Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Irak yeniden aramıza dönmelidir | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Eğer Ortadoğu’nun bir geleceği varsa bu gelecek, Dünya savaşlarından ve sömürgeciliğin sonlanmasından sonraki bağımsızlık döneminde kendi sınırları içinde kalabilmiş ulus devletlerin çerçevesinde olacak.

Sınır sorunlarının bazıları önceden çözülememişti, ancak mesele geçmiş yıllarda akıllıca ele alınmış ve ulusal sınırlar belirlenmeye çalışılmıştı.

Bu mümkün olmadığında, tarihsel gerçekler esas alınmıştı.

Davaların kesin olarak karara bağlanması ise doğrudan bölünme veya ortak çıkar yoluyla olmuştu.

Bütün bunlar bölgenin istikrarına yol açabilir ve ona ilerleme ve refah için bir ivme kazandırabilirdi.

Olgu ise, devrimci hareketlerin, çeşitli tarihsel aşamalarda, tüm bölgeyi sarsan, istikrar ve gelişme potansiyelini tehdit eden “Arap milliyetçiliği” “Arap Baharı” “Siyasal İslam” gibi çeşitli kisvelere bürünmesiydi.

“İran İslam Devrimi” en vahşi olanıydı, zira mezhep farklılıklarını alabildiğine istismar etmiş, Mezhepleri ve etnisiteleri hızla birbiriyle çatıştırmış, Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’ta olduğu gibi, ulus devletleri bir partiye veya bir cemaate teslim etmiştir.

İran “İmparatorluk” sevdasını Arap başkentlerine kadar taşımış, belki de dünyanın hassas bölgelerindeki nüfuzuna ve nükleer kapasitesine bağlı olarak dünya süper güçler tablosunda yer alma gayreti içerisine girmiştir.

Bütün İran hamleleri tekdüze bir modele sahiptir;

Öncelikle hedef ülkede mezhepsel bölünmeler meydana getirir, bunu istihbarat, mali ve ticari olarak nüfuz etme izler ve nihayetinde terörist gruplar ya da doğrudan İran Devrim Muhafızları aracılığıyla silahlı bir varlık olarak oraya yerleşir kalır.

Arap ulus devletleri, bu depremler yaşanırken eli kolu bağlı bir şekilde durmadılar, birkaç yıl boyunca, ideolojik kimlikleri ne olursa olsun devrimci hareketleri durdurmakla yetinmediler, aynı zamanda ulus devletin yeniden rolüne kavuşmasını sağladılar.

Belki de bunun en açık göstergesi, Irak devletinin Kürt bölgesinin bağımsızlığıyla ilgili referandumu reddetmesidir.

Aslında, Irak devleti üç ana ulusal hedefe ulaşmada kısa bir sürede başarılı oldu:

Birincisi, Nuri el-Maliki iktidardan devrilmesi ve Haydar el-İbadi’nin iktidara gelmesiyle beraber, acımasızca ve doğrudan Tahran’dan gelen talimatlarla çalışan devletin mezhepçi görüntüsü azalmaya başladı.

İkincisi, DEAŞ’ın ortadan kaldırılması, Musul’un kurtarılması ve terörizmin azaltılmasıdır.

Üçüncüsü, 2006’da hazırlanan mevcut Anayasa’ya uygun olarak kurumlar işlevlerini yerine getirmeye başladı ve devlet eski fonksiyonu kazanmış oldu.

Muhtemelen Dr. Berham Salih’in Irak devletinin başına geçmesi, başbakanlığa Fuad Masum ve Haydar el-İbadi’nin yerine Adil Abdulmehdi’nin getirilmesiyle birlikte seçkin Iraklıların, devleti, istikrarı, ekonomik ve politik reformu geliştirmek için önlerine bir fırsat çıkmış oldu.

Bu durum esasında Irak’ın kurumsal yapısı, dengeler gözetilerek tamamlanacak demektir.

Irak sadece köklü ve eski uygarlığı ile değil, hem nehirlerinden hem de petrolden kaynaklanan büyük ekonomik yetenekleriyle önemli bir Arap ülkesidir.

Irak, birçok krizle karşılaşmış ancak onları aşmasını da bilmiştir ve hala Irak kimliğini koruyan bir halkı vardır.

Irak, Arapların Şia’ya açılan penceresi olduğu gibi Kürtlerle de Arapların tarihi köprüsüdür.

Tarihsel olarak, etnisite ve mezhep çeşitliliğe sahip bir Arap medeniyetine ev sahipliği yapmıştır.

Ne zaman ki Saddam Hüseyin’in önderliğinde Baasçı bir grup iktidara geldi, bu asil millet uçuruma sürüklendi.

Saddam Hüseyin’in yönetimi, iktidardayken Irak ve Araplar için bir felaketti, iktidardan düştüğünde ise, korkunç bir stratejik boşluk meydana geldi ve bunu da farklı terör unsurları ve İran doldurdu.

Her halükarda, tarih, Arap tarihinin bu aşamasını sorgulayacak.

Fakat Irak, Arap dünyasında ve Arap Birliği içerisinde önemli bir devlet olmaya devam ediyor.

