Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İletişim ve ayrışma nedeni olarak din ve kimlik | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geçen haftaki yazımda çok yaygın bir olguya işaret etmiştim. Buna göre, insanlar dini içerikli ilişkilerin aksine bilhassa dünyevi çıkarlar söz konusu olduğunda kendilerinden farklı olanlara karşı daha açık ve hatta onlarla işbirliği yapmaya daha meyilliler. Din veya mezhep söz konusu olduğunda ise yıkılan iyi ilişkilere, arılık ve saflığın yerini kuşkuya bırakmasına ve sevginin düşmanlığa dönüşmesine birçok kez şahit olmuşuzdur. Geçen yıllarda kamusal alanlarda, ziyaretçilerden din ve siyaset konusunda tartışmamalarını rica eden küçük uyarı tabelalarına rastlardım. Yine Avrupalı şirketlerin Ortadoğu’daki çalışanlarına dağıttığı bilgilendirici broşürlerde de buna benzer öğütler okumuştum. Muhtemelen bazı okurlarımız da bu tür uyarılar ile karşılaşmışlardır.

Prensip olarak, kimlik ile bağlantılı krizler din veya siyaset ile sınırlı değildir. Her kimlik özeldir. Belirli durumlarda krizler yaratmaya yatkın iken diğer zamanlarda tarafsız ve etkisiz kalabilir. Kimlik, aktif bir etken olarak sadece başkaları ile iletişim bağlamında kendisini gösterir. Dolayısıyla bu iletişimin doğası ve katılımcıların kimlikleri, güç ve zayıflık açısından, anlaşma ve ihtilaf yönünden kimliğin rolünü belirler ve yönlendirirler.

Örneğin ABD toplumunda etnik kimlik, krizlerin ana faktörüdür. Toplumsal ayrışmanın çizgileri, daha çok ten rengi (siyah, beyaz ve renkli) ve daha az ölçüde kökenler (İskandinav, İspanyol, Çinli vd…) etrafında çizilir. Buna bir başka örnek; 1971 yılında Pakistan’da yaşanan ve doğu bölümünün kendisinden ayrılarak bir başka devletin yani Bangladeş’in kurulmasına neden olan iç savaştır. Bu savaşta, ulusal kimlik iki taraf arasında krizi tetikleyen faktör iken dini kimliğin bu krizde neredeyse hiçbir rolü yoktu. Modern Irak ise çok boyutlu bir kimlikler krizinin en önde gelen örneğidir. Kuzey bölgelerinde yaşanan kriz, ulusal kimlik etrafında şekillenirken orta ve güney bölgelerinde yaşanan kriz ise mezhepsel içeriklidir.

Genel olarak insanlar, politikanın tüm krizlerin tetikçisi olduğunu söylerler. Bir yanda dini kimliğe oynarken, diğer yanda ulusal kimliğe, bir diğerinde bölgesel, kabile ya da aşiret kimliğine oynar.

Bu tanımlama doğru ama sorunu açıklamak için yeterli değil. Çünkü sorunun özü iki sorudan birinin cevabında yatıyor:

Birinci soru: Niçin bazı kimlikler diğerlerine göre krize daha çok yatkın? Bir diğer deyişle bazı kimlikler, kendi iç kriz etkenlerine mi sahipler?

İkincisi: Kimliğin sahip olduğu çeşitliliği, bölünme hatlarına dönüştüren dolayısıyla aslında kendisinden farklı etkenlere bağlı krizler yaratmak ya da alevlendirmek için kullanılmasını kolaylaştıran koşullar nedir?

Bu konuyu tartışmanın önemi, dinin toplumsal düzen içerisindeki konumundan kaynaklanmaktadır. Din; ne zaman insanlar arasında bir iletişim etkeni oluyor ve ne zaman düşmanlık için bir neden haline geliyor? Her insanın dinin, yaratılmışlar arasında bir tanışma ve anlaşma aracı olmasını istediği doğrudur. Ama dinin bu rolü yerine getirmesini engelleyen nedenleri tam anlamıyla anlamadıkça ve derinlerine inmedikçe bir temenniden öteye geçemeyecektir.

Bu noktada, konu ile ilgili iki yaklaşım arasında ayrım yapmak gerektiğini düşünüyorum. Birinci yaklaşım; bu veya şu yolun doğruluğu hakkında görüşümüz ne olursa olsun, dini bir birleştirme ya da ayrıştırma aracına dönüştüren etkenleri anlamayı amaçlamaktadır. İkinci yaklaşım ise sonuçlarına bakmadan önceden belirlenmiş bir hükümden yola çıkmaktadır.

Ben şahsen dine, iletişim ve köprü kurma rolünü destekleyecek bir yorum katılabileceği görüşündeyim. Hatta iletişimin imanın özünün bir parçası olduğuna inanıyorum. Ama aynı zamanda, kendisini karşıtlarından ayıran belirli sınırlar olmadıkça gerçek anlamda bir dindarlığın imkansız olduğunu düşünen insanların var olduğunu da biliyorum.