Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Din ve inananlar arasındaki mesafeye dair | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Dr. Mesfer el-Kahtani arkadaşımız, Makasıd Fıkhı’na (Dinin hedeflediği ilkeler doğrultusunda içtihad etmeyi esas alan Fıkıh ekolüne) en çok ilgi duyan Suud âlimlerinden birisi.

Bu konuda yazılmış pek çok kitabı ve onlarca makalesi bulunmakta.

Ortaya koyduğu çalışmalarında, Dinî düşüncenin yenilenmesi ve araştırma ve muhakemede uygulanmasına yönelik derin ilgisini ortaya koyuyor.

“Din Adına Konuşanlar ve Yanılgıların Saygınlığı” başlıklı makalesinde (Hayat Dergisi – 1/9) bir şey dikkatimi çekti ki ben bunun din ve dindarlık ile kutsal metin ve inananların hayatındaki uygulamaları arasındaki ayrıma dikkat çektiğini düşünüyorum.

El-Kahtani, eleştirilerini ‘kutsalların ticareti’ olarak adlandırdığı şeyde yoğunlaştırıyor ve tüm dinlerin bu olguya maruz kaldığını ifade ediyor.

Bununla birlikte ona göre, dünyevi sorunlarda kutsalın sömürülmesine yol açan ve aşırıya kaçan içtihatları nedeniyle asıl metinleri kaybolmuş ya da tahrif edilmiş olan kadim dinler ile her biri mezhep oluşturan farklı içtihatlar ve yorumlara rağmen asıl metnini koruyan İslam’ın ayrı tutulması gerekir.

Şüphe yok ki hepimiz en az bir kez, ‘İslam’ın Müslümanların hatalarından sorumlu olmadığını, Müslümanların yorumu ile öğretilerini eksik uygulamalarının ona halel getirmeyeceğini okumuş veya işitmişizdir.

İlkesel açıdan dini metin ile insanların onu yorumlayışı arasında bir mesafenin olduğu konusunda bir anlaşmazlık yok. Bu yorum, insanın o anki düşüncesine etki eden etmenlerin bir özetidir. Kültürel deneyimlerinin özünü, siyasi ve ekonomik koşullarını, beklentilerini, isteklerini ve korkularını barındırır. Bunların tümü çağdaş filozof Hans Georg Gadamer’in (1900-2002) ‘tarihsel vizyon’ olarak adlandırdığı şeyin kapsamına girer.

Öyleyse biz iki düzeyin var olduğu sonucuna varabiliriz:

Her yorumu geride bırakan haliyle tek başına metin ve müminlerin gündelik hayatındaki yorum ve uygulamaya dönüşen metin.

İkincisini, birincisi olan ‘din’den ayırt etmek için genellikle ‘dindarlık’ olarak adlandırırız.

Ne zaman şer’i bir hüküm veya bir rivayetin doğruluğu ya da bir içtihadın akıl ve bilim ölçütlerine uygunluğuna dair bir tartışma olsa kendime her zaman bu gerçeklik arasındaki bağlantının ve her türlü kusura gerekçe olarak sunulmasındaki ısrarın ne derece sağlıklı olduğunu sorup dururum.

Bu gerekçelendirme veya aklama, her biri sorunlu olan şu iki iddiayı örtük olarak bünyesinde barındırıyor:

İlki, dini öğretilerin yorum ve uygulamalarının çoğu zaman isabetli olduğu ve Dr. Mesfer’in işaret ettiği gibi bazı durumlarda kutsal tacirliğine yol açma riskidir.

İkinci iddia ise dinin anlaşılması ve uygulanmasındaki hataların çoğunun, aslında onun tam olarak anlaşılabilir ve uygulanabilir olmayışına bir işaret olabileceği yönündedir.

Bu iki iddianın da sorunlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilk iddiayı kabullenmek, inananların hayatını herhangi bir değerden mahrum eder ve onları sürekli olarak dinleri ile karşı karşıya bırakır.

İkinci iddianın kabulü ise Din’i, takipçilerinin hayat rehberi olmaktan uzaklaştırır ve onu ne kadar içtihatta bulunursak bulunalım dünya hayatında uygulanması mümkün olmayan bir ütopyaya dönüştürür.

Bu sorunun akla uygun bir çözümü yok.

Bununla birlikte din ve dindarlar arasında ayrım yapma iddiasının, metin bakımından onu tartışmaya açan veya doğruluğunu inkâr edenlere karşı çıkma ya da onun yorumlanmasına veya şer’i hükümler koyarken dayanak alınmasına itiraz etme bağlamında sık sık dillendirildiğini fark ettim.

Bilim insanlarının koyduğu ölçütlere, bilimin sonuçlarına ve tarihi deneyimin sonuçlarına ters düşen pek çok metnimiz olduğunu biliyoruz.

Bence yapmamız gereken, müminlerin hatalarına veya eksik anlayışlarına yönelik sorunları ortadan kaldırmada aşırıya kaçmak yerine metnin tartışılmasını kabul etmektir.

Dinî Nassların, metinlerin tartışmaya açılması, onların reddedilmesi ya da hükümlerinin iptal edilmesi demek değildir. Aksine bunun, daha önce bilinmeyen yeni bir kavram veya farklı bir bakış açısı ortaya koymak gibi bir faydası olabilir.

Her hâlükârda insanların düşünceleri ve yorumları saygıyı hak eder ve bilimsel bir görüş olarak kendi zamanı içerisinde değerlendirilir.

Tabi, bir düşünceye saygı duyulması, onu kutsal ve mutlak kılmaz.