Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Güçlü’ Krallık | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın gerçekleştirdiği buluşmaların en başında meslektaşımız gazeteci Turki Aldakhil’e verdiği röportaj geliyor.

Suudi toplumu, üst düzey bir Suudi yetkilisinden sürpriz ve farklı bir bakış bekliyordu. O da, Suudi Arabistan’ı önde gelen, güçlü bir ülke olarak yeniden konumlandırma programı hakkında şeffaf bir şekilde konuştu ve bu konumlandırmanın sadece ekonomik olarak değil, bilakis siyasi alanda da olması gerektiğini belirtti. Bu bağlamda Arap Baharı’nın meydana getirdi kırılganlıkların ve Ortadoğu’nun bütün uzunluğu ve genişliğiyle en düşük seviyelere inmiş olan “devlet” kavramını tehdit eden unsurların yeniden tamir edilmesi gerektiğini vurguladı. Konuşması esnasında İran müdahalesine, siyasal İslamcı gruplara ve silahlı şiddete eğilimli radikal unsurlara karşı oldukça sert, kararlı ve sıra dışı bir tutum ortaya koydu.

Röportaj, yeni bir dilin habercisiydi ve onlarca yıl boyunca cevapsız kalmış konulara girildi ve pek çok tabu da bu şekilde yıkılmış oldu. Genç Prens, Krallığın en büyük nüfus oranını oluşturan yükselen Suudi kuşağının ilgisini inanılmaz bir şekilde çekebilmeyi başardı. Halk nezdinde elde ettiği bu itibardan yola çıkarak, Suudi içişlerine sürekli müdahale etmeye çalışan, şüpheci yaklaşan, kasıtlı bir şekilde kötülük yapmak isteyen ve hatta dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış yeni “Suudi gerçeğini” devamlı pazarlık ve menfaat elde etme konusu olarak gören bölge ülkeleri ve uluslararası toplulukları da masaya yatırmayı ihmal etmedi. Herkesi zor bir pozisyona soktu, herhangi birinin kritik bir soru ile kapıdan gizlice girmesinin önünü kapattı. Zor sorular, ortada kalmış dosyalar ve Şüpheli meseleler artık medyada konuşulamaz.

“60 Minutes” programı önümüzdeki 60 yılı anlatır gibiydi. Suudi Veliaht Prensi, CBS ile yaptığı bu canlı yayında Krallığın geleceği hakkında tartışma masasındaki tüm spekülasyonları çekinmeden ve açık sözlülükle ortaya koydu ve gerekli cevapları verdi. Yerel, bölgesel ve uluslararası düzeylerde yeni bir Suudi yol haritası sundu. Kendisinin de artık uzman haline geldiği “Yeni Suudi Arabistan” vizyonuna dair uluslararası sahada dönen konular hakkında tahliller yaptı. Yeni vizyona dair açıklamaları farkındalık yaratacak türdendi. Prens’in cevapları sadece analiz ve bir makro projeler çerçevesinde geldi. Suudi liderliğinin yeni iradesini yansıtan “güçlü” kavramı üzerinde yoğunlaştı.

Suudi Veliaht Prensi ABD’li gazeteci Nora Donell’e iç ve dış seviyelerde muhtemel gelişmelere dair gayet sade bir dille açıklamalarda bulundu. Bu televizyon saati, Suudilerin, arkadaşlarının ve düşmanlarının, Krallığın bir sonraki aşamaya yaklaşımını anlamaya çalışmak için beklediği saatlerdi. Prens Muhammed bin Selman’ın kullandığı anlaşılır ve sade dil, herkesin, özellikle de bu tür iletişim diline ihtiyaç duyan genç kuşakların ulusal kimliğinin oluşturulmasında en önemli etkenlerden biri olarak kabul edilebilir.

Suudi Veliaht Prens’in söylediklerini –bir kısmını daha önceden de söylemişti- ayrıntılı olarak burada zikretmek oldukça zordur. Ancak, röportajda ortaya konan yeni açıları okumak önemlidir; en önemlisi, uluslararası toplumun, İran müdahalelerini ele almadaki çelişkili tavırlarıdır. ABD ve müttefiklerinin terörle mücadelede sürdürdüğü savaşla, İran meselesine yaklaşımlarındaki çelişkiyi tekrar vurgulamıştır. Emir, İran’ın El Kaide’ye kucak açmasına odaklandı, zira bu örgüt Amerikalıların, El Kaide dosyasını yakından takip edenlerin ve terör gözlemcilerinin farkında oldukları bir konudur. Yine 11 Eylül hedeflerinin bir kısmının sadece kulelere çarpmak değil, ABD ve Suudi Arabistan arasındaki güçlü ilişkileri baltalamak olduğunu açıkça ortaya koydu. Doğu ve Batının bu iki ülkesi, gelecek vaat eden pazarlarlara, güçlü birer ekonomiye sahipler ve komşuları üzerinde de etkililer.

