Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İsrail emperyalizminin cüretkârlığı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İsrail neden aniden “Yahudi halkının ulusal devletini” temsil ettiğini ilan etti ve İsrail parlamentosu da (Knesset) ‘Yahudi ulus devlet’ yasasını hemen onayladı. Atılan bu adımın, Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesi veya Batı Şeria’da telaşlı bir şekilde genişleme gibi önceki adımlarla bağı var mı? 70 yıl önce İsrail Devleti’nin bu adımları atması düşünülebilir miydi?

Bütün bu ve diğer soruların hülasası, İsrail’in emperyalist bir cüret ortaya koyuyor olmasıdır. Önceden bir kuruntudan ibaret olan hülyalarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Devlet fikrinden hiçbir şekilde vazgeçmeyen bir grup radikal muhafazakâr akımın -sürekli olarak bunun rüyasını görüyorlardı- bunu dillendirmesi yeterli kabul edildi. Dahası, bu akımlar İsrail siyasetinin ana akımına girmek için yakın bir gelecekte, önceki hayallerine benzer yeni hayaller üreteceklerdir. İşgal altındaki Suriye Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesinin yanı sıra, Batı Şeria’daki “C” sınıfı bölgelerin çoğunun ilhak edilmesi de bu yeni hülyaların başında gelmekte.

21. Yüzyılın ikinci on yılına girilmesiyle beraber, İsrail’de hayaller/kurgular gerçeklikten uzaklaşmaya başladı, ancak İsrail tecrübesi artık bir yığın hayali kurgunun da ne demek olduğunu bilemez hale geldi. İsrail’in şimdi elde etmeye çalıştığı şeyi, bu yüzyılın ilk on yılının başlarına kadar, 4 Haziran 1967 sınırlarına göre iki devletli bir çözüme kavuşmayı başararak sağlayabilirdi. Böylece ‘toprakların eşit ve adil değişimi’ ilkesi üzerinde Filistinlilerle İsrailliler mutabakata varabilirlerdi.
İsrail’e hayallerini gerçekleştirme imkânı veren hem iç hem de dış iki sebep var. İç sebep özetle; İsrail siyasetinin aşırı sağcı kanada doğru sapması ve ikinci Filistin intifadasının örgütler tarafından yürütülmesinin bir sonucu olarak İsrail’deki merkez ve sol siyaset alanının daralmasıdır.

Aşırı sağcı kanat bu Filistin direnişçilerini şeytanlaştırmış ve onun ulusal mücadele niteliğini etkisizleştirmiştir.

Dış sebep ise, esas olarak İsrail’le mücadele eden bölgesel ve uluslararası çevrede bazı değişikliklerin meydana gelmesidir. Irak’ın Kuveyt’i işgalinden bu yana Arap dünyası, birbirini izleyen stratejik zayıflık sarmalının içerisine girdi.

Öncelikle Kuveyt’in kurtuluşu için büyük bedeller ödenmek zorunda kalındı ve daha sonra ABD Irak’ı işgal etti ve bu durum İsrail’le mücadele eden “Doğu Cephesi” nden Irak’ın çıkması ile sonuçlandı.

Daha sonra bir kısım Arap ülkesine sözde Arap Baharı geldi, bu durum ise Arap ülkelerini olumsuz etkiledi ve hareket kabiliyetlerini azalttı. Bir kısmında iç savaş başladı, bu da herkesin kendi iç meselelerine, kendi gelişimlerine odaklanmasına neden oldu. Özellikle Doğu Arap (Maşrık) bölgesi bağlamında Suriye iç savaşı, Irak’ta daha önceden başlamış olan stratejik boşluğu derinleştirdi. Irak-Suriye sınırında sözde “İslam Halifeliği” ilan edildi, ne var ki tüm dünyanın düşmanlığını üzerine çabucak çekti ve Dünya onunla savaşmak için birleşti. Daha da önemlisi İran, bu fırsattan yararlanmaya çalışmış, Suriye iç savaşına Hizbullah aracılığıyla doğrudan ya da dolaylı olarak askeri müdahalede bulunmuştur. Türkiye ise daha sonra Kürtlerle savaş bahanesiyle Suriye’ye girmiştir.

Filistin arenasında ise, Radikal İslamcı İhvan örgütünün bir kolu olan Hamas’ın Filistin Ulusal Komitesine yaptığı darbe ve Gazze yönetimini tekeline alması, İsrail’e hayal dahi edemeyeceği stratejik bir üstünlük kazandırdı. Hamas sadece Filistin silahlı mücadelesinin bir başka tarafı değildir, Filistinlilerden başlayarak tüm dünyaya savaş ilan eden bir örgütün bir koludur.

