Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İkinci Kore Savaşı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İkinci Dünya Savaşı’nın, Birinci Dünya Savaşı’nın doğal bir sonucu olarak çıktığı söylenir. Öyle görünüyor ki Kuzey ve Güney Kore’de artan tehditler, bizi yeni bir savaşın eşiğine götürecek. Aslında Birinci Kore Savaşı (1950-1953), -en azından resmi olarak- henüz bitmedi. Birleşmiş Milletler’in (BM) belgelerine göre taraflar arasında silahtan arındırılmış bir bölgeyi düzenleyecek ateşkes konusu hala gözükmüyor. Çünkü her iki tarafın silahları da birbirlerine doğrultulmuş vaziyettedir.

Güney ve Kuzey Kore’nin büyük müttefikleri var. ABD, Güney Kore’nin yanında yer alıyor. Çin ise şu ana kadar Kuzey Kore’nin müttefiki gibi duruyor. Durum, Birinci Kore Savaşı’ndaki gibi değil. Çünkü Çin, etrafında küresel düzlemde dengeleri etkileyebilecek tek bir Kore istemiyor. Böyle bir durum, Hindistan, Vietnam, Filistin ve Kore’de olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra cereyan eden kutuplaşmalara ve bölünmelere benziyor. Kutuplaşmalar ise çatışmalara ve savaşlara sebebiyet verdi. Almanya örneğinde ise bölünme, peş peşe krizlerin yaşandığı soğuk savaşın en önemli kısımlarından birisiydi. Genelde, kesin olmayan bu krizler, ölçüsü kaçırıldığında ve içgüdülere hâkim olunamadığında nereye götüreceği bilinmeyen şiddetli bir gerginlik ortamına neden olur. En büyük sorun ise, hiç kimsenin taraflar için oyunun sonunun ne olduğunu tam olarak bilmiyor olmasıdır. Öncelikle Kuzey Kore lideri, başkanı veya kralı Kim Jong-un, nükleer bir silaha sahip olarak ne yapmak istediği hiç kimse tarafından tam anlamıyla bilinmiyor. Dahası, füzelerin menzili, Güney Kore’ye, civar ülkelere, ABD’ye ya da ABD’ye bağlı Guam gibi yakın adalara ulaşabiliyor. Bazıları Kuzey Kore’nin yapmaya çalıştığı bu durumu, uluslararası itibar kazanmak şeklinde açıklıyor. Böylece saygı duyulan devletler arasına katılıp atom kulübü içerisinde yer alacak. Başkaları ise, Kuzey Kore’yle ilgili meselenin yoksulluk ve komünist açlık içerisinde yaşayan bir ülkenin büyük ekonomik istekleriyle dondurulabilecek ya da ilerlemesi durdurulabilecek tehlikeli bir program oluşturarak şantaj yapmaktan ibaret olduğunu ifade ediyor. Başka bir görüşe göre, Kim Jong-un, ABD’nin dünyadaki siyasi sistemleri değiştirmek için başlattığı krizde, sonunun Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi gibi olmasını istemiyor.

Ancak bu belirsizlik, sadece Pyongyang’taki başkanı değil, aynı zamanda Washington’daki başkanı da ilgilendiriyor. Komünist bir ülke, hafife alınmayacak yeni bir tavırla gözdağı vermeye başladığı zaman, ABD Başkanı, başkanlık seçim kampanyasından beri Kuzey Kore’ye karşı saldırılarına başladı. Bu durum, Barack Obama döneminde de böyleydi. ABD Başkanı, Beyaz Saray’a ulaştığında Kuzey Kore’yi öfkeli bir şekilde savaşla tehdit etmeye başladı. Bütün bunlar, genelde uluslararası ilişkilerde dehşet uyandıran şeylerdir. Oyunun sonunu bilmeyen her iki adam, sözlü savaşların yanı sıra bir nevi askeri birliklerle de çatışmaya hazır bulunuyorlar. Kuzey Kore, art arda füze denemeleri yaptı. ABD ise, Güney Kore’de deniz ve hava gücünü sağlamlaştırdı.

