Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Gönül rızası ve zorundalık | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan’ın tanınmış araştırmacılarından olan dostumuz, üstad Abdullah el- Alvit bu hafta katıldığı bir televizyon programında namaz saatlerinde işyerleri ve işletmelerin kapatılması bağlamında zorunlu dindarlık konusunu ele aldı. Bu en az yarım asırlık bir gelenek. Sonraki süreçte bunun kamu hukukuna dayalı olmadığını öğrendik. Emr-i Bil Maruf ve Nehy-i Anil Münker (İnsanlara iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) adlı Komisyon’un girişimi ile söz konusu uygulama hayata geçirilerek denetimi konusunda da yine aynı Komisyon yetkilendirildi. Bu gelenek günümüze kadar devam etti. Ardından resmi daire çalışanlarının namaz birkaç dakika sürdüğü halde bir saat ya da bir saate yakın bir süre işlerine ara vermeleri alışıldık bir uygulama halini aldı.

Üstad Abdullah’ın bu geleneğin doğruluğu ve dinin ruhu ile uyumunu ele alması zaman zaman alevlenen zaman zaman da sakinleşen bir tartışmaya yol açtı. Tartışma taraflarının tutumlarını hayal etmek zor değil. Devam etmesi taraftarı olanlar namazın dinin günlük hayattaki en büyük tezahürü olduğunu delil getiriyor. Basite alınamayacağını ifade ediyorlar. Hükümetin yetkilerini dini, toplumun günlük hayatına bir karakter kazandırma konusunda kullanması gerektiğini düşünüyorlar. Bu grup Halife Osman bin Afvan’a nispet edilen, “Allah, hükümdar aracılığıyla Kur’an’da yasak olmayan şeyleri de yasaklar” sözünü tekrarlarlar. Bu söz meşhur, anlamı da makuldür. Fakat Hz. Osman’a ait olup olmadığı kesin değildir.

Burada kastedilen, insanlar yumuşak bir şekilde ve güzellikle yapılan davet ve hatırlatmaları yanıtsız bıraktığında otorite araçlarının kullanılması gerektiğidir.

Söz konusu geleneğe karşı çıkanlar ise, namazın kişisel sorumluluk olduğunu ve Müminin onu kendi isteği ve gönül rızasıyla eda etmesi gerektiğini delil getiriyorlar. Namaz zorunlu olarak kılındığı takdirde Allah’a yakınlaşma niyeti ortadan kaybolur. Niyet ise ibadetin temelidir. Sahabe ve halifelerden aktarılan rivayet ve kıssalarda genellikle zorlamadan uzak durduklarından bahsedildiğini ifade ettiler. Kişinin birilerinden korkarak namaz kılmasında Allah’ın rızasını gözetmenin olmadığının altını çizdiler.

Sözü edilen konu hakkında öncelikle hükümdarın mecbur kılarak uygulanmasını sağlaması, tartışmalarda hakemlik yapan kadının verdiği hükmün, bir tarafı razı etmese de cezadan korkulduğu için zorunlu olarak uygulamasına benzer. Bu eşyanın doğasındandır. Fakat ibadetlerde yukarıda da bahsedildiği gibi, doğrudan ve fiziksel bir zorlama olmaksızın halis niyet ve gönül rızası ile yapılma şartı bulunuyor.

O halde meselenin özü, geçmişte sessiz kalınan zorunlu dindarlıktır. Fakat bugün kimi zaman sessiz kimi zaman ise gürültülü bir protesto ile karşı karşıyadır. Geçmişte bu fikirleri benimsediklerini bildiğim davetçilerin ve ataların, bugün dini ritüel ve tezahürlerin zorunlu kılınmasının psikolojik ve davranışsal gerginliklerin oluşmasına katkıda bulunduğunu fark etmelerinin ardından karşı çıktıklarını görüyorum. Çünkü söz konusu gerginlikler, imanın meyveleri olan gönül rahatlığı, iç barış ve diğerlerine karşı yumuşak olmakla çelişiyor. Önde gelen davetçilerden biri, böylesi bir zorlamanın dini tezahürler konusunda daha az baskıya maruz kalan erkeklere nazaran kadınlarda depresyon oranının yüksek olmasına neden olabileceğini belirtti.

Bu nokta aslında kişisel ya da toplumsal yaşamın genel çerçevesi ile entegre bir unsur olarak, dini ritüeller ve tezahürleri üzerinde düşünmenin acil ihtiyaç bir olduğuna işaret ediyor. Başka bir deyişle, örneğin Allahu Teâlâ’nın, “Kuşkusuz namaz insanı hayâsızlıktan ve kötülükten meneder” (Ankebut/45) buyurduğu gibi namaz, sürekliliği ve gerçekleştirildiği yaşam biçimi ile uyumuna bağlı olarak hikmetinin gerçekleşip gerçekleşmediği konusundadır. Fakat insanın zorunlu olarak yaptığı ibadetler, hayatı ve ruhundan ayrı bir bölümdür. Tıpkı bir hastanın ilacı hastalıktan en kısa zamanda kurtulmayı umarak içmesi gibi.