Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Çatırtı, parçalanma ve bölünme | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Sadece geçen hafta Ortadoğu’da ABD’yi ilgilendiren iki hadise meydana geldi. Birincisi, Katar’ın yaptırım uygulayan 4 ülkeyle (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır) olan ilişkileri hakkındadır. Diğeri ise, ABD’nin Mısır’a yaptığı yardımlarla ilgilidir. Birinci hadiseyle ilgili olarak meselenin özü, terör ve teröristlere karşı mücadele etmektir. Dolayısıyla söz konusu mesele; teröristleri kimlerin kışkırttığı, finanse ettiği, silahlandırdığı ve barındırdığıyla alakalıdır. İkinci hadiseyle ilgili olarak ise mesele, ABD’nin çıkarları ve Ortadoğu’da bu çıkarları paylaşan devletler hakkındadır. Her iki durumda da ABD, iki dille konuşuyormuş gibi görünüyor. Bazen bu dillerin sayısı üçe çıkabiliyor:

Beyaz Saray’ın konuştuğu dil: Teröre karşı mücadele etmek, terörü yok etmek ve terörden tamamen kurtulmayı dikte eden bir dil. Dışişleri Bakanlığı’nın konuştuğu dil: Müttefik ülkeler yani; ister Suriye, Yemen, ister Sina’da olsun, terörle mücadele eden devletler arasında “diplomatik” uzlaşma olmasında ısrar eden dil. Üçüncüsü de egemenliğe, stratejik çıkarlara ve bağımsız siyasi sistemlere sahip ülkeler arasında uluslararası ilişkilere müdahale eden kongrenin konuştuğu dildir.

Başta İnsan Hakları İzleme Örgütü olmak üzere, hukuk kuruluşlarının belirlediğine göre yönetim sistemlerinde, ülkeleri ve insan haklarını yönlendirme keyfiyetinde Amerika’nın içinde bulunduğu fotoğraf karesi bu şekildedir.

Şüphesiz üç dil de endişe ve kaygı uyandırıyor. Söz konusu diller endişelendiriyor; çünkü, tek dile sahip ülkeler kime nasıl yanıt vereceklerini bilmiyorlar. Kaygılandırıyor; çünkü, ABD’nin herhangi bir durumda hangi dille konuşacağını ve belirli zamanlarda kararları Beyaz Saray’ın mı, kurumların(ilgili bakanlıklar) mı, yoksa kongrenin mi alacağını hiç kimse kestiremiyor.

Geçen haftaki yazımızda Başkan Trump’ın Afganistan’da savaşın ve Amerika varlığının devam etmesiyle ilgili kararları alırken, daha çok Amerika kurumlarından etkilenmeye başladığına işaret etmiştik. Bununla beraber ister hükümette olsun, isterse Milli Güvenlik Konseyi gibi Beyaz Saray’da olsun, Amerika’nın politik ve diplomatik tavırlarında akıcılık ve kurumlarında önceden var olan geleneksel istikrar görülmüyor. Sanki, Amerika’nın siyasi sistemi bir afallama ve dengesizlik döneminden geçiyor.

Dahası bir yandan partiler, faşist ve Nazi gruplarıyla, diğer yandan liberal, laik ve ilerlemeci gruplar arasında, güney ve iç savaşla ilgili sembollerin kaldırılması hususunda Charlottesville’da meydana gelen olaylar, sadece Virjinya eyaletini ilgilendirmiyor. Aynı zamanda neredeyse güney eyaletlerinin tamamını ilgilendiriyor. Amerika medyası, birdenbire güneyin tarihini, konfederasyonun sembolleri olan bayrakları ve kuzeyle güney arasındaki savaşa katılan kahramanların heykellerini muhafaza etmeye çalışan dernek ve cemiyetlerden bahseden hikâyelerle dolmaya başladı. Sanki bu yaygara, Başkan Trump’la medya ya da Cumhuriyet Partisi’yle Demokrat Parti arasında meydana geldi. Amerika’daki siyasi hayatın derinliklerinde, külün altında alevlenen başka bir savaş var.

Bu, sadece Amerika’yı mı ilgilendiriyor; yoksa, tüm dünyada bölünme ve parçalanmaya çağıran bir gösteri mi yayılmaya başladı?

