Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Arap tarihinin fırtınalı dönemi ve sonrası! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Abu Dabi’deki ‘Geleceğe Dair İleri Çalışmalar ve Araştırma Merkezi’ 27 Mart 2018 tarihli 439 nolu sayısında “Geleceğin Değerlendirilmesi” adı altında yürütülen bir dizi araştırma bağlamında “On mesele: Arap Bölgesinde Neden Umut Çağrıları (Umudun Geri Dönüşü)” Yükselişe Geçti?” başlıklı araştırmasını yayınlandı.

Araştırma 14 Şubat 2018’de Şeyh Muhammed bin Raşid el-Maktum’un “Umut İnşa Edenler” girişimi çağrısı üzerine yapıldı. Bu çağrı, Arap tarihinin en zorlu dönemine dair umutsuzluk, depresyon ve üzüntü gibi genel Arap havasını değiştirmeye ve Geleceğe çok daha fazla iyimser bakmaya dayanıyor. “Değerlendirme” Konusu Olan On Mesele; ‘Kendini değiştirme yeteneğine olan inanç, insanın, yaşam kalitesini iyileştirmek için belirli eylemler yoluyla kendi gerçekliğiyle uğraşırken oynadığı rol, reformist siyasi liderlerin anayasal haklar aracılığıyla iktidara gelmesinin desteklenmesi, terör örgütlerinin kontrolünden kurtarılan kişilerin desteklenmesi, Silahlı çatışma ve terörist operasyonlarında yaralananlara yeni bir yaşam için bir fırsat penceresi açılması, silahlı milislerin devletlerin egemenliğinden çıkıp kendi başlarına hareket etmelerine mani olunması, Gelişmekte olan ve krizle mücadele eden toplumlarda yoksullukla mücadele edilmesi, Belirli alanlarda gençlik projelerinin finansmanın sağlanması, engelli insanların Arap toplumlarına entegrasyonun sağlanması ve tehlikeli hastalıklar hakkında toplum bilincinin arttırılması’ şeklindedir.

Değerlendirme, Arap toplumlarının sözde «Arap Baharı» ile başlayan, silahlı milislerin ve terörizmin ortaya çıkmasıyla ve iç savaşlarla neticelenen Arap sorunları ve krizlerinin üstesinden gelmek için birçok ayrıntılar ve örnekler içeriyor. Bu kriz ve sorunların da ötesinde korkunç terörist niteliklere sahip bir varlık ortaya çıktı ve “Hilafet” devleti (DEAŞ) adını aldı. Bu sefil koşulları aşmanın anahtarı, geçtiğimiz yıllarda devletin yapamadığı kalkınma görevlerinin çoğunu üstlendiğinde daha da önem kazanan Arap “Sivil Toplumu”dur. Yaşananların bir sonucu olarak siyasi durumun kötüleşmesinden sonra, kurumları, resmi ve resmi olmayan dernekleri ile bu toplum hareketi, son derece zor ve karmaşık koşullarla başa çıkmayı taahhüt etti. Arap tarihinin bu fırtınalı dönemini aşmak için işaretler belirdiğinde, sivil toplum, bu dönüşümü gerçekleştirme sürecine katkıda bulunmayı üstlenmiş ve istikrarsızlıktan istikrara, savaştan barışa, toplumsal hoşnutsuzluktan ulusal birliğe dönüştürme sürecine dâhil olmuştur. Her şeyden önemlisi, otoriter merkezi devletlerden, vatandaşlarına siyasal ve ekonomik olarak yeterli alan açan ülkelere barışçıl bir geçiş için mekanizmalar yaratmak için uğraştılar. Özetle, ‘iktidar ve refah adaletle paylaşılmalıdır’ dediler.

Fakat buradaki başlangıç psikolojik bir nitelik taşımaktadır, zira Savaşın kalıntıları ve yükleri Arap ruhuna büyük bir ağırlık vermiş, diğerlerine saygısızlık yapmak ve ondan nefret etmek için gerekçeler yaratmış, -Sonuçları çarpıtılmış siyasi unsurlar olsa bile- devletin rahminden ayrılma ve çıkış eğilimleri meydana getirmiştir. Bu durumu umuda dönüştürmek, canlılık yaratmak, ekonomik ve sosyal kalkınma sağlamak kolay bir mesele değildir ve bu zor görev nitelikli liderler gerektirir. Özellikle de yeni koşullar ve şartlar altında devletin yeniden inşa edilmesi hiç de kolay olmayacaktır. Aslında, bu fikirler, yukarıda belirtildiği gibi, bugün birden fazla Arap ülkesinden ortaya çıkıyor.

