Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İstisnai bir görüş | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Sanıyorum ki okuyuculardan bazıları, geçen hafta Şeyh Abdullah el- Mutlak’ın kadının başını örtmesi hakkındaki yorumlarının ardından ortaya çıkan tartışmadan haberdardır. Suudi Arabistan’ın dini kurumlar piramidinin zirvesi olan Kıdemli Âlimler Konseyi’nin üyelerinden olan Şeyh Mutlak Suudiler arasında büyük saygı duyulan biridir.

Kıymetli Şeyh’in görüşünün Suudi toplumundaki fetva ve davet üslubu içinde istisna olduğunu çekinmeden söyleyebilirim. Bu durum iki başlıkta kendini gösteriyor. Birincisi, hükmü nassa ya da âlimler topluluğunun aşinası olduğu anlama bağlayarak hüküm verilmesi veya hükmün uygulanmasına dayanan yaygın yöntemin aksine fetvanın şer’i hüküm ve amaçları üzerine bina edilmesi. İkincisi ise özellikle de şer’i kurallara göre giyinme konusunda şer’i hüküm ile toplum örfünün ayrımının yapılması.

Birinci noktayı ele alacak olursak.. Şeyh, başörtüsü konusundaki hükmün kullanılan giysinin türü ve şekli değil örtünme odaklı olduğunu ifade etti. İkinci noktaya gelince.. Şeyh Mutlak, “Dünya genelindeki Müslüman kadınların yüzde 95’i abayanın ne olduğunu bilmiyorlar ve giyinmiyorlar. Fakat bununla birlikte şer’i şekilde örtünüyorlar” ifadeleri ile şer’i hükmün uygulanma şeklinin bir zamanlar bizim ülkemizde, bizim örfümüz ve geleneğimiz tarafından belirlenmiş olabileceğine zekice işarette bulundu. Ancak bu durum yerine ve konusuna bağlıdır. Şer’i hükmün genel bir şarta bağlanması mümkün değildir. Diğer toplumlardaki benzer geleneklerden ve adetlerden üstün olduğu anlamına gelmez. Bir başka deyişle; Şeyh geleneklerin genel hüküm koyma sisteminde bir yere sahip olduğunu fakat temel şer’i hükümlerin en alt düzeyinde bulunduğunu ifade etti. Bu nedenle onunla amel etmek, genel hükümle amel etmenin ardında kalır.

Şeyh Mutlak’ın bu değerlendirmesinin ardında hükümlerde bir genişlik bulunduğu anlamı var. Çünkü bir ülkedeki fakihler ve toplumun dayandığı örf ve gelenekler diğer toplumları bağlamaz. Aynı gelenekler ve örfler ülkenin her yerindeki uygulamada da farklılık gösterebiliyor ve bu, şeriata karşı çıkmak olarak görülmüyor. Yalnızca örf ve geleneklere aykırılık olarak kabul ediliyor.
Önde gelen âlimlerden hiç birinin Şeyh Mutlak’ın görüşü konusunda herhangi bir yorumda bulunmaması dikkatimi çekti. Oysa bildiğim kadarıyla bir kısmının bu konu hakkında çok katı görüşleri vardı. Bu görüşlerin onları oldukça rahatsız ettiğini sanıyorum. Belki de toplumun, şeriatla örf arasındaki ayrımı gözeterek katı gelenekleri yumuşatma eğiliminde olması nedeniyle sessizlik içindeler. Son iki yılda birden fazla vesileyle bu eğilimin vücut bulmuş hallerini gördük.

Şeyh’e karşı çıkanlara gelince; onlar zaman faktörüne odaklandılar. Belki de amaç, örneğin bunun sadece fıkhi bir hüküm açıklaması değil içinde bulunulan aşamanın gereksinimlerine verilen bir cevap olduğunun söyleyerek fetvanın arkasındaki sebepleri sorgulamaya yöneliktir. Bu kişiler açıkça veya zımnen, tüm hayatlarını içinde geçirdikleri ahlaki ve ilişkisel düzenin bir parçası olarak gördükleri köklü gelenekten ayrılmak istemediklerini söylüyorlar. Böyle bir gerekçe sunulması bazı toplumsal geleneklerin dinin örtüsüne büründüğü ve dinin öğretisinden daha sağlam ve erişilmez bir yapıya dönüştüğü gerçeğini ortaya çıkarıyor.

Şurası açıktır ki tartışmalı bir konuda görüş belirtmek veya fetva yayınlamak için uygun zamanı seçmek fetvanın ne sıhhatine zarar verir ne de sahibinin kınanmasına yol açar. Kişinin geçmişte bir görüşü benimseyip ileriki zamanda o görüşünü terk etmesi de kınanacak bir konu değildir. Esas kınanması gereken, Allahu Teâlâ’nın herhangi bir şart ve kısıtlama getirmeksizin emrettiği bir konuda özel bir adet ya da örfü benimseyerek insanlara bunun dayatılmasıdır.