Fizik alanında araştırma yapan birisinin Albert Einstein ya da Isaac Newton’ı görmezden gelmesinin mümkün olmadığı söylenir. Bu tamamen doğrudur, çünkü bu iki bilim insanının yaptıkları sadece fizik alanına katkıda bulunmakla kalmamış aynı zamanda geçmişlerinden farklı bir bilimsel dönemi başlatmıştı.
Nitekim her bilimsel alan, bilim yürüyüşünde bir dönüm noktası olarak düşünülen şeyleri keşfeden insanlarla anlamlıdır.
Bence, Rus asıllı İngiliz filozofu, Isaiah Berlin, ortaya koyduğu fikirlerle politik düşüncede dönüm noktası oluşturmuş sembolik isimlerden biridir. Özellikle 1958 tarihinde seminer çalışması olarak sunduğu “Özgürlüğün İki Anlamı” başlıklı makalesi sonradan, özgürlük alanında araştırma yapan hiç kimsenin göz ardı edemeyeceği klasik bir referans haline geldi.
Berlin esasında, kavramlar, olaylar, simgesel ifadeler ve kültürler arası alışveriş arasındaki bağları kurabilmedeki muazzam kabiliyeti ile meşhur oldu. Bu, elbette edebiyatı felsefe ve siyasetle birleştirebilen geniş kültüre sahip olmasının bir meyvesiydi. Belki de farklı alanlara olan bu ilgisi, onu, kavramları tanımlama ve sınırlandırmaya sevk etti.
Gerçekten de, siyasi düşünce ve bilgi tarihine yaptığı eleştirilerle bu alana büyük katkılarda bulunmuş olsa da yaptığı en seçkin konulardan biri budur.
Berlin, makalesini, özgürlüğe dair yapılan araştırmaların çokluğuna değinerek açtı zira bu durum tanımları aşılmaz kılıyor. Özgürlük kavramı ve anlamı hakkında en az 200 tanım vardır. Bu şekilde pek çok tanıma sahip olduğunuzda, konu, ayrıntılara girdikçe daha da belirsizleşir.
Basitçe söyleyecek olursak, tek bir isim etrafında konuşuyor olsak dahi, çok fazla tanımlamanın olması, önümüzde tek bir konu olmadığı anlamına gelir. Özgürlük hakkında konuştuğunuzda, insanlar isim dışında, neden bahsettiğinizi bilmezler.
Makale, önceki tanımların sınıflandırılmasına odaklandı. Bu sınıflandırma, daha sonra standart bir tanım haline geldi. Bu tanım, bu alandaki araştırmacıların büyük çoğunluğu tarafından referans alındı. Böylece tartışma konusunun tek bir tanım etrafında dönmesi için bir başlangıç teşkil etti.
Berlin, özgürlüğün negatif ve pozitif olmak üzere iki kategoriye ayrılmasını önerdi.
Negatif anlamda özgürlük, başkalarının, sizin hayatınıza, keyfînizi bozacak şekilde müdahale etmemesine eşdeğerdir ve bu da “herhangi bir şeyden özgür olmak” şeklinde ifade edilmiştir. Pozitif anlamdaki özgürlük, bir şeyi yapabilme gücünüz doğrudan veya dolaylı olarak başkalarının rızasını gerektirmesine eşdeğerdir ve bu durum ” herhangi bir şeyde özgürlük “olarak ifade edilmiştir.
Birinci kategorideki özgürlük, düşünce, ifade, inanç, çalışma, konut ve seyahat özgürlüğü gibi yasalar tarafından engellenemeyen doğal haklara denk düştüğü sıkça söylenir.
Filozoflar, bu özgürlükler insanlığın bir parçası oldukları için, yasa adaletinin, bu özgürlüklere saygı duymaya ve onları korumaya mecbur olduğunda ısrar ediyorlar.
Başka bir deyişle, haklarının kanunla güvence altına alınması ve onun adaleti için vazgeçilmez bir kriter olmasıdır.
İkinci kategorideki özgürlüklerin çoğu yasalar tarafından yaratılan haklar türündendir veya bunların varlığı kanunlara bağlıdır; bilgi ve kamusal işlevlere serbestçe erişim ve siyaset alanında rekabet ve benzerleri gibi.
Genel anlamda bunlara sivil özgürlükler denilebilir.
Elbette, özgürlük – her iki kategoride de – yalnızca sivil bir toplumda yani kanunla yönetilen bir toplumda mümkün ve gerçekçi olabilecektir.
Doğal özgürlükleri koruyan ve sivil özgürlüklerin kazanılmasının yollarını belirleyen elbette ki kanunlardır.
Jean-Jacques Rousseau’ya göre insanlar ormanda da özgür olabilir, ancak buradaki özgürlükleri çok pahalı olacaktır…
Evet, beraberinde kendi ayaklarıyla kanun hapishanesine yürümeyi seçtikleri ölçüde oldukça pahalıdırlar.
Özgürlük, yalnızca yasalar çerçevesinde gerçekçidir, ancak her zaman bir tür veya başka kısıtlamaları içerir.