Sonuçta, İran ve Türkiye sınırında Arap dünyasının siyasi coğrafyasında önemli bir köşe taşıdır. Yaklaşık 38 milyonluk bir nüfusa sahiptir.

Gayrisafi yurt içi milli hasılası ve satın alma gücü yaklaşık 753 milyar dolardır.

Irak, Dünya petrol ülkelerinin ön saflarında yer almasını sağlayacak petrol rezervlerine sahiptir.

Bağdat yönetiminin yeniden aramıza dönmesi, Arap dünyası için stratejik bir gerekliliktir.

Berham Salih ve Adil Abdulmehdi’nin seçilmesi, devletin istikrarını sağlamaya yönelik bir adımdı, zira karşılaşılan zorluklarla ancak bu şekilde başa çıkılabilir.

Irak bu sıkıntılardan kurtulduğunda, devlet ortaya çıkacaktır. Irak’ta, etnik topluluklar arasındaki ilişkiler yıkıldı, altyapısı çöktü ve ne yazık ki hala terörizm ve İran saldırılarından muzdariptir.

Arap ülkelerinin ortak bir Irak siyasetinden bahsetmek için erken olabilir.

Ancak, Arap Dünyası İran saldırıları ve baskıları neticesinde ortadan kalktığı görülen, devlet içindeki çeşitli cemaat ve mezheplerin arasındaki ilişkilerin yeniden kurulmasına katkıda bulunulabilir.

Böylece devletin yeniden kendi ayakları üzerinde durmasına yardım edilmiş olur.

Berham Salih, Irak hükümetinde planlama bakanı, başbakan yardımcısı ve Kürt bölgesi başbakanı olarak görev yaptı, dolayısıyla siyasi ve ekonomik deneyime sahiptir. Bu da kendisinin -Cumhurbaşkanının mütevazı yetkilerine rağmen- yürütme, yasama ve yargı organları arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesini sağlıklı işletebilecek bir tecrübeye sahip olduğu anlamına gelmektedir.

Adil Abdulmehdi de benzer tecrübelere sahiptir. Bilimsel nitelikleri ve siyasi tecrübeleri şahsında toplayabilmiş birisidir.

Bu nitelikler onun, son 30 yılda karmaşık hale gelen Irak siyasi arenasının sert kayalıkları arasında yürüyebilmesini sağlayacaktır. Kendisi Şii bloktan gelmiştir. Fakat bu sefer Mukteda es-Sadr ve Haydar İbadi grubunun kendisi üzerinde önemli bir etkisi vardır.

Her ikisinin de Irak’ın geleceği için “bağımsız” bir vizyonu var. Babası Kral I. Faysal’ın bir bakanıydı.

Yaşamının belli aşamalarında Baas Partisi ve Maocu komünizm hareketinde yer aldı.

Fransa’ya giden Abdulmehdi, burada siyasi bilgiler ve siyasi iktisat alanlarında eğitim aldı.

Saddam Hüseyin devrildiği zaman Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev yaptı, bir ara Anayasa Komisyonu üyesiydi ve eski bakanlıklardan birinde petrol bakanı olarak görev yaptı.

Irak, Arap dünyasından uzun bir zaman uzak kalmıştır. Bir zamanlar Saddam Kuveyt’i istila ederek güya Arap Birliği’ni sağlayacaktı(!) ancak hem Irak hem de kendisi büyük bir felaket yaşadı. Saddam iktidardan düştü, Irak ise büyük bir yıkım yaşadı.

Irak’ın Arap dünyasından uzak kalmasının ilk aşaması bu oldu.

ABD Irak’ı işgal ettiğinde, sadece bağımsızlığını değil, kimliğini de kaybetti, halkı ve topraklarını da paramparça oldu.

Bu da ikinci aşamaydı.

Üçüncüsü ise, Nuri el-Maliki’nin Irak devletinin başına geçmesiyle gerçekleşti, zira kendisi Irak devletinde İran’a ait bir emirlik yaratmanın mümkün olduğunu tasavvur ediyordu.

Belki de bu son aşamada, Irak uyanışı gerçekleşir, devletin inşası tamamlanır ve istikrara kavuşma yolunda yukarıda değindiğimiz şeyleri başarmak için adımlar atar.

Kat edilmesi gereken daha uzun bir yol var.

Devlet başkanının ve başbakanın seçilmiş olması her şeyin çözüldüğü anlamına gelmez.

Çeşitli nedenlerden kaynaklı değişik krizlerin meydana geleceği kesindir. Bölgesel ve küresel müdahalelerin kesiştiği bir alanda, muhtemelen İran da müdahale etmeyi bırakmayacaktır.

Irak sorununun büyüklüğü, Irak liderlerinin her alanda daha basiretli ve ferasetli olmasını gerektiriyor.

Irak’ın Arap dünyasından uzak kalması, Bağdat hakkında bildiğimiz şeylerde bir uçurum yarattı ve belki de bunu telafi etmenin ilk adımı, Irak’ı daha yakından tanımak ve tarihlerinin bu hassas aşamasında, tarihimiz ve kendi tarihlerinden neler beklediklerini Iraklılardan öğrenmek olacaktır!