Röportajda Veliaht prens “iki Krallığın” varlığından bahsetti: Radikal bir ideolojinin egemenliğinde esir kalmasından dolayı yıllarca kalkınmasını bir türlü gerçekleştirememiş bir Suudi Arabistan… Bir diğeri de kuruluşundan 1979 yılına kadarki Suudi Arabistan… Burada Prensin hitap ettiği kitle sadece Batılı halklar değil aynı zamanda bu sahneyi göremeyen ve ülkenin doğal bağlamı ile tarihi bir kopuş yaşayan yeni kuşaklardır. Radikalizm ile mücadelenin İktisadi kalkınma ile yan yana yürütülmesi gerektiğini belirtti. Prens Muhammed ayrıca toplumsal geleneklere ve dinsel sabitelere aykırı olmayan ve “tabii yaşam” olarak tanımladığı, kadınların güçlendirilmesi, sanata saygı duyulması ve eğlencenin normal karşılanmasına değindi.

Kadınların ve erkeklerin haklar düzeyindeki eşitliği, Prens’in klişe sözlerle değindiği bir konu değildir. Genellikle batı dünyası ile ve kendi dünyamız arasında uzlaşı sağlama adına ikilemler yaşanır. Bugünün Suudi ailelerinin sokakta ve işyerlerinde yaşadığı gerçeklik ortaya konmuştur. Ancak, Prens’in önemsediği ve değindiği konular meseleyi daha üst bir düzleme taşımıştır. Artık yasama/kanun seviyesinde “yeni haklar” dan bahsediyoruz. Ticaret, maaş oranları ve güvenlik sektörlerine katılma bunlardan sadece birkaç tanesi… Burada büyük bir meydan okuma var, dolayısıyla da bu hakları samimi olarak kabullenmek ve Krallığın gelişim projelerine tüm erkek ve kızları eşit bir şekilde katmak gerekiyor. Krallığın kendi geleceğine dair güvenceler, Veliaht Prens’in konuşmasında önemli bir yer tutuyordu, ancak en belirgin olanı, Suudi Arabistan’ın dış politikası ile ilgiliydi. Dış politika Medya ve türevleri ile günlük olarak takip edilen bir konudur. Suudi Arabistan ve onun tutumlarına yönelik saldırılar, bu konulara sıkılıkla değinmeyi zorunlu kılmaktadır. Zira Körfez ve bölgeyi hedef alan bölgesel ittifaklar ve büyük siyasi projeler, Suudi Arabistan ile dünyadaki ılımlılar arasındaki güçlü ittifakı kırma çalışmaları hiç eksik olmamaktadır. Prens, siyasî düzlemde milislerin statüsünün iyice anlaşılması ve bölgenin artık bunlardan temizlenmesi gerektiği üzerinde hassasiyetle durdu. Başta Arabistan olmak üzere bu bölgenin, milislerle beraber yaşayamayacağının bütün dünya tarafından bilinmesi gerektiğini söyledi. Çünkü başkalarının güvenlik ve sınırlarına saygılı ve komşularının menfaatini düşünen hiçbir ülke, ülkenin yönetiminin milisler ve siyasi çeteler aracılığıyla yürütülmesine razı olamaz. Çocukların askere alınmasından, insani yardımların silahlanmada kullanılmasına kadar bir dizi saçmalıklar yapıp, sonradan ortaya çıkan büyük suçları istismar ederek uluslararası topluma mağduriyet şeklinde sunmak kabul edilebilir bir durum değildir. Yemen’deki Husi milislerinin yaptığı şey tam da budur.

Batı ülkelerini genellikle rahatsız eden netameli sorun, güvenlik, radikalizm ve teröre karşı savaş meselesidir. Prens’in güvence verdiği en önemli konularından birisi de budur. İlk Suudi projesi, aşırılığı ve radikalizmi ortadan kaldırmak ve tüm devlet kurumlarında, özellikle de “esir alınmış” olarak nitelendirdiği eğitim kurumunda ılımlılık ve ılımlılık söylemi oluşturmaktır. Prens, bu ideolojik esaretin en büyük kurbanlarından biri olan genç kuşağı korumak istiyor. Suudi Arabistan bugün, radikal düşünce tarafından oluşturulan vesayet rejimi sayfasını tamamen kapatmak istiyor. Hukukun üstünlüğü, eşitliğinin pekişmesi ve ekonomik büyüme yoluyla müreffeh bir hayat hedefliyor. Ve bunun gerçekleşmesinin de ancak dünyanın en önemli pazarlarından büyük ortaklıklar çekmekten geçtiğini çok iyi biliyor.

Emir’in röportaja yansıyan gençlik ruhu, bugün Körfez ve bölgenin gençliğini harekete geçiren şeydir. Bütün seçkin aydınlar, kültür kurumları ve edebi kulüpler bu fırsatı değerlendirmelidir. Eğitim ve okullarda müfredat dışı etkinliklerle bu ruh desteklenmelidir.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi tarafından tanımlanan “esir alınma” dönemi o kadar ciddi bir meseledir ki Suudi Arabistan ve benzeri ülkelerin “kimliğini” değiştirmiştir. Körfezin etrafındaki tüm topluluklar, dünyada benzerleri yaşanan “tabii topluma” tekrar dönüş yapmalı, arzu ve isteklerini de buna göre şekillendirmelidir. Bu bağlamda Emir’in projelerine destek olunmalıdır. ABD ise, Başkan Obama’nın seçkin danışmanı ve özel asistanı Dennis Ross’un Washington Post’taki makalesini özetleyen şu tavsiyesini dinlemelidir: “ABD’ye düşen görev, Suudi Veliaht Prensi’ni (devrimini) desteklemektir.”