Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Filistin meselesi için | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kudüs, Arapların yeniden öncelikli meselesi haline geldi. Bununla sanki Filistin meselesi derin bir uykudan uyanıyor gibi. Gösteriler çıktı. Karşıt ve suçlayıcı bildiriler yayınlandı. Yönetimdeki Arap liderlere ve genel olarak ABD ve Batı’ya karşı tutum takınan herkes bu gösterilere katıldı. Kudüs, hem Müslüman hem de Hıristiyan Arapların nezdinde kutsal bir yer konumunda. Bunda şaşılacak bir şey yok. Kudüs’te Kutsal Kabir Kilisesi bulunuyor. Hz. Muhammed (SAV) gece Kudüs’e getirilmişti.

Bütün bunlar Arapların bildiği değişmeyen gerçekler olmasına rağmen meselenin yeniden gündeme gelmesi, bunca yıllardır gündemde yer almamasının sebepleriyle ilgili sorulara neden oluyor. Araplar, kutsal şehrin işgal edildiğini anlamaları için ABD Başkanı’nın Amerikan Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararına mı ihtiyaç duyuyorlardı? Yoksa öfke, sadece ABD ve İsrail’e karşı kızgınlığın değil aynı zamanda kendine veya öz benliğe karşı da var olan kızgınlığın bir sonucu mudur? Öz benlik, geçmiş yıllarda kan gölüne dönen hem Arap bölgesinde hem de kendi içerisinde bölünen Filistin’de gerçeklerin çok değiştiği anlayışına dayalı olarak uyanır gibi duruyor.

Mısır’da El-Ezher kurumu, Kudüs hakkında yaptığı dikkat çekici konferansında Filistin meselesini ve kutsal şehir Kudüs’ü yeni nesillere öğretmek için hazırlanan programın bir parçası olarak Kudüs’ün ders olarak okutulacağını duyurdu. Bu, Arap dünyasının geçmiş yıllarda birçok sorunlarla ilgilenirken geç kalınmamasını ümit ettiğimiz bir anlayıştı. Fakat dikkat çeken şey ise bu meselelerin henüz bitmemiş olmasıdır. Meselenin gündeme gelmemesiyle ilgili sebepler sürerken Filistin meselesini canlandırmak mümkün mü?

Arapların meseleye karşı teamülleri aynı kalmaya devam etti. Hukukçuları, hukuk öğrencilerini ve hukuk hocalarını barındıran bir ekol var. Bunlar, uluslararası hukukta ve Birleşmiş Milletler (BM) kararlarında işgal konulu bölüme geldiklerinde, hepsi de ABD ve İsrail’in kararlarının yanlış olduğu sonucuna vardılar. Tabii yanlış üzerine inşa edilen şey de yanlıştır. Bunun herhangi bir etkisi de olmaz. Yanlış ve yokluk eşittir. Diğer yandan diplomasi ekolü, uluslararası kararları tam olarak bilmesine rağmen eski kararlara yönelten aynı yolu izlemeye koyuldu. ABD vetosunun sekteye uğrattığı Güvenlik Konseyi’nde bir mücadele gerçekleşti. Mısır’ın kararıyla birlikte 14 devlet oy kullandığı zaman siyasi bir başarı meydana geldi. Bundan sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) 128 oy çoğunluğu elde edildi. Böylece önceki önemli kararlara bir yenisi daha eklendi. Dünya devletlerinin çoğu görevini yerine getirdikten sonra Filistin meselesi üzerinden elini çekti. Filistin meselesiyle ilgili diplomatik müdahalelerden günler sonra Güvenlik Konseyi’ndeki 15 üyelik çoğunlukla birlikte bütün dünya Kuzey Kore’ye yaptırım uygulamak için bir araya geldi.

Öte yandan hem Arap hem de İslam ülkeleri hükümetlerinin ABD’nin kararına karşı tutumu kaydetmeye özen gösteren bir siyaset ekolü var. Arap ve İslam devletlerinden 86’sı sadece ABD’nin kararını ya da İsrail’in Filistin topraklarını işgalini değil aynı zamanda İsrail’in kendisini reddettiklerini ifade etmek için hızlıca El-Ezher konferansına gitti.

Tabii devletlerin bir durumu kabul veya reddettikleri tutumlarla, razı olmadıkları ve çıkarları için zararlı gördükleri bir gerçeği değiştirmek için alacakları kararları belirleyecekleri siyaset arasında büyük bir fark bulunuyor. Bu siyaset, bir dizi meseleler hesaba katılmadan göz önünde bulundurulamaz.