Bütün bunlar, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’ta bulunan ikiz kulelerin yıkıldığı ve bu kulelerle birlikte; dinler, kültürler ve medeniyetler arasında, birlikte yaşama konusunda çaba gösteren bütün fikir ve değerler dünyasının çöktüğü döneme kadar gidiyor. Değer ve ilkelerin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan uluslararası anlaşmalarda egemen olmaya başladığı saf liberal modeli gerçekleştirmek için, başarılı olup olmadığına bakmaksızın en azından ülkeler ve milletler, dinler, kültürler ve medeniyetler arasında birlikte yaşamayı sağlamak için çaba sarf ediyorlardı. Hatta sosyalist devletler, kapitalist devletlerle anlaşmazlığa düştükleri zaman, şu veya bu şekilde fikirlerini tatbik etmek için “halk demokrasileri”ne iltica etmeyi unutmuyorlardı. O zamanlar bu, gerçeğe daha yakın bir şekilde eşitlik ve ötekini tanımak anlamına geliyordu. Ülkeler arasındaki ekonomik ve teknolojik engellerin, fikir bariyerlerinin kalkması sonucu küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla beraber pazar, görüş ve inanç alanlarında uluslararası dayanak özgürlük oldu. Bu bağlamda özgürlük, temel insan haklarından birisi olarak görülmeye başlandı. Bu düşünceye dayanarak insani müdahale, demokratik dönüşüm, insan hakları dünyası, uluslararası ceza mahkemesi, bu tür fikir ve kurumlar ortaya çıktı.

New York’ta ikiz kulelerle beraber dünyadaki pek çok düşünce yıkıldığı zaman, zorunlu olarak “medeniyetler çatışması” varsayımı gündeme geldi. Bu durum; ticari mal ve fikirlerle beraber insanların da hareket ettiği, toplumlar arasında fiilen insani bir şekilde birlikte yaşamaya doğru değişen dünya ile ötekinden korkmanın ve endişelenmenin hâkim olduğu dünya arasında büyük bir boşluk çıkmasına neden oldu. Bir şekilde dünya, insanlar arasında daha fazla etkileşim, iletişim ve temas kurmak için baskı yapan ekonomik ve teknolojik mekanizmalar arasında keskin çelişkiler yaşıyordu. Aynı zamanda kültür ve medeniyetten kaynaklanan sebeplerden dolayı, nefret ve ret hisleri hâkimdi. 19. yüzyılda Karl Marx ve bir grup düşünür, imalat gelişimiyle üretim ilişkileri arasında çelişki meydana gelmesinin, bir tür çatışmaya sebebiyet verebileceğini ifade etmişlerdi. Karl Marx’ın gördüğü çatışma eğer sınıfsal bir çatışmaysa; söz konusu çatışma, bugün yaşadığımız dünya çerçevesinde farklılaşarak, ötekine karşı kültür ve medeniyet çatışmasına dönüştü. Durum, yan dairede oturan komşuda bile böyle oldu.

Sonuçta mesele, sadece Amerika’yı ilgilendirmiyor. Belki de bu, tüm dünyayı ilgilendiren bir meseledir. Bir taraftan küreselleşme, uyum ve entegrasyon hareketleriyle, diğer taraftan karakter, ayrımcılık ve kimliğe kapanma hareketleri arasında meydana gelen zıtlıklar, dünya tarihinin bu döneminde cereyan eden özelliklerinden birisidir.

Bu durumda ABD ile işbirliği yaparken çok boyutlu düşünmek lazım. Bunu sadece Beyaz Saray, kurumlar ya da kongreyle yaparken değil, aynı zamanda farklı devletler ve içerisinde yer alan gruplarla yaparken de düşünmek gerekiyor. Mevzubahis ABD ise, -ki bu şekilde bir süre daha devam edecek- ABD ile etkileşimin çok yönlü olması gerekiyor. Bunun için, yeni diplomatik ve siyasi becerilere ihtiyaç duyuluyor. Belki de bundan daha önemlisi, çıkarlarımızı tam ve kesin olarak bilmemiz gerekiyor. Aynı şekilde, buna eş zamanlı olarak ilgili Arap ülkelerinin söyledikleri şeyleri onaylamalıyız. Bölgemizde ve dünyada parçalama ve bölünme sesleriyle fokurdayan gelecek süreç, belki de en zorlu süreçlerden birisi olacak. Bunun için ne ABD ne de dünya, olduğu gibi kalmaya devam edebilecek.