21. yüzyılın ikinci on yılının sonunda, bu fikirler en önemli politik süreç haline geldikten sonra, bunların tamamı bir kez daha umut inşa etmek için yeni bir ivme kazandırdı. Dubai, Abu Dabi, Riyad, Kahire ve Tunus’ta birçok yeni girişim, dernek ve birlikler ortaya çıkmıştır. Sivil toplum ve kuruluşların çalışmalarının daha kapsamlı bir reform sürecine evrilmesi için devletin rolü vazgeçilmezdir. Yakın döneme kadar devrimlerin patlak vermesine ve Müslüman Kardeşlerin (İhvan) korunmasına ve her türlü terörist hareketin ortaya çıkmasına yol açan bir ülke, bu şekilde varlığını devam ettiremez.

Değerlendirmenin dile getirildiği umut akışı ile birlikte, reformist hareket, muhafazakâr ve geleneksel akımlar ile terör faaliyetlerini gerekçelendiren cemaatler arasında kritik bir noktaya doğru ilerliyor. Toplumları tepesinin üstüne yıkmak isteyen devrimci akımlar, sonuç olarak yıkımdan başka bir şey getirmemiştir. Son yıllarda bunu çokça müşahede ettik. Reformist hareket yeni ortaya çıkmadı, çoğu zaman Arap ülkelerinde mevcuttu, fakat her zaman sağdan ve soldan şiddet yanlısı akımların kuşatma ve baskısı altındaydı. Şimdi, mevcut durumu değiştirmek isteyen herkes için fırsat olgunlaşıyor, ancak buna şiddet, savaş, ayrılık ve bölünmenin eşlik etmesini istemiyorlar. Gerçekten de, reformist hareketin önünü açan şartlar oluştu ve “Umut inşa eden” sivil hareketler bunlara eşlik ediyor. Bunların en başında Arap toplumlarındaki devrimlerin ve savaşların sonuçlarından büyük ölçüde etkilenen gençlerin büyük bir bölümü geliyor. Bu gençler aynı zamanda Arap toplumlarında daha önce yaşanan durgunluk ve donukluktan da etkilenmişlerdir. Şimdi, bu gençler ya sivil toplum ya da devlet eliyle kendi rollerini gerçekleştirmeye hazırlar. Bu gençler, modern teknolojik gelişmelerin kendi ülkelerine dair aktardığı insani tecrübelere sahip oldukları gibi dünyadaki diğer ülkelerin tecrübelerini de iyi biliyorlar.

Bu nedenle, ‘umut hareketi’ temelsiz değildir, bilakis dünyadaki teknoloji ve endüstrideki modern gelişmelere ayak uydurabilmek için istekli bir sosyal temele dayanmaktadır. Uluslararası sistemin başka bir soğuk savaşın eşiğine yaklaştığı bir zamanda, uluslararası ve bölgesel koşullar dikkate alındığında bu erdemlerin yüceltilmesi dışında bir seçenek olmadığı görülecektir. Bu, dünyanın Orta Doğu’da olup bitenlerle sürekli meşgul olması gerektiği anlamına gelmiyor. Esas mesele şu ki, Arap dünyası artık tek başınadır ve bir sonraki aşamada kendi kaderinin sorumlusudur. Belki de ilk aşama devletin temel değerlerinden biri olan ekonomik açıdan olacaktır. Bu da işlerin serbest piyasa üzerinden yürütülmesi hususunda ikna olmayı gerektirmektedir. Bunu başarmak için gerekli kurumları inşa etmeye hazır olmalıyız. Birden fazla Arap ülkesinde yaygın olan ”Vizyon 2030” ve benzeri projeler birçok önyargıyı kırmıştır. Bu önyargılar dokunulması dahi mümkün görülmeyen büyük kayalar mesabesindeydi. Kamu sektörü ve kutsallık kazanmış pek çok birime dokunulmuş ve önyargılar yıkılmıştır. Suudi “Aramco” ve Mısırlı “Embi”, hisselerinin bir kısmını hisse senedi piyasalarında sunma aşamasında.

Yeni olan bir şey de, Arap devletleri ve onların liderleri de artık büyük umutlar taşıyor. Yeni nesillerin ülkelerini yeniden inşa etme yeteneklerine sahip olduklarını görüyorlar. Bu yeni nesil kendi vatanlarını diğer milletlerin merdivenlerinden çekip alacaklardır. Arap “zenginlikleri” artık sadece para, gaz ve petrol değildir, bilakis geniş ve kullanılmamış toprakları ve bunun da ötesinde tam olarak değerlendirilememiş muazzam insan kaynakları vardır. Sahip olduğumuz şeyleri yeniden hesaplamalıyız. Arap zenginliğinin çok az bir kısmı değerlendirip kullanılmaktadır ve iyi bir yönetimle bu alan genişletilebilir. Modern teknoloji, uzak geçmişte yaşadığımız mutluğa götürecek ve yakın geçmişte yaşadığımız ızdırapların acısını hafifletecek en kestirme yoldur.