Tüm bu gelişmeler, İsrail’in bölgedeki gücünü artırmıştır. Buna ek olarak ekonomik ve teknolojik kabiliyetlerini daha önce benzeri görülmemiş bir seviyede geliştirmeyi başardı. “Arap Baharı” ve radikal İslamcı cemaatler, Avrupa ve Batı ülkelerine göç ve sığınma dalgalarını artırdı. Bu durum, Avrupa’nın politik durumu üzerinde bir etki yaratmış, Yahudi karşıtlığı bağlamında anti-Semitizm uygulayan aşırı sağcı grupları ve partileri yeniden canlandırmış, ancak bu kez Arap düşmanlığı yapmaya başlamışlardır. Bütün bunlar İsrail’in fazla çaba sarf etmeden, bedelsiz elde ettiği kazançlardır.

“Hıristiyan Siyonist” (Evanjelik) güçlere dayanarak ABD başkanlık seçimlerinde başarılı olan Donald Trump, ABD-İsrail ilişkilerinde niteliksel bir değişim meydana getirdi ve İsrail’e hayallerini birer birer gerçekleştirme fırsatı verdi. 32 ülke Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kutlamak için bir araya geldiğinde, Doğu Avrupa, Afrika ve Filistin davasının her zaman destekçisi olan Vietnam gibi diğer Asya ülkeleri de bunların içerisindeydi. ABD buraya geldiğinde, aslında sadece ABD başkanının seçim vaadi yerine getiriliyordu.

Ancak önceden olmadığı kadar İsrail lehine bozulmuş olan güç ve fırsatlar dengesi, tek başına İsrail’in son hamlelerinin sebebi değildi. Ancak yeryüzünde meydana gelen değişimlerden korkuyor; Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında, yarısı Yahudiler ve diğer yarısı Filistinliler olmak üzere 12 milyon insan var. İsrail, dünyadan İsrail’e göç etmek isteyen Yahudilerden alabileceği kadarını zaten aldı. Öte yandan Filistin doğum oranı İsrail’den daha yüksek seyrediyor. Arapların çoğunluk olduğu tek bir devlet kurulması ihtimali, İsrail’in uykularını kaçıran en önemli etkenlerden biri olduğu gibi iç siyasette sağ-sol ayrışmasına sebep olan faktörlerden biridir. Sonuçta İsrail politikalarını iyi anlamak gerekir. İsrail, Filistin- İsrail çatışmasını kendi istediği gibi çözmek istiyor, yani her istediğini almanın peşinde koşuyor. Filistinlilere ise her zamanki gibi kendi aralarında savaşmak ve bölünmek gibi seçenekler bırakıyor. İsrail’in ‘Yahudi ulus devlet’ yasası Arap dilinin resmi dil olmaktan çıkarılması anlamına geliyor. Bu da İsrail içerisinde yaşayan Sünni ve Dürzi Araplara ülkeyi terk etmeleri yönünde baskıyı artırmaktadır. Bundan amaçlanan ise, bu kitlelerin bireysel ve gruplar halinde, İsrail pasaportlarını kullanarak, ikinci sınıf vatandaşlar oldukları bir ülkeyi terk etmeye zorlamaktır. Üstü kapalı bir şekilde ‘diğer ülkelerde birinci sınıf vatandaş olabilirsiniz’ deniyor!

Gerçek şu ki, İsrail’in ‘Yahudi ulus devlet’ kararı almasına ihtiyaç yoktu, zira 1947 yılında Filistin’i bölme kararı verilmiş, biri “Arap” diğeri “Yahudi” olmak üzere iki devletin kurulması öngörülmüştü. İsrail’in o günlerdeki hedefi, “Yahudiler” in kendilerine takdir edilenden çok daha fazlasını alabilmesi için bölünmenin coğrafi sınırlarını değiştirmekti. Bu, 1948, 1956 ve 1967 savaşları ve silahlardan arındırılmış bölgelerin kontrolü ile zaten gerçekleşmiştir. Şimdi ise, bölgesel ve uluslararası koşulların ve güç dengelerinin kendi lehine olduğunun farkına vardı. Bir yandan, atıfta bulunulan bölgeleri bir oldu bittiye getirerek kendi topraklarına ilhak etmek istiyor, diğer yandan ise şimdi ve gelecekte Yahudi ve İsrail hukukunu koruyacak, çoğunluğu garanti altına alacak tek bir devletin kurulmasını engellemek için çabalıyor. En nihayetinde bu cehennem planı İsrail halkı tarafından alkışlandı ve bu durum, aşırı sağ kanadı temsil eden mevcut İsrail hükümetinin sadece gelecek seçimlerde değil, öngörülebilir gelecekte de iktidarda kalması konusunda bir başka garanti sunuyor.