Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Filistin meselesini rasyonelleştirmek | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Başlamadan önce önemli bir açıklamada bulunmak gerek. Rasyonalizm ifadesiyle kastedilen realizm değildir. Genellikle realizm, gerçeğin şartlarına teslim olmak ve hakikatin kanunlarına boyun eğmek anlamına gelir. Burada kastedilen, Filistin meselesini etkin bir çalışma planı ve net hedefleri olan bir projeyle ele almaktır.

Nitekim rasyonalizm, eğilim, kültür, görüş ve deneyimlerden çıkarılan bir derstir.

Geçtiğimiz perşembe, Filistin topraklarında İngiltere tarafından Yahudiler için milli bir vatan kurma vaadini içeren Balfour Deklarasyonu’nun 100. yıldönümüydü. Böyle bir günün gürültüsüz geçmesi mümkün değildir. Deklarasyon nedeniyle gürültü arttı, Filistin ve İsrail tarafları farklı anlamlara gebe sembolik bir savaşın içine girdiler.

Her ne kadar üzücü veya uğursuz olsa da tarihler önemli fırsatlardır. Filistinlilere ve Araplar için Balfour Deklarasyonu’nu uğursuz veya üzücü olarak nitelemek hoş gelmektedir. Ancak acı, halkları harekete geçirir. Zulüm, organize bir şekilde hakkı vurgulayarak, halkı şarj etmek, zulmü aşmak ve zulme tepki göstermek için bir gerekçedir.

Şöyle bir soru sormak uygun olacaktır; biz bu vaadin gerçekleşmesinde ne ölçüde katkıda bulunduk? 48 ve 67 istasyonlarında ve Eriha Anlaşması’nda nasıl kontrol edildik? En basit hallerde Filistin’in durumu, kendisiyle İsrail tarafı arasında güç dengelerini belirlemede daha pragmatik olabilir miydi?

Bunların cevapları açık sorular olduğunun farkındayız.

Bunun için bu tarih, Balfour Deklarasyonu’nu duygusal bir şekilde uğursuzlukla niteleyerek kabullenmek yerine harflerin üzerine noktalama işaretleri koymanın yıldönümüdür. Deklarasyonun yıldönümünün çeşitli nedenlerden dolayı çatışmanın sembolik boyutunu alevlendirdiğini söylemiştik. En önemli nedenlerden birisi de deklarasyonun tarihinin bizi Filistin-İsrail çatışmasının günlük çemberinden çıkararak çatışmanın aslına, Filistin meselesinin özüne götürmesidir.

Bildiğimiz gibi çatışmanın aslına ilişkin birbirinden farklı ve çelişkili rivayetler mevcut. En eğreti rivayet ise İsrail’e ait. İsrail deklarasyonun tarihiyle yakından ilgilidir. Çünkü İsrail, detaylarına yalnızca kendisinin inandığı bir rivayeti sabitleştirmeye devam ediyor. Diğer bir ifadeyle Balfour Deklarasyonu’nun tarihi, İsrail için bir rahatsızlık kaynağı iken Filistin için bir fırsattır. Çünkü Filistinliler, coğrafyanın ve tarihin hafızasını eski haline döndürebilir. Bu hafızayı, İsrail’in saha ve coğrafya üzerindeki hayali rivayetini sağlamlaştırma zulmünden kurtarabilirler. Öyleyse bu tarih, Filistinliler için haklı ve sembolik bir mücadeleyken İsrailliler içinse bir kavramdan ibarettir.

Filistinlilerin son zamanlarda Balfour Deklarasyonu sebebiyle İngiltere’nin kendilerinden özür dilemesi gerektiği meselesine yoğunlaşmaları dikkat çekici bir durumdur. Bu istek, sözlü ve sembolik anlamını aşan bir kabul gördü. Adeta Filistin meselesinin bir çözümü haline geldi.