Bu şekilde, gerginlik halinden kriz haline intikal edildi. Çekişmenin devam etmesiyle beraber uluslararası taraflar, krizi tutan dizginlerin kurtulup savaşa dönüşebileceğinden dolayı şiddetli bir şaşkınlık ve endişe duymaya başladı. Belki de en çok endişelenen taraf, Güney Kore’dir. Çünkü Güney Kore, hayal etmediği refahı ve ekonomik ilerlemeyi gerçekleştirerek şu an gelişmiş dünya ülkeleri arasında bulunuyor. Aynı zamanda dünya ekonomisinde ana rekabetçi konumundadır. Devlet, zenginlik ve halk da refah içerisinde yaşarken savaş, bütün kazanımları tehlikeye atacaktır. Bu da hoş karşılanmayan bir durumdur.

Çin’in de ekonomik endişesi bulunuyor. Çünkü Çin, içinde bulunduğumuz yüzyılın yarısına ulaşmadan önce ABD’yi geçebileceğini ve böylece büyük bir devlet olacağını biliyor. Dolayısıyla Çin, herhangi bir kimsenin ya da savaşın büyük hedefe doğru ilerlerken amacını sekteye uğratmasını istemiyor. Fakat diğer yandan Çin, güneyin yani ABD’nin sancağı altında tek bir Kore’yi de kabul etmek istemiyor.

Ne Çin ne Güney Kore ne de diğer dünya ülkeleri, genç Kuzey Kore liderinin yapmak istediklerini biliyor. Politik hesaplara göre değil de başkan ve ilahlar arasında büyük farkların olduğu totaliter devletlerde büyüyen vahşi içgüdülere göre, Kuzey Kore liderinin yüzünde meydan okuma belirtileri görünüyor. Hâlihazırda Amerikalı askeri yetkililer, Başkan Trump’ın hareketini sınırlandırıyorlar. Ayrıca askeri yetkililer, diplomatik araçların bitirilmesi gerektiği ve Kuzey Kore liderine baskı yapmak için Çin’in teşvik edilmesi konusunda ısrar ediyorlar. Hiç kimse, Kuzey Kore liderinin stratejik programını sınırlandıracak gibi görünmüyor.

Bütün bunlardan dolayı pek çok analist, hiç kimsenin istemediği; ama her halükarda meydana geldiği Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, dizginlerin kopmasına sebebiyet verecek karşılıklı tartışmanın neticesinde mi yoksa taraflardan birisinin ön saldırı yaparak mı savaşın başlayacağı konusunda harp senaryolarını araştırmaya başladı. Bunun için ABD, Kuzey Kore’nin füzelerini etkisiz hale getirmek için ön saldırı yapabilir ya da Kuzey Kore, önceden saldırıp Güney Kore ve yaklaşık 200 bin Amerikalıyı (28 bini asker, diğerleri ise Güney Kore şirketlerinde çalışan Amerikalı sivil uzmanlardır) rehin alarak pazarlık yapmak için baskı uygulayabilir.

Robin Wright, Kore ile savaşın nasıl başlayacağı konusunda 6 Eylül’de The New Yorker dergisinde bir yazı kaleme aldı. Olası bir senaryo halinde savaşın iki aşamada cereyan edeceğini belirtti: ABD ve müttefiklerinin yapacağı sistematik bir ön saldırıyla Kore’nin füze ve nükleer gücü etkisiz hale getirilip rejim yıkılır. Ancak bu aşamada, savaş bitmeyebilir. Aksine savaş, komünist rejimin destekçilerinin ve taraflarının düzenleyeceği sistematik olmayan ikinci bir aşamaya geçebilir.

Görüldüğü üzere mekanizma, ABD’nin 2003’ten sonra Irak savaşında yaptığı gibi işliyor. Fakat tarih, bize savaşların birbirine benzemediğini öğretti. Nitekim genellikle hiç kimsenin beklemediği sürprizler meydana gelir. Aynı zamanda hiç bitmeyen açık savaş şekilleri var. Örneğin ABD, 16 yıldır Afganistan’da bulunuyor. Diğer yandan Almanya örneğine dayanan senaryolar var ki halk, Almanya’yı yeniden birleştirmek için doğudan batıya geçti. Belki de Kore örneğinde de halk, kuzeyden güneye geçecektir. İki durumda da yoksulluktan zenginliğe geçilmiş olunacaktır. Bugünün dünyasında hiçbir rejim, Kuzey Kore rejimine benzemiyor. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından, Çin ve Vietnam’daki kapitalist gelişmeden sonra Kuzey Kore, tarih müzelerinde yerini alabilir. Kim bilir? Belki de…