızla sonuçlanmıştı ve yine aynı yazarlar Arap Birliği’nin fayda getirmediğinden dem vurup durdular. Bütün bunlar, bu teklif öne sürüldüğünde çeşitli Arap tarafları ile ABD arasında neler olup bittiği hakkında herhangi bir bilgi sahibi olunmadan konuşulan şeylerdir. Kendilerine şu soruyu dahi sormadılar: mevcut tehditleri ortadan kaldırabilecek ve bölgedeki güç dengelerini sağlayabilecek bir Arap ittifakı kurmak için ABD’ye ihtiyacı var mı?

Bizim açımızdan ise, bizler bu sütunda yani Şarku’l-Avsat’ta çok sayıda makale yazdık ve iki nokta üzerine odaklandık: Birincisi, sözde Arap Baharı felaketinden kurtulan devletlerin, kendi aralarında bir “Arap Güvenlik Sistemi” kurmalarının zaruri olduğudur. Diğeri ise, Arap devletinin dokunulmazlığını artıran ve onu koruyan iddialı bir iç reform projesi yürütmek.

Son dönemdeki Arap gerçekliği, Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn’in, sadece Katar komploları ile başa çıkmak için değil, aynı zamanda taraflar arasındaki askeri, güvenlik ve ekonomik ilişkileri güçlendirmek için dörtlü bir ittifak oluşturduğunu açıkça göstermektedir. Bir kaç gün önce Mısır ile Suudi Arabistan arasında “Tebuk” ortak tatbikatı gerçekleştirildi. Düzenli olarak, “Mercan” ortak deniz tatbikatı yapılıyor. Mısır ve BAE ile Mısır ve Bahreyn arasında bir dizi “Zayed” askeri tatbikatlar gerçekleştirilmektedir.

Arap silahı ve petrolünün birleştirildiği Ekim 1973 savaşını hatırlatmaya gerek olmadığı gibi 30 Haziran devriminden sonra Suudi Arabistan, BAE ve Kuveyt’in Mısır ile beraber hareket etmelerini ya da yine bu iki devletin Bahreyn ve Ürdün’e vermiş oldukları desteği hatırlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Aynı zamanda, söz konusu dört ülkenin yanı sıra Ürdün ve Kuveyt’te kapsamlı reformlar yaşanıyor. Mısır ve Ürdün’e uzanan Suudi şehir projesi Neom’da olduğu gibi, bazen de net bir Arap boyutuyla projeler üretilmektedir. Mısır’ın, Doğu Akdeniz’de doğalgaz enerji merkezi olabilmesi için bir proje yürütülmektedir. Suudi Arabistan ve BAE, Körfez ülkelerinden Kızıldeniz’e, oradan da Akdeniz’e petrol taşıyacak olan Mısır’ın SUMED projesi içerisinde faaliyet gösteriyorlar.
Demek ki mesele, Amerikan önerisi olup olmaması değil, bilakis Arap bölgesindeki mevcut gelişmeler ışığında zor kararlar almak için her zaman hazır olma meselesidir. Ve belki de, ister askeri ve ekonomik işbirliği bağlamında olsun, isterse Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki deniz sınırının planlanması gibi her iki ilkeye de muazzam bir gelişme potansiyeli sunan muallâkta duran meseleleri çözüme kavuşturma çerçevesinde olsun, şimdiye kadar yapılmış olanlara dayanarak yeni adımlar atma meselesidir.

Bütün bunlar baştan sona tam bir Arap projesidir. Hiç kimse ABD’den “Ortadoğu ittifakı” veya Arap “NATO”su kurmasını istemedi. Arapların kendi varlıklarını ve milletlerini nasıl koruyacaklarına, yine kendilerinin karar vermeleri, ABD’nin bölge ve dünya için önemini ve değerini azaltmıyor.

Belki de hâlihazırda var olanı korumak ve üzerine istikrar, kalkınma ve refah adına yeni şeyler ilave etmek, bölgedeki durumla başa çıkmak için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Arap tarihinin, 1950’de imzalanan “Ortak Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması”, 1960’ların ortalarındaki “Ortak Arap Liderliği” ve hatta yıllar önce konuşulan “Arap Ortak Gücü” gibi iddialı projelerle dolu olduğu doğrudur. Fakat şimdiki tecrübeler, ayrıntılar ve dersler açısından daha zengindir. Mevcut tehditlere bir dur demek, içerisinde bulunduğumuz durumdan daha güzel bir geleceğe geçmek için bu tecrübeler ışığında kendimize bir yol haritası çizmemiz gerekiyor. Şayet bunu yapamazsak, İran emellerinin artmasına paralel olarak tehditler artabilir ve bütün Arap ülkelerinde istikrarı baltalayacak terör olayları tırmanabilir.

Mevcut Dörtlü Arap koalisyonu, çeşitli şekillerde güvenlik ve ekonomik işbirliği yapmaya istekli ülkeleri bir araya getiriyor. Bu ülkelere düşen önemli bir görev de, bu ittifakı derinleştirmek ve genişletmek ve bahsi geçen tehditlerle başa çıkma kapasitesini artırmak için bir sonraki adımların neler olacağı tanımlamaktır. Dört ülkenin ihtiyaç duyduğu şey, koalisyonun geleceğini belirlemek için ülke liderleri, savunma bakanları, genelkurmay başkanları, ekonomi ve maliye bakanları düzeyinde toplantılar gerçekleştirmektir.

Gelişmiş ülkelerde, resmi ve gayri resmi politik ve stratejik araştırma merkezleri vardır. Bütün kurumların hedeflerinin gerçekleşmesini sağlayan ve ülke kaynaklarının harekete geçiren yüksek stratejiler ve fikirler üretirler. Arap güvenliği adına en temel mesele olarak gördüğümüz işte budur.

Koparılmakta olan gürültünün ele alınmasını ise başka bir zamana bırakalım!