Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran Baharı…? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İran, Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi bir ‘bahara’ doğru mu ilerliyor?

Belki evet belki de hayır. Hala gizemini koruyan olaylara bakıldığında bir halk ayaklanması. Toplum ve siyaset biliminden anlamıyorum. Fakat bu devrimin başlamasıyla ya da başarısıyla ilgili belirli bir siyasi durumu kıyas etmeye imkan veren mükemmel bir teori. Bu nedenle; ‘devrim patlak verecek mi? ne zaman ve nasıl, zafere ulaşılacak mı?’ tarzında sorular her ne kadar araştırmacıların hayal gücünü tahrik etse de kesinlikle gerçekçi değil!

Arap baharı başladığında olayların gidişatını aceleci bir şekilde takip ettim. Araştırmacıların, kırılma noktaları; siyasi bir rejimin devrilme ya da direniş ihtimalini destekleyen sosyal/ siyasal sistemin yapısındaki çatlaklar yani ittifak ettikleri etkenler hakkında uzun uzun düşündüm. Suriye rejiminin devrilme, Tunus rejiminin ise direnme ihtimalinin ağır basmasını yeğledim. Fakat şu an sonucun tam tersi olduğunu görmekteyiz. Biliyorum ki diğer araştırmacılar da her iki ülke için yanlış olduğunu anladığımız aynı ihtimallerin gerçekleşmesini dilediler.

‘-mı, -mi, ne zaman’ sorularının bilimsel bir temele dayalı cevapları olmadığını söyleyebiliriz. Bu nedenle araştırmacılar, bilimsel açıdan daha faydalı gördükleri, toplumsal düzen devrimden nasıl kurtarılabilir? sorusu etrafında dönen diğer noktalara eğilmekte.

Bu sorunun önemi devrimin insanların çoğunluğu için uygun bir dönüşüm olmadığı gerçeğinden kaynaklanmakta. Şüphesiz ki bu meçhule sıçrayış, siyasi sistemin yasal araçlara veya toplum örfüne dayanarak reform yapılması konusunda düşülen ümitsizlikten kaçış.

Devrimden kurtulmak adına uygulanan tüm stratejilerin tek bir sonuç hedeflediğini görüyorum. O da sistemin kendisi tarafından sağlanan araçlar ile reform yapabileceği umudunu güçlendirmektir.

Bu umut kaybolduğunda, iki seçenekten birine yönelmek zorunda kalınacak; sistemin yok sayılması veya değiştirilmesinin düşünülmesi.

İran’a gelince, sanıyorum ki umudun kaybolması birbirini destekleyen iki faktörden kaynaklanmakta; devletin sivil alanı ele geçirmesi ve yasaları katılaştırmak.

Geçmişte İran’da dini alan, devlet otoritesinin dışında tutulmakta, geniş yelpazede sivil alana kucak açmış durumdaydı. İnsanlar sorunlarını çözmek için birlikte çalışmaktaydı.

1979’dan beri hükümet, dini alandaki egemenliğini genişleterek onu siyasetinin resmi sesine dönüştürdü. Ülkedeki dini söylem, devletin resmi açıklamalarında dışlamaya yönelik olarak referans alınırken halk bazında ise sınırlı olarak kullanıldı ya da yok sayıldı.

Yasaların katılaştırılmasına gelince, hukuk kuralları ve yönetmelikler, çoğunluğun haklarını elde etmeleri için gerekenin yapılmasını değil öncelikli olarak yasaları ihlal edenler üzerindeki boşlukları kapatmayı hedeflemekte. Yani onlar için yasalar, insanın fıtratında olan iyiliğe meyle güven olmayacağı için konmakta.

Bildiğim kadarıyla İran’da yasalar kısıtlayıcı ve zor. Hükümetin yabancı müdahalelere ve dini hükümlere muhalif olanlara takıntı derecesinde endişe duyması ve yönetimin çok merkezi olması durumu daha da zorlaştırmakta.

Özgür bir sivil toplum, insanların sorunlarını çözmek için işbirliği yapmasını sağlar. Kanunların büyük ölçüde yumuşatılması ise, çoğunluğun haklarını elde etmesine yardımcı olur. Söz konusu durum ancak bu şekilde sona erer. İnsanların geneli, sorunlarını, herhangi bir hukuki yolla veya külfetsiz çözememekte.

Ne destekçilerini karşı protestolara çağırarak, ne yabancıları suçlayarak ne de insanlar arasındaki iletişim yollarını kapatarak devrimden kurtulabilirsiniz. Tek çözüm hukuki ufku genişleterek yumuşatmak ve halkın sorunların çözülmesine katkı sağlamasına izin vermektir.

Çöküşler genelde küçük protestolarla başlar. Şayet yöneticiler tevazu gösterir ve değişim seslerine kulak verirlerse, protestocular yumuşayabilir ve kolayca ikna edilebilir. Ancak zamanında Albay Kaddafi’nin sorduğu ‘Siz de kimsiniz?’ sorusunu tekrarlarsa, Libya ve başka yerlerde olduğu gibi yöneticiler duymak istemeyeceği cevapları işiteceklerdir.