Bana göre aslında özür dilemenin sembolik boyutu dışında bir kıymeti yok. Diğer yandan özür talebinin duygusal yönünün ağır bastığını görüyoruz. Sanki bu, bir kişinin diğer bir kişiden özür dilemesine ya da değer ve ahlak anlamında bir özür beyan etmesine benziyor.

Bir devletten özür talep ettiğimizde özür dilemenin manası tamamen değişmektedir. Özrün manasındaki en zayıf nokta bunun ahlaki boyutudur. Her şeyden önce biz, böyle bir özrü İngiltere’den nasıl umabiliriz? Çünkü İngiltere Başbakanı bu talebe kızdı ve İsrail’in baskısına maruz kaldı. Bir asır önce Filistin’de Yahudiler için milli bir vatan inşa etme konusunda İngiltere’nin vaadini ve tarihi rolünü kutlayarak Balfour Deklarasyonu’nu kendi çıkarları için kullandı.

Devletlerin dilinde özür beyan etmenin sağlam para olduğunu, siyasi ve ekonomik maliyetinin bulunduğunu unutuyoruz. Bugün İngiltere’nin durumunda olduğu gibi bazen özür dilemek, ekonomik sorunlarının farkında olan İngiltere için sağlam bir paraya dönüşüyor. Peki İngiltere’nin özür beyan etmeyi düşünmesi için Filistinlilerden ne tür bir çıkarı bulunuyor?

Özür talep etmenin ters sonuçlara yol açtığını düşünüyorum. Bununla beraber talep hakkı, meşru bir hak olarak kalmaya devam edecektir. Diğer taraftan başarısızlığın tek taraflı olması mümkün değildir. Haksızlığı yapan kişi, bu haksızlığın tek sorumlusu değildir. İster olumlu ister olumsuz bütün fiiller ortak bir eylemin ürünüdür. Aynı şekilde Filistinliler ve Araplar da Filistin için özür talep ediyor.

Özür beyanını beklediğimiz zaman ya da bunu elde ettiğimizde bile bir şey kazanmayacağız. Meselenin tarihini gözden geçirip bundan ders çıkardığımızda, işte o zaman gerçek bir kazamın elde edeceğiz. Meselenin tarihine tek bir gözle değil de faydalı ve önemli tüm açılardan bakmalıyız. Hatta meselenin tarihine, İsrail gözüyle ya da bazılarının isimlendirdiği gibi siyonist gözüyle de bakmalıyız.

Aynı şekilde ortada Filistin tarafından düşünülmesi gereken bir nokta olduğuna da inanıyorum. Filistinliler, Filistin meselesini sadece Filistin-İsrail çatışması olarak değil de Arap-İsrail çatışması şeklinde kabul ederek bu konuda Arap ülkelerine oynadılar. Bu, büyük ölçüde mantıklı bir tasavvurdur. Ancak Filistin ve İsrail arasındaki fark şu: Filistin, Arap dayanışmasına güvendi. İsrail ise aktif rolünü kullanarak güçlü devletlere yatırım yaptı. Dolayısıyla İsrail’in sadece destekçileri değil, aynı zamanda müttefikleri de vardı. Para ve ekonomi terazisinde ittifak ve dayanışma arasında büyük bir fark vardır.

2 Kasım 1917.. Balfour Deklarasyonu’nun üzerinden tam bir asır geçti. Düşman ve dostların fiilleriyle ve Filistin içerisindeki bölünmüşlükle kırılmaların çoğalmasına rağmen Filistinlilerin, vaatleri var. Filistinliler, meseleyi ve çatışmayı rasyonel hale getirerek vaatlerini yerine getirebilir. Müttefikler olmalı. Her şeyden önce empoze eden sonra talep eden bir Filistin hükümeti olmalı ki bir Filistin meselesi de olsun. Çünkü güç, dıştan değil içten gelir. Dıştan gelen güç, Arap devletlerinden olsa bile bu ancak gücü artırmak şeklinde olacaktır.