Birincisi İsrail’le barış içerisinde olan Arap devletleri var. Bunun yanı sıra zaman zaman İsrail’le ilişki tesis etmiş diğer devletler de bulunuyor. Filistin Ulusal Yönetimi ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İsrail’le ilişkileri halen Oslo Anlaşması’na bağlı. Tarafların söz konusu anlaşmaya aykırı davrandıkları konusunda birbirlerini şikâyet etmelerine rağmen ne Filistinliler ne de İsrailliler bu anlaşmayı iptal ettiklerine dair bir duyuruda bulunmadı.

İkincisi söz konusu hukuki, diplomatik ve siyasi açıklamaların ardından Arapların tutumunu destekleyen Batı ülkeleri ve Arapların tutumuna karşı çıkan ABD; silah, gıda, ilaç ve diğer taraflara ortak düşmanlık gibi birçok alanda Arap ve İslam ülkeleriyle güçlü ilişkilere sahipler.

Üçüncüsü Arap ve İslam ülkelerinin şu anki programları ABD’nin söz konusu kararı almadan önce var olan programlarıdır. Kalpler, Kudüs meselesiyle atsa da ekonomik kalkınma ve ekonomik reformun yanı sıra Suriye, Irak, Libya, Yemen, Afganistan, Somali, terör ve petrol fiyatları gibi meseleler halen devam ediyor.

Acı gerçekler, Filistin meselesiyle ilgili daima 3 temel unsurun olduğunu ortaya çıkardı: Güç, sahadaki gerçekler ve aktif ve güçlü taraflarla uluslararası ittifaklar. Bu üç unsur, daima İsrail’in yararına faaliyet gösterdi. İsrail bilim, eğitim, teknoloji ve modernite bakımından bölgedeki en güçlü devletlerden birisi haline geldi. Hukuki veya ahlaki anlaşmazlık ne olursa olsun İsrail’in konumu daima Batı dünyasının merkezinde yer aldı. Son zamanlarda İsrail, Rusya, Çin ve Hindistan’a yakınlaştı. Fakat İsrail’in güçlü silahları sahadaki gerçekliği şekillendirmeye daima devam etti. Birinci Dünya Savaşı’yla başlayan göçler şu ana kadar sona ermedi. Zira yerleşim faaliyetleri, İsrail’in Filistin’i işgal etme aracı olarak sürüyor. 1948 ve 1967 savaşlarında yapılan büyük işgalden sonra İsrail’in şu an Batı Şeria’da 500 bin yerleşimcisi bulunuyor. Yerleşimcilerin yüzde 40-44’ü ise Doğu Kudüs’te yer alıyor.

Araplar açısından ise sahada 3 gerçek var. Birincisi yaklaşık 150 bin Filistinli bir grup, ateş parçasını tutup 1948 yılında Filistin’de kaldı. Bu sayı, şu an bir milyon 600 bine ya da İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 21’ine ulaştı. Bunların Knesset’te 13 üyeleri bulunuyor.

İkincisi Filistin Ulusal Yönetimi’nin kurulması, 4,4 milyon Filistinlinin kalmasına katkı sağladı. Filistin dışında bulunanlar hariç nehir ve deniz arasında 6 milyon Filistinli mevcut.Buna karşılık 6 milyon Yahudi var.

Üçüncüsü bu satırları yazana kadar Doğu Kudüs’ün yüzde 55’ini halen Filistinliler oluşturuyordu. Bu insanlar, İsrail’in şiddetli yerleşim dalgalarının karşısında duruyorlar.

Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, sahada gerçeklik oluşturmak için bu zorlu denklemin çözümünü Kudüs’le ilgili Ezher-i Şerif konferansında gündeme getirdi. Konferansta Arap ve İslam dünyasını Kudüs’e ve işgal altındaki Filistin topraklarına gitmeye teşvik etti. Kim Kudüs’ü seviyorsa Kudüs’te namaz kılmaya ve dua etmeye gitmeli. Kim Filistinlileri kurtarmak istiyorsa İsraillilerin kendi çıkarları için nasıl kullanacaklarını bildikleri coğrafyaya karşı koymak için kendi yararlarına olacak demografiyi belirlemeleri gerekiyor. Maalesef El-Ezher’in kararı Kudüs’te İsrail’in varlığı olduğu sürece kuşatma altındaki Kudüs’e ne gitmek ne de orada hem Müslümanlara hem de Hıristiyanlara dua etmek yönündeydi. Sonuç ise İsrail’in istediğini tamamen elde etmesi, yani dolduracak boşluğu bulması, Filistin’in Arap ve Müslümanlarla ilişkisini kesmesi yönündeydi. Arapların zaman zaman İsrail ve ABD’yi kınayan yeni kararlar alarak ardından her şeyin eski haline dönmesi fena değildir.